İki Bin Yirmi İki


2021 de bitti ve incinmeye devam ediyoruz. Hala coronarivüs belasıyla uğraşıyoruz. Gerçi maske - mesafe kurallarına sıkı sıkıya uyan da pek kalmadı gibi ama insanları da anlıyorum. Herkes bıktı artık. Tam virüs kontrol altına alındı derken varyantların yayıldığı bilgisi geliyor. Şimdi de 70 kat daha hızlı yayılan omicron varyantı en baskın korona vakası olarak görülüyormuş. Yetmiyormuş gibi ekonomiye de bi haller oldu. Dolar aniden 18 lere tırmandı sonra bir gece de %30 değer kaybetti sonra yine yukarıya doğru hızla... İmdaat...


Geçen sene Turk telekom abonelik taahhüdüne karşılık bana busuu uygulaması hediye etmişti. Günlük 10 dk çalışmayla ingilizce öğrenilebileceğini savunan uygulamalardan. Baya da üzerinde durdum ve ilk iki sertifikasını da aldım. Sonrasında tıkandım ve nedense verimsiz olduğunu, uygulama yerine kitap okumanın daha faydalı olabileceğini düşünmeye başladım. Lafı fazla uzatmadan kitap okumanın çok daha faydalı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca senenin sonuna doğru fark ettiğim FK Language youtube kanalındaki elemanı daha anlaşılır ve bizden buldum. Eğer sınavlara hazırlanan biri değilseniz ve amacınız sadece benim gibi hayatına renk katmaksa fazlasıyla yeterli.


Bana gelince geçen seneden çıkardığım dersleri ilk 6 hatta 7 ay ciddi ciddi uyguladım. Takvim üzerinde kendimce artılar eksiler atarak ilerledim. Faydasını gördüm aslında ama bir süre sonra mental yorgunluk dedikleri boşvermişlik duygusuna kapıldım. Motivasyonumu filan kaybettim. Bu nedenle de kitap okuma ve blog paylaşımı konusunda en sönük yıllarımdan biri oldu. Bunun yanında yaklaşık 1500 sayfalık marifetname'yi bitirmiş olmam en başarılı olayımdı. Düşünün artık. 


Barış Özcan'ın zinciri kırma videolarından ilham alarak başladığım takvime işaret koyma olayına bu yılda devam etmeyi düşünüyorum. Hedefler tabi ki aynı düşük seviyeden devam edecek. Günlük yarım saat kitap, 10 dk egzersiz, 10 dk yabancı dil gibi ama bunun bile insanı ne kadar ilerlettiğini yaşayarak görüyorum. Özetle devamlılık her şeydir azizim. 


Son olarak sonuna kadar sabırla okuyan arkadaşım. Umarım 2022 hepimizin bol bol anı biriktirdiği, sağlıkla, huzurla ve mutlulukla geçirdiği bir yıl olur. Mutlu yıllar. 

2021 de bitti ve incinmeye devam ediyoruz. Hala coronarivüs belasıyla uğraşıyoruz. Gerçi maske - mesafe kurallarına sıkı sıkıya uyan da pek ...

Son Öpüş


1906 yılında doğmuş. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde okumuş. Servet-i Fünün dergisinde yazmaya başlamış ve Yedi Meşaleciler grubunun tek hikayecisiymiş. Gazetecilik yapmış, yazı işleri müdürü olmuş.  Daha 38 yaşında yedek subay olarak askerliğini yaparken tifüsten ölmüş. Adını ilk kez duyduğum hikayecimiz Kenan Hulusi Koray'dan bahsediyorum. Ne yazık ki hakkında ödev için hazırlanmış biyografiler dışında pek bir şey göremedim internette de. Hani bir blog yazısı olur, edebiyat dergisinde güzel bir derleme yapılmıştır diye bekledim ama yok. Rastlayamadım. 

Son Öpüş, yazarın okuduğum ilk hikayesi. Doğunun ücra bir yerindeki Haçdağı köyüne götürüyor okurunu. İnsanı ürperten bir kasvet bürüyor her yanı. Kışın tüm yolların kapanması, köye kurt dadanması yetmezmiş gibi eşkıyalar bir yandan, jandarmalar diğer yandan. Dahası, geleceği herkesçe bilinen felaketin, korkuyla bezenmiş çaresizlikte beklenmesi...

Fazlasıyla bizden. Sevdim...

1906 yılında doğmuş. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde okumuş. Servet-i Fünün dergisinde yazmaya başlamış ve Yedi Meşaleciler grub...

Bir Büyücünün Çocukluğu


Kısa hikayelerden hatta masallardan oluşan Hermann Hesse kitabındaki masalın adıdır Bir Büyücünün Çocukluğu. Muhtemelen yayıncı kitapevi masalları derledikleri kitaba da aynı ismi vermiştir. Ama internetten araştırma yapmak için gelen arkadaşlar, bu tahmini lütfen bilgi olarak kullanmayalım, araştırmalarımıza kaldığımız yerden devam edelim.


Kitapta bir çok masal var. Konuların neredeyse ortak bir noktası yok. Sadece yazarın mistik yazım tarzı tüm hikayelerde kendisini fazlasıyla hissettiriyor. Bunun yanında Yalancı Çoban'ımızı kitabın içindeki Kral Yu'da görmek inceden bir tebessüme neden oluyor. Bense en çok bir şehrin kuruluşunu, büyümesini, zirveye ulaşmasını ve yok oluşunu anlatan Kent'i sevdim. Naparsanız yapın başa dönersiniz mesajını iliklerime kadar hissettim. Bu nedenledir ki doğanın zaferini simgeleyen baskın fotoğrafı bu yayına yerleştirdim. Aferin bana. 


Kent'i okuyup kitabı kenara bırakmakta olmaz tabi. İçinde daha bir çok masal var. Bazıları çok muğlaktı. Biraz dikkat dağınıklığımın da etkisiyle anlamakta zorladım. Bazılarını ise bu da iyiymiş duygusuyla bitirdim. 


Kitabı merak edenler için, kitaptaki masalları üşenmeden tek tek anlatan çok güzel bir blog yazısıyla baş başa bırakıyorum. Buradan Buyrun


Kitapla kalın...

Kısa hikayelerden hatta masallardan oluşan Hermann Hesse kitabındaki masalın adıdır Bir Büyücünün Çocukluğu. Muhtemelen yayıncı kitapevi mas...

Yalnızlık ve Aşk'ın Romanı Bukre


Çok fazla ön bilgi edinmeden başlamıştım romana. Nasılsa kitabı okuyunca anlarım düşüncesiyle "Bukre" nin anlamına bile bakmadım. Kitabı bitirdim bitirmesine ama Bukre hakkında, romanın baş karakteri olması dışında google amcaya sorana kadar hiç bir fikre sahip olamadım.


İlk kez kitabını okuduğum Kahraman Terzioğlu'nun eski bir radyocu olduğunu, aşk ve yalnızlık üzerine şiirler yazdığını öğrenmemle tüm taşlar yerine oturdu. Radyo candır ve dinlemeyi severim. Yalnızlık ve aşk ikilisi ise her insanın bunalım anlarında yardımına koşan iki mükemmel duygu değil midir? Al sana müthiş bir terapi...


Kitap için ön bilgi isteyenlere... Ağırlıklı olarak Bukre, Selim ve Cem üçgeninde ilerleyen romanda, zaman zaman Uğur ve Rüya karakterleri de kadraja giriyor. Lise çağlarındaki akranların hayatları üzerinden, karşı cinsten olan iki dostun yanına bir aşkın nasıl konumlandırılabileceği üzerinde kafa yoruluyor ve tarafların duyguları paylaşılıyor.  Biraz duygusal, fazlasıyla melankolik...

Çok fazla ön bilgi edinmeden başlamıştım romana. Nasılsa kitabı okuyunca anlarım düşüncesiyle "Bukre" nin anlamına bile bakmadım. ...

Metafizik


Kitabı çok saygıdeğer yeğenimin bana emanet ettiği kitaplar arasında gördükten sonra okumaya karar vermiştim. Her şeyden önce ismindeki albeni okuduktan sonra bir üst seviyeye geçecekmişim hissi veriyordu. Ta ki kitabı okumaya başladıktan sonra yaşadığım ne anlatıyo lan bu sersemliğine kavuşana kadar.


Google amca metafiziği felsefenin bir dalı olarak nitelendiriyor ve bilimin ötesinde olan olarak tanımlıyor. Bense fiziğin felsefeyle daha zor ve karmaşık hale getirilmesi olarak yorumladım. Yukarıdaki resimden de anlaşılacağı üzere garip garip başlıklar üzerine kafa yormalar fazlasıyla boş iş gibi geldi. Mesela Fatih Sultan Mehmet'ten bahseden birinin onun bebekliğinden mi, gençliğinden mi, yoksa ölüm öncesi halinden mi bahsettiği, bir insanın bebekliği ile yaşlı halinin aynı insan mı olduğu üzerinde güzelce kafa yorduğunuzu düşünün. Tamam düşündük de noldu şimdi dumuruna uğradıysanız bendensiniz.  


Neyse ki yazarımız kitabın sonunda benim gibi okurların zihnini okumuş ve ön söz niteliğindeki kitabın yazım amacını güzelce açıklamış. Çok büyük saygı duydum. Sonuç olarak bu konular ve farklı düşünceler ilginizi çekerse okyanusa açılabilirsiniz. 

Kitabı çok saygıdeğer yeğenimin bana emanet ettiği kitaplar arasında gördükten sonra okumaya karar vermiştim. Her şeyden önce ismindeki albe...

Kore, Hellbound, Bilim Kurgu, Fantastik Vs.


Son aylarda ekonomiyle yatıp kalkarken, belki de gündeme maruz bırakılırken her birimiz ekonomiden anladığımızı düşünür olduk. Oluşan hengamenin arasında özellikle twitter kullanıcılarının yıllaaar öncesinden şaak 10 milyar dolar sürerim piyasaya videosundan aşina olduğu Özgür Demirtaş'ın paylaşımında gördüm diziyi. Adam zeki ve cesur, vardır bir bildiği düşüncesiyle başladım diziye...


Özgür Demirtaş'a saygı duyuyorum ama sadece 6 bölüm yayımlanmış yeni bir dizi olduğunu görmeseydim zor başlardım. Kimse kusura bakmasın, Korelilerin ağızlarının içinde gevelermiş gibi konuşmalarına takılıyorum, dikkatim dağılıyor ve benimle dalga geçiyorlarmış gibi hissediyorum. Ayrıca dizi ve filmlerdeki fantastik görsellerin tüm gerçekliği öldürdüğü gibi bir hissiyatım da var. Neyse ki dizinin kısa olmasının verdiği rahatlıkla da başlayınca, fantastik görsellerinin yerinde ve kararında kullanıldığını gördüm. Hatta ölüm meleğinin cehenneme gidecek insanlara bir anda herkesin göreceği şekilde mesaj vermesi, ölüm anı geldiğinde üç tane hulk benzeri yaratığın bir anda ortaya çıkıp acımasızca cinayet işlemesi aksiyon ve fantastik severlerin bayılacağı türden. Ama uyarayım, bu kısımlar fazlasıyla şiddet içerir. Bunun yanında ortaya çıkan yeni durumdan rant sağlaması ve dini kullanarak otorite kurma çabasının yanında korku yayıldıkça toplumun içten içe değer yargılarını sorgulamaya başlaması diziye farklı bir anlam katmış.


Tüm bölümlerini sıkılmadan izledim ve altıncı bölüm sonunda, dizinin devam edeceği, hatta çok daha anlamlı ve iyi bir yöne evirileceği hissine kapıldım. İzlenme rekorları kıran Squid Game'den daha çok beğendiğimi söyleyebilirim.

Son aylarda ekonomiyle yatıp kalkarken, belki de gündeme maruz bırakılırken her birimiz ekonomiden anladığımızı düşünür olduk. Oluşan hengam...

Kırmızı Saçlı Kadın


Kırmızı Saçlı Kadın, okuduğum en anlaşılır ve en etkileyici Orhan Pamuk romanıydı benim için. Üstelik tam bir ustalık eseri olduğunu gösteren anlatılarla doluydu. Aynı konu üzerinde hem doğu edebiyatı hem de batı edebiyatı ve kültürü üzerine verdiği doyurucu bilgilerle günümüze ışık tutması, aslında zaman ve mekan farketmeksizin devam edegelen bir karmaşıklığın en net anlatımıydı.


Yazar hikayesinde okurunu 1980'li yıllara götürüyor. Bir şekilde çalışmak zorunda kalan Cem'in iç dünyasında, hem batı hem doğu kültürüyle harmanlanmış günümüz ilişkilerine ışık tutmaya çalışıyor. Cem'in kuyuculuk yapmak için çalıştığı yerde görüdüğü ve aşık olduğu tiyatrocu ve evli olan kırmızı saçlı kadınla bir gecelik ilişki yaşaması aynı zamanda babası gibi gördüğü ustasını ölüme terk edip kaçması tarihin zaman, mekan ve oyuncu değilikliğinden başka bir şey olmadığını gösteriyor. 


Tarihteki baba ve oğul katillerini, bilmeden kendi anneleriyle evlenen kralları okurken aslında Cem'in sonunun da benzer olduğunu anlamamız kitabın sonunu buluyor. 


Okunacaklar listesinde olmalı...

Kırmızı Saçlı Kadın, okuduğum en anlaşılır ve en etkileyici Orhan Pamuk romanıydı benim için. Üstelik tam bir ustalık eseri olduğunu göstere...

Continuum


Dizinin ilk sezonu 2012 yılında yayımlanmasına rağmen bilim kurgu hayranı olan ben, 2021'in sonuna doğru fark ediyorum. Gündemi bu kadar hızlı takip ediyor olmam beni bile şaşırtıyor. 


Continuum isimli diziden bahsediyorum. İlk sezon 2012'de olmak üzere toplam 4 sezon çekilmiş. Her bölüm yaklaşık 45 dk dan oluşuyor. 2077 yılından 2012 yılına kaçan bir grup idam mahkumu ve onları engellemek isterken kazara onlarla birlikte zaman yolculuğu yapan polisin mücadelesini anlatıyor. 2012 yılına hapsolan polis bir an önce kendi zamanına dönmeye çalışırken, idam mahkumları geçmişi değiştirerek geleceklerini kurtarma derdine düşüyor.  



Dizi, giyilebilir teknolojinin geleceği ve zaman yolculuğunun etkileri üzerinde çok fazla kafa yormuş  hatta zamanının çok ötesine gitmiş. Teknolojinin insanın kusurlarını kapatarak mükemmelliğe yaklaştırırken köleleştirdiğini kanıksatmış. Diğer yandan kendince çözüm üreten izleyiciyi, teknolojiyi kullanmayı reddedenlerin zaten teknoloji sahiplerince yok edileceği çıkmazına sokmuş. 



Giyilebilir teknolojinin hangi seviyelere gelebileceğini görmek benim için heyecan vericiydi. Sağlık bilekliği ya da akıllı kol saatleriyle başlayan bu süreç eminim çok daha ilerilere gidecektir. Teknolojiden kaçmanın imkansız olduğu ortada. Sanırım önemli olan kullanılan ürünün kölesi olmamak...


Sağlıkla kalın...

Dizinin ilk sezonu 2012 yılında yayımlanmasına rağmen bilim kurgu hayranı olan ben, 2021'in sonuna doğru fark ediyorum. Gündemi bu kadar...

İç Ses


Geçenlerde Medium platformunda hayatın anlamını sorgulayan ve yanılsamadan ibaret olduğunu savunan bir yazı okudum. Yazı özetle hayatınıza renk katmaya çalıştığınız her çaba, bir gün sizinle beraber yok olup gidecek ve sizden geriye hiç bir şey kalmayacak diyordu. Belki taa eskilerde başarılarla dolu ömür süren bir adam yaşamıştı da bu gün kimsenin haberi bile yoktu. Bırakın adamı, yok olan devletlerden ve medeniyetlerden bihaberiz örnekleriyle üzerine tuzunu ve biberini de ekiyordu.

Bu aralar bende de bir aman sendecilik aldı başını gidiyor. İngilizcem gelişsin diye kitap okumaya çalışıyordum, sıkıldım. Egzersiz yapmayı bırak, elimden gelse uzuuun bir süre tv karşısında yatay pozisyonda kalırım. Neyse 1 hafta salayım, sonra yine bir gazla gittiği yere kadar devam ederim diyorum ama inceden de tembelliğin ya da procrastination'ın (erteleme hastalığı) üzerime yapışmasından da endişe ediyorum. Ben kendimle konuşup dururken sosyal medya imdadıma yetişti. Buradaki astrolog arkadaşlar kötü gidişin sebebini merkür retrosuna bağlıyordu. Burçlardan anlamam da ilgilenmem de ama herkesin aynı sorunla boğuştuğunu duyunca inceden bir ferahlama geldi.  

Şaka bir yana ilk paragraftaki yazıyı okuduğumda benim hislerimi bana düşünce olarak ne de güzel iade etmiş diye düşündüm. Sonra da kalk Abdullah işine gücüne bak, senden Mandıra Filozofu olmaz dedim.

Yazıyı merak edenler için: Hayatın Anlamı Bir Yanılsama Mı?

Geçenlerde Medium platformunda hayatın anlamını sorgulayan ve yanılsamadan ibaret olduğunu savunan bir yazı okudum. Yazı özetle hayatınıza r...

Kasvetli Bir Polisiye : Alef


Alef garip bir dizi. Kullanılan araçlardan ve ortamdan anladığımız kadarıyla izleyici, 90 ların İstanbul Emniyeti cinayet bürosuna misafir oluyor. Ağır travmalar yaşamış İngiliz (Kenan İmirzalıoğlu) ile Settar'ın (Ahmet Mümtaz Taylan) beraber çalıştığı bir cinayet büro ekibi, zor işi üstlenmek zorunda kalıyor. Aynı ekipte çalışan yeni ve eski polis kendi yöntemleriyle seri katili bulmaya çalışıyor.



Dizi 1 sezon ve 8 bölüm olarak 2020'nin nisan ayında blutv platformunda yayımlanmış. Nedense bu güne kadar dikkatimi çekmeyen diziye tesadüfen başladım. Garipsediğim mistik havası, diyaloglardaki doğallık ve cesurluk daha ilk bölümden bağlanmamı sağladı. Tasavvufi konulardaki bir çok ayrışmanın fikri alt yapısının yanında, Vahdeti Vücut ile Vahdeti Mevcut ayrımını ilk kez burada duydum. Ne kadar da cahilim...



Küçük bir eleştiri... Dizinin sürekli kasvetli ortamlarda çekilmesi Rus romanından uyarlanmış havası veriyor. Seri cinayetlerin tarihi mekanlarla ve uzak geçmişle bağlantıları ise fazlasıyla Ahmet Ümit kalemi. Yine de  beni etkilemeyi başardı. Hatta baya iyiydi... 

Alef garip bir dizi. Kullanılan araçlardan ve ortamdan anladığımız kadarıyla izleyici, 90 ların İstanbul Emniyeti cinayet bürosuna misafir o...

Nefaset Lokantası


İlk kez bir Tuğba Doğan kitabı okuyorum. Belki de son bir kaç aydır okurken en çok keyif aldığım kitap oldu kendileri. Bu nedenle daha yazının başında tavsiye ediyorum herkese...


İnternette bir çok kitap severin yorumunda okuduğum hikaye örgüsündeki kopukluğa nedense ben hiç takılmadım. Salih'in gazeteden kovulup, İstanbul'a gidişi, Nefaset Lokantasını buluşu ve gönül ilişkileri hep arka planda kaldı. Daha çok yazarın roman karakterleri aracılığıyla yaşını almış insan tecrübesine dayanan iç sesine hayran kaldım. İnsanı, toplumu ve hayatı çözmüş dedim. Hele ki entelektüel kesimin tarihin her döneminde toplumuna yabancılaştırıldığı, değersizleştirildiği tespitini dönüp dönüp tekrar okudum.


Küçük bir eleştiri de sevgili yeğenime... Uzun zamandır taşıma ve gece - gündüz fark etmeksizin her yerde rahatlıkla okuma kolaylığı nedeniyle e kitap okuyordum. Bu kez yeğenin eve bıraktığı kitabı okumayı tercih ettim. Kendisine buradan rica ediyorum, lütfen başka bir yayın evini tercih et. YKY yayınlarının yazıları çok küçük oluyor. Canım çıktı okuyana kadar...


Kitapla kalın...

İlk kez bir Tuğba Doğan kitabı okuyorum. Belki de son bir kaç aydır okurken en çok keyif aldığım kitap oldu kendileri. Bu nedenle daha yazın...

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat




Novella okumayalı uzun zaman oldu. Stefan Zweig gibi insan psikolojisinin derinliklerine inmeyi çok iyi başaran bir yazarla, kalın ve anlaşılması güç kitaplara es vermek çok iyi geldi. Okurken rahatlamak, kafa dağıtmak ve başka dünyalara seyahat etmek isterseniz size de tavsiye ederim.

Yazar taa 1922 yılında yayımladığı bu küçük hikayesinde insan ruhunun en derininde nelerin olabileceğini göstermiş. Önce herkesin olmak istediği kişi rolüne büründüğü kalabalık bir ortam hayali kurdurmuş. Göstermelik ahlaki duyarlılığı olan insanların kalbinin sesini dinleyen bir kadını ayıpladığı bu ortamda, onu anlayabildiğini yüksek sesle söyleyebilen bir adamın yanına götürmüş okurunu. Sonra bu davranıştan etkilenerek geçmişini açmak isteyen bayan C. nin en özel hikayesini dinletmiş...

Hikayenin içeriğinden ziyade psikolojik alt yapısı ve hayata dair çıkarımları çok iyiydi. Bu kısacık hikayede "geçmişinden korkmadığını fark ettiğinde artık yaşlanmışsındır" ve "hedefi olmayan her hayat hatadır" gibi derinlere işleyen efsanevi tespitleri nedeniyle önünde saygıyla eğiliyorum.

Selametle...

Novella okumayalı uzun zaman oldu. Stefan Zweig gibi insan psikolojisinin derinliklerine inmeyi çok iyi başaran bir yazarla, kalın ve anlaşı...

Cevdet Bey ve Oğulları


Anladığım kadarıyla 650 sayfalık roman, Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki sosyal, ekonomik, toplumsal ve kültürel konuları ele alıyor. Toplumsal değişimi ise İstanbul'da yaşayan elit bir aileye konuk ederek gözler önüne seriyor. Ama uzun uzun anlatabileceğim hiç bir şey yok kafamda. Kitap yeni bitmesine rağmen içerisi bomboş anlayacağınız. Ne karakterleri anlayabildim, ne de hikayenin içine girebildim. İnat ettim ve bitirdim. Hepsi bu...


Google'den öğrendiğim kadarıyla da Orhan Pamuk kitabını 22 yaşında yazmaya başlamış ve 4 yılın sonunda yani 1978'de bitirmiş. Ama ülkenin ekonomik durumundan dolayı ilk kez 1982 yılında yayınlayabilmiş. Ayrıca 19 yüzyıl klasik özelliklerini taşıyan bir çağ romanıymış.


Bir daha dönüp okur muyum? Sanmam...

Anladığım kadarıyla 650 sayfalık roman, Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki sosyal, ekonomik, toplumsal ve kültürel konuları ele alıyor. Toplu...

Tongue Fu


Yazar Sam Horn kitabında, Tongue Fu'yu sözlü dövüş sanatı daha doğrusu sözlü savunma sanatı olarak tanımlayarak yola çıkıyor. Sonrasında Kung Fu gibi bir çok dövüş sanatında bedenin eğitilmesi örneğinden yola çıkarak zihni eğitmenin yollarını örneklemelerle anlatmaya devam ediyor.


Kitabın ana vurgusu empati ve sessizliğin gücü. Hangi durumla karşılaşırsanız karşılaşın empati yeteneğinizin sizi öne çıkaracağı ve başınızı belaya sokmaktan kurtaracağını kanıksatana kadar anlatıyor. Sessiz kalmanın gücüne inandırmak için ise sayfalar dolusu methiyeler diziyor. Satış temsilcileri ve kasiyerlerin sıklıkla karşılaştıkları bir çok olayı doğrusu ve yanlışıyla örneklendiriyor. Böylece kendini denemek isteyen okur için kitap zihinsel bir seminere dönüşüyor.  


Kişisel gelişim kitaplarına soğuk bakan biri olarak kocaman kitapta bam telime dokunan cümleyi aşağıya bırakıyorum. Kalın sağlıcakla...


Endişelenmek aslında olmasını istemediğiniz bir şey için dua etmenin bir yoludur...

Yazar Sam Horn kitabında, Tongue Fu'yu sözlü dövüş sanatı daha doğrusu sözlü savunma sanatı olarak tanımlayarak yola çıkıyor. Sonrasında...

Sözde Kızlar


Osmanlı'nın son dönemlerinde edebiyat dünyamız yanlış batılılaşma algısına bir hayli kafa yormuş anlaşılan. Daha önce de gününü şuursuzca eğlenerek geçirmeyi batılılaşma zannedenleri Ahmet Mithat Efendinin Felatun Bey ile Rakım Efendisinde, Recaizade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdasında ve Şemseddin Sami'nin Talat ile Fitnat'ın Aşkında okuduğumu hatırlıyorum. Dönemin yazarları o kadar çok dertlenmiş olmalılar ki, çarpıklığı yaşanabilecek her duyguyla aktarmayı denemişler. Okurlarını kimi zaman kızdırmışlar, kimi zamanda güldürmüşler ama yaraya çok iyi parmak basmışlar.


Peyami Safa'nın Sözde Kızlar romanının konusu da tam olarak bu. İşgal yıllarında Anadolu'dan İstanbul'a babasını aramaya gelen Mebrure'yi baş karakter yapar. Mebrure'nin gözünden İstanbul sosyetesinin iç acınası şuursuz, acımasız ve bencil yaşamına konuk eder. Roman okuru Behiç karakterini kalın harflerle kafaya kazır.


Eser ilk olarak 1922 yılında Serazad imzasıyla sabah gazetesinde yayımlanmaya başlamış ama gazete kapanınca 1923 yılında ise kitap olarak basılmış. Çok sevilmiş ve filmi de yapılmış. Biraz acımtırak bir tadı var ama seversiniz... 

Osmanlı'nın son dönemlerinde edebiyat dünyamız yanlış batılılaşma algısına bir hayli kafa yormuş anlaşılan. Daha önce de gününü şuursuzc...

Handan


Halide Edip Adıvar'ın Handan'ı psikolojik olmasından mıdır yoksa yayın evinin eseri tamamen sadeleştirmek yerine dipnotlarla açıklamayı tercih etmesinden midir bilemiyorum ama oldukça zorladı beni. 


Aslında kitabın konusu güncelliğini hiç bir zaman yitirmeyen kadın erkek ilişkisine dayanıyor. Kendini her yönüyle geliştiren ve kültürlü bir kadın olan Handan'a Nazım ismindeki hocası aşık oluyor. Abdulhamit'e muhalif Jön Türklerden olan Nazım'ın kendisine olan aşkına, eş yerine dava arkadaşı aradığı gerekçesiyle karşılık vermiyor Handan. Sonra kültürsüz ama zengin biri olan Hariciyeci Hüsnü Paşayla evleniyor ve Avrupa'ya yerleşiyor. Nazım muhalifliğin neticesi düştüğü hapishanede intihar ederken Handan'a mektup bırakıyor. Handan ise bu sırada Hüsnü Paşayı etkisi altına almaya çalışıyor. Baskılardan bunalan Hüsnü Paşa huzuru başka kadınlarda bulmaya çalışıyor. Handan ise başka kadınları öğrenince neye uğradığını şaşırıyor ve kafayı yiyor.


Toplam 66 mektup derlemesi olan romanda daha pek çok irdelenmeye değer yan hikaye var. Üstelik Osmanlı'nın son dönem toplum psikolojisine merak duyanlar için de fazlasıyla ip ucu barındırıyor. Ama kafa dağıtıcı bir şeyler arayanlar için dipnotlar fazlasıyla okuma hızınızı düşürecek ve dikkatinizi dağıtacaktır. Belki tam sadeleştirilmiş basımları tercih edilebilir. 


Kitapla kalın...

Halide Edip Adıvar'ın Handan'ı psikolojik olmasından mıdır yoksa yayın evinin eseri tamamen sadeleştirmek yerine dipnotlarla açıklam...

Üçüncü Dalga

Kitabın arka kapağının daha ilk cümlesinde yazar Alvin Toffler için önde gelen yönetim ve gelecek bilimcileri arasında olduğu gibi oldukça iddialı bir giriş yapılmış. Ayrıca yazarın farklı ülkelerden çok fazla kitap, gazete, dergi ve rapor okuduğu ayrıca başbakanlar, generaller, şirket yöneticileriyle yaptığı görüşmeler sonucunda ortaya koyduğu tespitlerin kitabın içeriğinde yer aldığı belirtilmiş...


Yazarımız insanlığı toplum yaşantısı ve yönetimi tarihini üç parçaya bölüyor ve her birine de dalga ismini veriyor. İlk dalga da avcı toplayıcı ve ilk tarım toplumlarını ele alıyor. Bu dönemde insanlık tüketmek için yani ihtiyacı olanı üretme gayretiyle çalışıyor. Zamanla kendisi için ürettiği şeyleri takas ederek ihtiyaç çeşitliliğini karşılamayı öğreniyor ve daha fazla üreterek daha çok kazanmanın yolunu açıyor.


Kazanmak için üretmeye başlayan insanoğlu artık ihtiyacı olanı üretmeyi ikinci plana atıyor. Başkalarının ihtiyaçlarını üreterek, ihtiyacı olanı satın almayı öğreniyor. İşte bu aşamada sanayi devrimi gerçekleşiyor ve birinci dalgadaki yaşam anlayışını bir kenara itiyor. Önce her işçiye işin tamamını yaptırmak yerine işi parçalara bölüp her parça için farklı işçi grubu görevlendirmenin üretimi hızlandırdığını fark ediyorlar. Sonrasında da bu parçalardan bazılarını insansız makinelerin de yapabildiğini görüyorlar ve insanlarla makineleri senkronize çalıştırmaya başlıyorlar. Böylece zaman ve mesai kavramı hayatımızın en önemli parçası haline geliyor. Sistem oturdukça hem iş alanlarında hem de toplumun günlük yaşamında neye ihtiyaç duyacağını anlatan uzmanlar oluşmaya başlıyor. Aslında daha çok kazanma dolayısıyla daha çok üretme isteği beraberinde sadece ekonomiyi değil tüm hayatı etkiliyor.


Yazar ikinci dalganın oluşturduğu kapitalist sistemin de hızla dünyayı tükettiği ve çökmek üzere olduğuna inanıyor. Yerini tüketicilerin tekrar üretime katılabileceği yeni bir sistemin alacağına inanıyor. Aslında kısmen de üçüncü dalganın kendini hissettirdiğini düşünüyor. İnsanların kurulu mobilya almak yerine mobilya parçalarının ve cıvatalarının satıldığı paketleri tercih ederek kullanım kılavuzuna göre evde kendilerinin kurmasını buna örnek gösteriyor. Mobilya şirketinin kullanıcıyı da üretime katarak hem aidiyet hissi oluşturduğunu hem de maliyeti düşürdüğünü savunuyor. Bunun dışında bir çok işin evden yapılabileceği veya farklı zamanlarda işe gidilerek yapılabileceğini savunarak trafik sorununun da ortadan kalkacağı öngörüsünde bulunuyor.


Beni fazlasıyla etkileyen kitap ilk olarak 1980 yılında yayımlanmış. Kırk yılı aşkın süre geçmesine rağmen halen tavsiyeler listesinde yerini alması ilginç gelebilir. Ama bunun nedenini kitabı okudukça daha iyi anlıyorsunuz. Kesinlikle okurunun ufkunu açanlardan... 

Kitabın arka kapağının daha ilk cümlesinde yazar Alvin Toffler için önde gelen yönetim ve gelecek bilimcileri arasında olduğu gibi oldukça i...

Gizli İkna Taktikleri


Hem kitabın adı hem de yazar Kevin Hogan'ın ön sözüne bakılacak olursa oldukça iddialı bir kitap. Üstelik hiç tarzım değildir böyle cafcaflı ve abartılı şeylerin peşinden gitmek. Kapağı bile antipatik geldi. Buna rağmen biraz ön yargı, biraz merak biraz da okuyacak bir şeyler bulamadığım için başladım okumaya.


Kitap tamamen satış ve pazarlama üzerine kurgulanmış. Ürününüzü satarken nelere dikkat etmeli, müşterinizle nasıl iletişim kurmalı, vücut dili, ses tonu ve kurduğumuz cümlelerin müşteri üzerindeki etkileri gibi konuları ele almış. İnsana daha doğrusu müşteriye yaklaşma üzerine maddeler halinde çıkarımlarda bulunmuş. Özellikle iletişimde empatinin önemini çok güzel anlatmış.


Zaman zaman bu kitabı bitirmek istediğimden emin miyim düşüncesiyle boğuşarak bitirdim. Cafcaflı anlatım tarzının yanında kolay okunabilen bir kitap. Ayrıca tamamen safsata olduğunu da söyleyemeyeceğim. Konuya meraklı ve ilgilileri için bir miktar hatta daha fazla yardımı dokunabilir.  

Hem kitabın adı hem de yazar Kevin Hogan'ın ön sözüne bakılacak olursa oldukça iddialı bir kitap. Üstelik hiç tarzım değildir böyle cafc...

Sofie'nin Dünyası


Daha önce başlayıp da bitiremediklerimdendi Sofie'nin Dünyası. Norveçli yazar Jostein Gaarder tarafından 1991 yılında yazılan kitap 30 milyondan fazla satılmasıyla ün yapmıştı. Muhtemelen ben de popüler kültürün etkisiyle okumaya yeltenmiş ama felsefeyle ilgimin olmamasından dolayı baş ağrısı içinde kitabı bırakmıştım. Şimdilerde ise daha yüzeysel yani kafa yormadan okudum.


Yazarın mantığını çok sevdim. Hikaye içinde hikaye anlatarak neredeyse felsefeyle ilgili herkesten ve tüm akımlardan bahsetmiş. Üstelik kitabını 34 bölüme ayırarak tüm akımları ya da kişileri ayrı bir başlıkta işlemiş. Son bölümde ise günümüzün popüler olan ama temelsiz akımlarına ve evrenin nasıl oluştuğuna dair fikirlerine yer vermiş. 


Kitabın hikaye kısmı da güzel ilerliyor. 15 yaşına girmek üzere olan Sofie günün birinde posta kutusunda "kimsin sen" yazan bir kart bulmasıyla başlıyor. Zamanla devamı gelen mektupları Lübnan'daki Birleşmiş Milletler taburunda görevli bir binbaşının gönderdiği anlaşılıyor. Kitabın sonlarına doğru da Sofie kendisinin aslında yaşamadığını anlıyor...


Felsefeyle ilgililer ya da felsefenin neyi sorguladığına kafa yormak isteyenler için doyurucu bir kitap. Yalnız 500 sayfanın üzerinde...

Daha önce başlayıp da bitiremediklerimdendi Sofie'nin Dünyası. Norveçli yazar Jostein Gaarder tarafından 1991 yılında yazılan kitap 30 m...

Yaz Geçer


Şiir kitabı okuma alışkanlığım yoktur aslında. Nedense şiir kitap olarak okunmazmış gibi gelir bana. Kartpostalda görürsün, sosyal medya paylaşımında görürsün okursun. Ya da bir şiir dinletisinde hayran hayran bakarak dinlersin ama kitabını okumazsın. 


Bu konuda dürüst olacağım. Yaz Geçer'i hikaye kitabı beklentisiyle okumaya karar verdim. Bir kaç sayfa ilerledikten sonra tamamının şiir kitabı olduğunu anladım. Sonrasında da zaten yüz sayfa kadar, başlamışken bitsin düşüncesine kapıldım.


Eser yazarın 1986-1992 yılları arasında yazdığı ve üç bölüme ayırdığı toplam on şiirlerden oluşuyor.  Şiirlerdeki genel atmosfer melankoli. Okurken ayrılık, yalnızlık, unutamama gibi duyguları derinlerde bir yerlerde hissediyorsunuz. 


Böylece ilk şiir kitabı da blogda yerini almış oldu.


Sandık Odası

gün ışığıyla yıkanmış küskün bir yıldız

gibi akıp geçtin

sessizliğimizin üstünden

oyalanacak bir şey bile bırakmadın

tozlanmış, dalgın bakışlarımıza

ne zaman, nerede bir şey yitirsek

burada bulacağımızı sanırdık

bu sandık odasında

mümkünmüş gibi

balkonda unuttuğumuz nice yazlardan sonra…

Ludwigshafen – İstanbul, 1991

Şiir kitabı okuma alışkanlığım yoktur aslında. Nedense şiir kitap olarak okunmazmış gibi gelir bana. Kartpostalda görürsün, sosyal medya pay...

Dünya Kadar Sade


Daha önceki paylaşımlarımın birinde yeni nesil video platformu Gain'den bahsetmiştim. Platformun oldukça elitist bir havası var. Muhtemelen alışık olmadığımız 4 dakikalık içeriklerle anlatımların olmasının yanında fazlaca avrupai yayınların paylaşılması bunun en büyük nedenleri olmalı. Şimdilik bu kadar övgü yeter, şımarmasınlar...

Geçenlerde Gain'de gezinirken Belçin Bilgin'in sunduğu Dünya Kadar Sade isimli bir yayına denk geldim. Yaklaşık 15'er dakikadan ve Zihin, Sofra, Alışveriş, Ev ve Zaman olmak üzere 5 bölümden oluşuyor şimdilik. Modern dünyanın keşmekeşinden kaçma, sadeleşme, bilinçli ve kaliteli yaşamlar üzerine aldığı konuklarla muhteşem bir aydınlanma yaşatıyor. Bölümleri izlerken motive olmamak, ben neden böyle değilim duygusuna kapılmamak elde değil. 


Şu anda kimin yazdığını ve nerede gördüğümü hatırlamıyorum ama bir yerlerde okumuştum. Yazar "kullanmadığınız her eşyanın kölesisiniz, çünkü onu almak için köle gibi çalıştınız" diyordu. Bu müthiş tespit Belçin Bilgin'in anlatımında canlanmış sanki...


Yayın platformdan ücretsiz olarak izlenebiliyor. Bir şans verilmeli mutlaka...

Daha önceki paylaşımlarımın birinde yeni nesil video platformu Gain'den bahsetmiştim. Platformun oldukça elitist bir havası var. Muhteme...

Albert Camus'un Sıkıyönetimi


Oyun okuru olmak ayrı bir meziyet sanki. Eserin başında oyuncular tanımlanıyor, kıyafetler ve mekan betimlendikten sonra da perde açılıyor. Her perde sonrası sahne yazar tarafından tekrar betimleniyor ve diyalog okuru zihinsel bir tiyatro oyununun içinde buluyor kendini. 


Tam benlik değil sanki. Kitap karakterlerini hayalimde canlandırarak öykünün içine akıp gitmek yerine kıyafetlerine kadar bana tarif edilen birini hayal etmek, yazarın zihnine girmeye çalışmak gibi geliyor. Hele yabancı bir yazarın yıllar öncesine dayanan ve bana çok uzak bir kültürü betimlemesini canlandırmak, puslu bir sahneden öteye gidemiyor.  


Hikayenin içine giremeyen seyirci gibi kalsam da Albert Camus'un asırlar öncesini anlatan Sıkıyönetimi günümüze ışık tutan bir güncelliğe sahip. 1346 da ortaya çıkan ve 75 ile 200 milyon insanın ölümüne neden olduğu tahmin edilen hıyarcıklı veba, kara veba ya da kara ölüm olarak bilinen tarihin en ölümcül salgınını konu alıyor. Salgın bahanesiyle yöneticilerin sadece savaş ortamında alınabilecek tedbirleri yönetmeliklerle insanlara dayatması, halkın saplantılı inançları, elit kesimin bir anda kendini halktan soyutlayarak veba sonrası yine halkın efendisi olmak için gelmeleri gibi çıkarımları var. Anlayacağınız üstü kapalı derin mesajlar içeriyor.


Bir kez de oyununu izlemek lazım...

Oyun okuru olmak ayrı bir meziyet sanki. Eserin başında oyuncular tanımlanıyor, kıyafetler ve mekan betimlendikten sonra da perde açılıyor. ...

Bir Borsa Spekülatörünün Anıları


Bu aralar borsa nasıl bir şey sorusuna kendimce cevaplar arıyorum. Aslına bakılırsa çok basit bir cevapla karşılaşıyorum. Araba ya da ev alıp satmaktan pek bir farkı yok. Hangi ülkedeyseniz o ülkenin pazarına yani borsasına gidiyorsunuz ve ileride değerleneceğini düşündüğünüz ürünü alıyorsunuz. Hedefinize ulaştığınızda da satarak daha çok paraya sahip oluyorsunuz.


Peki ama hangi ürünün ileride daha değerli olacağını nerden bileceğiz? İşte tüm bu finans danışmanlığı, tredarlık, grafik okumalar, direnç noktası ve destek noktası gibi bir sürü meslek ve teknik analiz bunun için var. Burada da para güven ortamını sever çıkarımını mihenk taşı yapacağız. Yani demokrasisi ve ekonomisi ile güven veren ülkeler herkes için güvenli limandır ve para buralara akar. Sonrasında inşaat, turizm ya da sanayi gibi alanların hangisine daha çok yatırım gidebileceğini tahmin edeceğiz. Daha sonra da o alandaki başarılı şirkete yatırım yapacağız ki şirket kazandıkça biz de kazanalım...


Maalesef hiç bir ticaret normal şartlar altında gerçekleşmiyor. İyi bir gazeteci olan Edvin Lefevre çocukluğundan beri borsayla uğraşan ünlü bir spekülatörün itiraflarını anlatan kitabında küçük yatırımcının nasıl speküle edildiğini yani kandırdığını örnekleriyle anlatıyor. Tam bir günah çıkarma kitabı. Speküle etmenin özü ise şu. Borsa ortamında her şeyin olağan akışında gittiğini düşünen ve gelecek tüyolara çok değer veren küçük yatırımcı yatırım yapacak hisse ararken, parası olan büyük adamımız aslına beş para etmez bir şirketin çok çok çok büyüyeceği algısını oluşturuyor. Bunu duyan küçük yatırımcı da büyük adamımızın elindeki hisseleri ederinden çok pahalıya alıyor. Sonrasında da hisseyi satacak kişi bulamadığı için de yarı fiyatına satmak zorunda kalıyor. Tabi ki konu bu kadar basit değil ama meraklıları zaten ayrıntıları kitaptan okuyacaktır.  


Borsa meraklıları için mutlaka okunması gereken kitaplardan...

Bu aralar borsa nasıl bir şey sorusuna kendimce cevaplar arıyorum. Aslına bakılırsa çok basit bir cevapla karşılaşıyorum. Araba ya da ev alı...

Marifetname


Erzurumlu İbrahim Hakkı  1703 yılında Erzurum'un Hasankale İlçesinde dünyaya gelir. Hem baba tarafından hem de anne tarafından dindar bir aileye sahiptir. Soyunun anne tarafından Peygamber Efendimize dayandığı yazılır. Baba tarafındansa Tillo da nam salmış Şeyh İsmail Fakirullah'a bağlanır. Hatta babasının ölümünden sonra şeyhine halife olur. 


Erzurumlu İstanbul'da I. Sultan Mahmut ile görüştükten sonra padişahın izniyle Kütüphane'yi Hümayun'dan faydalanır ve çeşitli konularda araştırmalar yapar. Bana kalırsa bu kitabın asıl kaynağı da bu kütüphanedir. 



Erzurumlu'nun en önemli eserlerinden kabul edilen Marifetname, yaklaşık 1500 sayfadan oluşuyor. İçeriğinin çeşitliliği yönünden tek ciltte toplanmış ansiklopediden farkı yok. İlk bölümlerde Allah'ı ve meleklerini sonrasında insanın yaradılışı ve cennetten kovuluşunu anlatıyor. Sayfalar ilerledikçe dünyanın özelliklerinden uzun uzun bahsediyor. Başka bir bölümde ise toplama, çıkarma, çarpma ve bölmenin nasıl yapılması gerektiği ve sağlama işlemlerini tek tek anlatıyor. 


Eserde benim okuma amacımı oluşturan bölüm ise insan sağlığı ve karakter analiziyle ilgili bölümdü. Ancak bonus olarak burçlar hakkında da görseller eşliğinde derin bilgilerle de karşılaştım. Doğada bulunan hangi meyve ya da sebzenin neye iyi geleceğini maddeler halinde öğrendikten sonra okkalı bir güzel kadın tarifi aldım. Yetmedi fiziki özelliklere hatta coğrafi bölgelere göre yapılmış karakter analizleri okudum.

Kitabın neredeyse yarıdan sonrası ise nasıl evliya olunur sorusuna cevap arıyor. Bol bol şeyhine atıf yapıyor. Az yemenin, az uyumanın, az konuşmanın faziletlerini derinlemesine işliyor. Sonra evliyalık yolunda ilerlenecek mertebeleri ve şeytanın vesveseleri üzerinde duruyor.  


Benim için güzel bir okumaydı. 


Son söz olarak ilgimi çeken bir kaç alıntıyı buraya bırakıyorum. Kendinize iyi davranın.


Boynu uzun olan, güzel ve sade dilli olur. Kim ki boyu kısadır, onun çok hilesi vardır. Kim ki orta boyludur, akıllı ve hoş huylu olur. Kim ki saçı sert olur, akıllı ve atılgan olur. Kim ki saçı yumuşak olur, ahmak ve arsız olur. Kim ki saçı sarıdır, kibirli ve öfkeli olur. Saçı kara olan, sabırlıdır, onu ara. Saçı kumral ise güzeldir ve sahibi bedelsizdir. Saçı az olan lâtif, bilgili ve nazik olur. Saçı çok olan kadın, onun anlayışı az olur. Başı küçük olanın aklı azdır. Ona sır söyleme. Başı büyük olanın aklı çok olur. Başının tepesi yassı ise, sahibi keder çekmez. Başının derisi parlak kırışıksız olan, mutlaka tembel olur. Alnı uzun olan anlayışlı, az ise cömert olur. Kaş arası kırışık olan, her zaman gam yüklüdür. Kulağı uzun ve bol olan, cahil ve tembeldir. Küçük kulaklı olan hırsız; orta olan doğrudur. Kaş ucu ince olanın işi gücü fitnedir. Kaşının kılı çok olan kırık ve kederlidir. Kaşı açık olan doğrudur, çatma olan hırsızdır. İnce kaş güzel olur; uzunu kibre delildir. Kaşı kavisli olan, her zaman dilber olur. Göz çukuru az ise o kibre delil olmuştur. Siyah gözü olan itaatli, kızıl gözü olan cesurdur. Gök gözlü olan zeki, elâ gözlü olan yazar olur. Küçük gözlü olan hafif; büyük gözlü olan zarif olur. Gözü yumru olan hasetçi, orta olan dost olur. Kırpık gözlü olan yaramazdır; bakışı tembeldir. Noktalı göz ok olur, değmesi pek çok olur. Tek gözlüye yakın olma, sık bakan güvenilir olmaz. Şaşıya bakma, çünkü sana eğri bakar. Güleç gözlü olan güzeldir, kirpiği sık olansa bedelsizdir. Büyük yüzlü olan illetlidir; küçük yüz kibre delildir. Yumru yüzlü olan cimridir; yassı olan güzeldir. Arık yüzlü olan borcuna sadık değildir; kalın ve etli yüzlü sevimsizdir. Uzun yüzlü olan lafla yalan söyler. Yüzü sert olanın, çoğu sözü acı olur. Yuvarlak yüzlü olan aydan daha nurlu olsa gerektir. Çünkü böyleleri güleç olur ve onu gören kâm alır. Benzi kızıl olan yazar, esmer olan zeki olur. Benzi sarı olan hastalıklı, siyahımsı olan bozgunculuğa istekli olur. Gözleri gök ve mavi olsa, ondan ırak ol. Rengi normal olan hem ak, hem kızıl olur. Burun eğer uzun olsa sahibinin anlayışı kıttır. Burnu kısa olan, çok korkak olur. Burun ucu top olan, neşeli olur. Burun ucu ağza yakın olan adamdan sakın. Burun deliği bol olsa, o, kibir ve haset dolmuştur. Burun kanatları hareketli olanda kahır ve inat toplanmıştır. Burnu geniş olan, şehvet düşkünüdür. Burnu eğri olanın fikri himmettir. Küçük ağızlı olan güzel, fakat çok korkak olur. Ağzı büyük olan cesur, küçük olan kötü olur....


Dokuzuncu Madde: Çok kullanılan ilâç ve gıdaların ad ve hükümlerini (karaşet) harflerinin sırasınca bildirir. Tıp bilginleri demişlerdir ki: Kaf — Kusa (acur), kavunun bir türüdür. Hıyar gibi uzun olur. İkinci derecede rutubetli ve soğuktur. Olmuşu güzeldir. Hararet ve safrayı teskin eder. Fakat karışımı ve bozuşumu ateş doğurur. Olmuşunun bozulması daha seridir. Koklaması baygınlığa faydalıdır. Susuzluğu keser. Sidik torbasına uygundur. Sidiği ve tabiatı yumuşatması vardır. Hıyar ise acurdan daha soğuk ve lâtiftir. Şiddetli ateşleri giderir. Sidik için oldukça faydalıdır. Az kere mide ve böbrek ağrılarına iyi gelir. Bunun düzeltilmesi tuz, bal veya zeytin yağıdır. Karanfil, ikinci derecede sıcak ve kurudur. Kalbi kuvvetlendirir, basuru kuvvetlendirir. Basuru giderir. Koklanması uyku getirir. Ravent, aç karnına iki dirhem kadar sabah içilmesi yara, kir, düşük, çarpma, karaciğer, mide, fıtık, kasık, böbrek ve sidik torbası için faydalıdır. Rezene, onun birisinin hararet ve kuruluğu üçüncü derecedir. Bahçede yetişeninin hararet ve kuruluğu ikinci derecededir. Gözü kuvvetlendirir. Karaciğer tıkanıklığını açar. Sidiği düzeltir. Soğuk su ile mide iltihabını giderir. Reybas, ikinci derecede soğuk ve kurudur. Kanı ve safrayı söker. Harareti teskin eder ve keser. Öz suyuyla sürme, göze faydalıdır. Yaraları ve safra ishalini giderir. Rumman (nar), tatlısı, birinci derecede soğuk ve rutubetlidir. Ekşisi ikinci derecede soğuk ve kurudur. İkisi, safrayı keser, dışa fazla akıntıya engeldir. Ekşisinin bal ile macunu, kulak ağrısına faydalıdır. Yeşili çok sidik yapar. Ekşisi, mide iltihabına faydalıdır. Boğaz ve göğsü sertleştirir. Tatlısı, onları kuvvetlendirir ve yumuşatır. Ateşli öksürüğe engeldir. Her türlü hafakanı kovar. İyisi sulu olanıdır. Şın — Şaîr (arpa), birinci derecede soğuk ve kurudur. Gıdası buğdaydan azdır. Arpa suyu, unundan gıdalıdır. Arpa suyunun un ile karışımı göğüs, öksürük ve yüz sivilcelerine iyidir. Şuniz, siyah tanedir. İkinci derecede sıcak ve kurudur. Sıcaklığı cilâdır. Kokusu ayrıştırıcıdır. Basuru giderir, karındaki kurtları öldürür. Keten torba içinde iki dirhem nohut ve ayranla karıştırılıp alna konursa nezleye faydalıdır. Tı — Temr-i Hint (Hint hurması), ikinci derecede soğuk ve kurudur. Mideyi kuvvetlendirir, safrayı giderir. Kusmayı teskin eder, susuzluğu keser. Tüffah (elma), onun tatlısı, normale yakın sıcaklığa meyyaldir. Onda fazladan soğuk bir rutubet vardır ki onunla şişirir. Ekşisi çok soğuk olup rutubeti azdır. Ezilmişi harareti keser...

Erzurumlu İbrahim Hakkı  1703 yılında Erzurum'un Hasankale İlçesinde dünyaya gelir. Hem baba tarafından hem de anne tarafından dindar bi...

Nasipse Adayız


Ercan Kesal gerçekten büyük oyuncu. Abartıya kaçmayan tavrı ve olanca doğallığıyla izleyicinin üzerinde büyük etkiler bırakabiliyor. İlk oyunculuğunu Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da filmiyle yapıyor. Şehirden uzak bir köyün muhtarı rolünde karşımıza çıkıyor. Hazır yolu köye düşen savcıyı yakalamışken durmadan elektrikleri kesilen köyde gasilhanenin yetersiz olmasıyla dertleniyor. Daha sonra Hükümet Kadın da doğunun mahrumiyet bölgesinin yöneticisi olarak görüyoruz kendisini. Bu kez zamanının ve bulunduğu bölgenin çok ilerisinde bir lider olarak çıkıyor karşımıza.


Nasipse Adayız'da da konu yine yöneticilik. Bu kez de meslek hayatında başarıyı yakalamış bir doktorun belediye başkan aday adaylığı serüvenine ortak ediyor bizi. Bir taraftan halka kendini tanıtmaya çalışırken diğer taraftan parti yönetiminin gözüne girme çabasını izliyoruz. Hikayenin anlatımı o kadar bizden ki. Düğün salonlarında yapılan toplantılarda, sadece ayıp olmasın düşüncesiyle bedava ikramdan faydalanmaya çalışan konuyla ilgisiz kalabalıklar çıkıyor karşımıza. Dahası aday adaylarından bihaber parti yöneticileri, parti yönetimiyle arayı yapmaya çalışanları ve kendi çevresinin oyunu satmaya çalışanları izlerken üzülüyor insan. Sahi insan, tüm bu gayri ahlaki tavırları sineye çeken hatta kirli düzende kirlenerek savaşı kazanan biri belediye başkanı olmayı başardığında nasıl temiz kalabilir? sorusunu düşünmeden edemiyor. 



Nasipse Adayız, Ercan Kesal'ın kendi hikayesi. Filmin yönetmenliğini de yapıyor. 27. Uluslararası Altın Koza Film Festivalinde Uzun Metraj Film yarışmasında En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini kazanan filmi aksiyon severler durağan bulabilir ama siyasi gündemi takip edenler sevecektir. 

Ercan Kesal gerçekten büyük oyuncu. Abartıya kaçmayan tavrı ve olanca doğallığıyla izleyicinin üzerinde büyük etkiler bırakabiliyor. İlk oyu...

Borsa Meraklılarına Trend Takipçisi


Youtube de gördüğüm bir yayın sırasında adını duyarak merak saldığım bir kitaptı. Hem bitcoin hem de normal borsanın bir arada konuşulduğu yayında borsa meraklılarının mutlaka okuması gereken kült bir kitap diye bahsedilmişti. Nasıl bir kült kitapsa, internetin altını üstüne getirdim ama ücretsizini bulamadım. Neyse ki çabamı gören bir yeğen kitabı hediye göndererek bu sorunu çözdü. Buradan kocaman teşekkür ediyorum kendisine...

520 sayfalık kitaptaki olay şu. Amerikalı yazarımız Michael W. Corel Amerikan borsasında alım satım yapan ve büyük portföyleri yöneten şahısları incelemeye almış. Kriz zamanlarında nasıl yol izlemişler, genel kuralları nelerdir, riski sevenlerin davranış kuralları, garanticilerin izlediği yol gibi bir çok farklı konuyu analiz etmiş. Derlemelerini kaleme aldığı bu kitap ise beklentisinin çok üstünde okur kitlesine ulaşmış.

Kitabın tamamını okudum. Yatırımlarınızı şu alanlara yönlendirin gibi somut bilgiler yok. Ama sonlarına doğru geçmişte yapılan yatırım örneklerini sansürlemeden vermiş. Daha da önemlisi, çok büyük paraları yöneten yatırım danışmanlarının hayat hikayelerini ve çıkarımlarını alıntılamış. Kriz anlarında nasıl tepki verdiklerini ve sonrasında çıkardığı dersleri anlatmış. 

Armut piş ağzıma düşçülere göre bir kitap değil. Ama konuya ilgi duyanlara önemli hayat dersleri verir. 

Youtube de gördüğüm bir yayın sırasında adını duyarak merak saldığım bir kitaptı. Hem bitcoin hem de normal borsanın bir arada konuşulduğu y...

İlginç Bir Mülakat Hikayesi: Metot


Bu aralar cep telefonuma indirdiğim Gain uygulamasıyla fazlasıyla haşır neşirim. Henüz duymayanlar için kısa bir bilgi vereyim. Gain etkileyici ve kısa videoları cep telefonlarından izletmeyi amaçlayan yeni bir platform olarak duyuldu ama Gain.tv üzerinden bilgisayardan da izlenebiliyor. Youtube, tik tok ya da instagramdan farkı ise platforma herkesin video yükleyememesi. Kullanıcılar genel anlamda izleyici konumunda. Haliyle bir sürü saçmalığın arasından seçkinleri bulmak yerine platformun süzgecinden geçen ve platformun hazırlattığı içerikler arasından seçmek daha az zaman kaybı anlamına geliyor.

Platformda üç, beş, sekiz dakikalık içerikler bulunabileceği gibi normal süreli dizilerde yayımlanıyor. Hatta kendi yapımları da oldukça kaliteli. Son izlediğim Metot'da bunlardan biri.


Dizi, büyük bir şirkete yönetici seçmek için yapılan mülakat metodunu konu alıyor. 4 bölümden oluşuyor ve toplamda iki saatten biraz fazla zamanınızı alıyor. Öyle aksiyonluk bir şey yok. Tüm olay bir odanın içinde geçiyor ama konuşmalar ve mülakat yöntemi beyin yakıyor.


İspanyol yazar Jodi Galceran'ın 2003 yılında kaleme aldığı Semaver Kumpanya adlı oyundan uyarlanan dizide Şebnem Hassanisoughi, Serkan Keskin, Mustafa Kırantepe ve Sarp Aydınlıoğlu'nu izlemeye doyamadım. 

Bu aralar cep telefonuma indirdiğim Gain uygulamasıyla fazlasıyla haşır neşirim. Henüz duymayanlar için kısa bir bilgi vereyim. Gain etkiley...

Sol Ayağım


Christy Brown düşününce bile ürpereceğimiz zorlukta bir hayat yaşamış. 13 tanesi hayatta kalabilmiş 23 çocuklu ailenin içinde beyin felçli olarak açmış gözlerini. Uzunca süre bedeninin hiç bir özelliğini kullanamayan sadece zihinden ibaret yaşam sürmüş.


İrlandalı Christy'in şansı annesi. Herkes vazgeçerken evladından vazgeçmemiş. İnşaat işçisi eşi ve çocuklarının maddi imkânsızlıklarına rağmen durmadan çırpınmış. Zamanla bu çırpınış sonuç vermiş ve bizim İrlandalı sol ayağını kullanmaya başlamış. Resim çizmekte dahil tüm işlerini sol ayağıyla yapmış. Sonunda kader yüzüne gülmüş ve idealist bir doktorun yeni geliştirdiği fizik tedavi yöntemiyle hayata daha sağlam tutunmaya başlamış. Kazandığı hayat mücadelesini de bu kitapta okuyucusuna anlatmış.


7'den 70' e herkesin okuyabileceği bol drama ve motivasyon yüklü bir kitap. Otobiyografik olmasından dolayı da fazlasıyla etkili. Bu arada Oscar ödüllü filmi de varmış...

Christy Brown düşününce bile ürpereceğimiz zorlukta bir hayat yaşamış. 13 tanesi hayatta kalabilmiş 23 çocuklu ailenin içinde beyin felçli o...

Veronika Ölmek İstiyor


Brezilyalı yazar Paule Coelho, Veronika Ölmek İstiyor’da insan yaşamına oldukça farklı bir açıdan bakıyor. Ölümle yaşam arasındaki hayat çizgisinde, çoğu zaman farkında olmadan yaptığımız tercihleri roman kahramanı Veronika’nın geçmişiyle irdeliyor. 

Hikayede Veronika hali vakti yerinde, yakışıklı erkeklerle gezip tozan ve hayatının tadını çıkaran güzel bir kız. Ama haliyle her gün bal yersen baldan da sıkılırsın. Veronika da günün birinde yeni bir şeylerin olmaması nedeniyle anlamsızlaşan hayatına son vermek istiyor. Ama ölmek için içtiği haplar bilincinin kapanmasına ve kalbine zarar veriyor. Ayıldığında akıl hastanesinde buluyor kendini. Üstelik doktorlar ilaçlar yüzünden kalbinin onarılamaz derecede hasar gördüğünü ve ömrünün sonuna geldiğini söylüyor. Veronika ise planladığından farklı karşılaştığı ölüm nedeniyle hayatı sorgulamaya başlıyor.

Veronika önce İntihar edenlerin hep büyük sorunları olmak zorunda mıdır? Aşk, işsizlik, parasızlık gibi nedenler olmadan intihar edilemez mi? gibi sorularla hayatı anlamaya çalışıyor. Sonrasında ise aslında her insanın hayatı boyunca ne kadar çok ölümcül kararlar verdiğinin farkına varıyor.

Birçok okur için başyapıt kabul edilen kitabı ben de sevdim. Etkileyici tespitleri var. Bu arada sadece 200 sayfa…

Brezilyalı yazar Paule Coelho, Veronika Ölmek İstiyor’da insan yaşamına oldukça farklı bir açıdan bakıyor. Ölümle yaşam arasındaki hayat çiz...

La Valla


Distopik romanlarda ve kitaplardan uyarlanan dizilerde halk ile elit kesimin keskin bir hat ile ayrıldığını kanıksadık artık. Bir taraf kapitalizmin nimetleri ile modernizmi yaşarken diğer taraf yoksulluğun içinde kıvranır. Yetmezmiş gibi yoksullar zaten rahat içinde yüzen insanlar daha da rahat etsinler diye çırpınır durur.


2020 yapımı, ilk sezon için 13 bölümden ve her bölüm yaklaşık 1 saat olan İspanyol dizisi La Valla da tam bu konu üzerine yoğunlaşıyor. Korona virüs etkisinden olsa gerek dizi de noravirüs isimli ölümcül virüs başı çekiyor. Bu virüs sayesinde yönetimin insanları yaşayamayacakları seviyede sınırlıyor ve mutlu bir gelecek hayali satıyor. Günlük yaşamların tamamı hükümetin talimatlarına göre şekilleniyor. Üstelik virüse çare bulmak için küçük çocuklar bir bir toplanıyor. Ortalık muhbirden geçilmiyor.


Diziyi izlemeye başladığımda güzel kız, yakışıklı erkek başrolü olmaması nedeniyle konu üzerinden ilerleyeceği ümidine kapıldım. George Orwel’in 1984’ünde ki gibi insanların çaresizliğini iliklerime kadar hissedeceğimi düşündüm. Ama olmadı. Oyunculukları fazlasıyla yapay ve melodram yüklü buldum. Yine de diktatörleşen dünyanın nasıl bir yer olabileceği konusunda ufuk açı etkiye sahip. Distopya severlere tavsiye edilir.

Distopik romanlarda ve kitaplardan uyarlanan dizilerde halk ile elit kesimin keskin bir hat ile ayrıldığını kanıksadık artık. Bir taraf kapi...

Abi - Kabadayılar, Mafya ve Derin Devlet


Su yolunda kırılmayan ender testilerden Dündar Kılıç. 1935 yılında Sürmene de dünyaya geliyor ama kısa süre sonra ailesi Ankara'ya taşınıyor. Genç yaşlarında hafızası ve yaşından beklenmeyen cesurluğuyla mafya dünyasına adım atıyor. Ulus'ta bir arkadaşıyla kumarhanede oturduğu sırada bir anda ışıklar kapanıyor ve ünlü mafyalardan Kürt Cemal öldürülüyor. Dündar Kılıç ömrü boyunca bu cinayette parmağının olmadığını savunuyor ama o dönemde can korkusu nedeniyle ailesiyle birlikte İstanbul'a göç ediyor.


Çok sayıda adam yaralama, ruhsatsız silah taşıma ve uyuşturucu kaçakçılığı kaydı bulunan Dündar Kılıç 12 Eylül darbesi sonrası yakalanarak 5 yıl hapis yatıyor. Ama cezaevindeyken bile kurduğu ağ aracılığıyla faaliyetlerine devam ediyor.



1984 yılında yapılan babalar operasyonunda tekrar alınıyor ve 5 yıllık yargılamanın sonucunda beraat ediyor. Civangate skandalında adı geçiyor. Ünlü Susurluk kazasında  TBMM araştırma komisyonuna ifade veriyor. Kızı Uğur Kılıç ile Alaaddin Çakıcı'yı evlendiriyor.  Mahkemelere verdiği ifadelerde 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın eşi Semra Özal'ı suçlamasıyla dikkat çekiyor. Son dönemde damadı Alaaddin Çakıcı ile de ters düşüyor. Kızı Uğur Alaadiin Çakıcı'dan boşanıyor ve kısa süre sonra Alaaddin Çakıcı'nın adamları tarafından öldürülüyor. Dört bir yanı tehlikelerle doluyken 10 Ağustos 1999 da üst solunum yetmezliğinden ölüyor.


Doğan Yurdakul derin araştırmaları sonucunda anlattığı, 64 yıllık ömrünün 21 yılı hapiste geçen Dündar Kılıç'ı yere göğe sığdıramıyor. Kabadayılık ve mafya jargonunda yeri neresidir bilemem ama emekli MİT mensuplarına yanında iş vermesi bile devletle bağının ve gücünün göstergesi olmalı. Tabi ki devlet açısından da içler acısı bir durum...


Kitapta çok daha fazlası var. İlgilileri sıkılmadan okuyacaktır...

Su yolunda kırılmayan ender testilerden Dündar Kılıç. 1935 yılında Sürmene de dünyaya geliyor ama kısa süre sonra ailesi Ankara'ya taşın...

Bir Çift Yürek


Bu aralar taşınma telaşıyla boğuşurken okunan kitapların bloğa yerleşmesinde gecikmeler, hedef planında sapmalar oldu. Olsun, gecikmeler telafi edilir, hatalar düzeltilir ve işler yeniden rayına oturur. Neyse, biz yine kitaplardan devam edelim. 

Modern dünyanın nimetlerinden faydalanırken yaşanan keşmekeşlik birçok insanı boğuyor. Teknolojiden faydalanırken köleleşiyor, duygusuz ve kendinden bile kaçan insanlara dönüşüyoruz. Bu nedenle biraz kafa dinleme ve enerji depolama isteğiyle hatta bazılarında geri dönüş kıvamında köy ya da kırsal kesime kaçma özlemi içimizde bir yerlerde kıpırdayıp duruyor. Bir Çift Yürek işte bu özlemin daha ilkel halini bir Amerikalı kadının tecrübelerinden aktarıyor.

Gerçek hayat hikayesi midir bilemem ama hikayede, Amerika’da yüksek topuklu ayakkabılarıyla çalışan sıradan bir plaza kadını, günün birinde beklenmedik şekilde Avusturya’da yaşayan Aborjinlerin yanına gitme teklifi alıyor. Küçük bir tereddütten sonra gitmeye karar verdiği gezi planlanandan daha uzun sürüyor ve 4 ay boyunca kabul edildiği aborjinlerle beraber onlar gibi yaşamaya başlıyor. Bedeni zorlandıkça ruhu geliyor. Sonunda dışardan ilkel görünen ama köklerine ve geleneklerine bağlı toplum plaza kadınımızın ruhsal anlamda kendini bulmasını sağlıyor.

Hikaye dışardan bakıldığında acınacak haldelermiş gibi görünen ama içine girildiğinde özenilebilecek yaşamları gözler önüne seriyor. Okumak güzel olsa da öyle bir hayatın içine doğmadığıma şükrediyorum. Fazla zorlamaya gerek yok. Modernize edilmiş köy yaşamı neyime yetmiyor!!!   

Bu aralar taşınma telaşıyla boğuşurken okunan kitapların bloğa yerleşmesinde gecikmeler, hedef planında sapmalar oldu. Olsun, gecikmeler tel...

Hatasız Düşünme Sanatı


Fazlasıyla iddialı bir başlık... İsviçre'li yazar Rolf Dobelli'nin kitabından bahsediyorum. Hatasız Düşünme Sanatı kitabında, yapılan hataların tecrübe olarak tanımlandığı pozitif insan anlayışına ters bir şekilde kendi tespitlerini kurallar bütünü halinde yayımlamış.


Bakmayın ön yargılı bir giriş yaptığıma. İnsanları yanlış düşünmeye iten sebeplerin kısa bölümler halinde anlatıldığı ilginç bir kitap çıkmış ortaya. Okunması kolay ve üzerinde uzunca düşünebileceğimiz bölümlerle dolu. Kişisel gelişimcilere ve ekonomistlere şiddetle, sıradanlığı seçenlere de şiddetsiz tavsiye edilir.


Fikir vermesi için kitaptan bir takım bölümler ve alıntılar bırakıyorum. Keyifli okumalar...


Hayatta Kalana Bağlılık


Günlük hayatta başarılar başarısızlıklardan daha fazla görünürlüğe sahip olduğu için, başarı olasılığını, gerçekte olduğundan daha yüksekmiş gibi algılarsınız...


Yüzücü Vücudu Yanılsaması


Kadın mankenler kozmetik ürünleri için reklam yapar. Böylece kimi kadın tüketici o kozmetik ürünlerinin insanı güzelleştirdiğini düşünür. Ama o reklamlardaki kadınların manken olmasını sağlayan şey kozmetik ürünleri değildir.


Sosyal İspat


50 milyon insanın aptalca bir şeyin doğru olduğunu ısrarla iddia etmesi o şeyi doğru kılmaz!


Batık Maliyet Yanlışı


Film berbattı. Birinci saati ardımızda bıraktığımızda karımın kulağına fısıldadım: “Hadi eve gidelim.” Şöyle karşılık verdi: “Dünyada olmaz. Sinema biletleri için 30 euro’yu boşuna vermedik ya.”


Karşılıklılık


Geçenlerde bir kadın barlarda neden artık kimsenin kendisine içki ısmarlamasına izin vermediğini açıkladı: “O kişiyle yatağa girmeye alttan alta kendimi mecbur hissetmek istemediğim için.” Bu çok bilgece. Bir dahaki sefere süpermarkette şarap, peynir, salam ya da zeytin denemeniz için teklifte bulunulduğunda reddetmenizin neden faydalı olduğunu artık biliyorsunuz.


Otorite Önyargısı


Birçok kaza, kaptan pilotun bir hata yapması ve yardımcı pilotun bunun farkında olmasına rağmen sırf otorite inancından dolayı hataya dikkat çekmeye cesaret edememesinden kaynaklandı.


Zıtlık Etkisi


Neden manken kız arkadaşlarınızla birlikte görülmemelisiniz?


Hikaye Önyargısı


Kendi biyografimizden dünya tarihine kadar her şeyi “anlamlı” hikâyeler şekline sokuyoruz. Böylece gerçekleri çarpıtıyoruz, ki bu da kararlarımızın niteliğini etkiliyor.


Geri Dönüş Önyargısı


Bugün 2007’nin ekonomi tahminlerini okuduğunuzda, o zamanlar 2008 ila 2010 yılları için beklentilerin ne kadar olumlu olduğuna şaşırırsınız. 2008’de, finans piyasası içeriye doğru çöktü.


Şoför Bilgisi


Şirket sözcülerini, şovmenleri, gazetecileri, gevezelik edenleri, boş söz üretenleri, beylik lafların işportacılarını gerçekten bilgi sahibi olanlarla karıştırmayın.


Teşvik Hassasiyeti


1947’de Ölü Deniz parşömenleri keşfedildiğinde, arkeologlar her yeni elyazmasını getiren için bir ödül koydular. Sonuç, sayının fazlalaştırılması için parşömenlerin yırtılıp bölünmesi oldu. Aynı şey, dinozor kemiği getirenlere ödül vaat edildiğinde, 19. yüzyılda Çin’de yaşandı. Çiftçiler tam olarak korunmuş kemikleri topraktan çıkardılar, parçalayıp para kazandılar....

Fazlasıyla iddialı bir başlık... İsviçre'li yazar Rolf Dobelli'nin kitabından bahsediyorum. Hatasız Düşünme Sanatı kitabında, yapıla...

Piyasaları Okumak


Birikim için altın alıp zarar eden ender insanlardanım. Tarihte bir kaç kez olmuş böyle bir durum. Elbette, herkes bir şeyler alıp zarar edebilir ama söz konusu altın olunca kendinizi biraz aptal hissetme durumu oluyor.


Nerede hata yaptığımı düşünürken önce hayli kaliteli görünen kalınca bir ekonomi kitabı okumaya karar verdim. Ne yalan söyleyeyim pek sarmadı ama ileride bir şans daha vereceğim. Sonra daha ince ve ön söz niteliğindeki bu kitabı görünce göz atmaya karar verdim. Bir kaç gün sonra da kitap bitiverdi.


Yazar Hakan Özerol 1997 yılında kurduğu Platon Danışmanlık şirketi ile finans alanında bir çok kuruma danışmanlık hizmeti vermekteymiş. Anlayacağınız mektepli ekonomistlerden. Buna rağmen kitabı ekonominin sıkıcı dilinden oldukça uzak ve herkesin anlayacağı seviyede. 


Kitap bölümler halinde borsa nedir, yatırımcı kime denir, treader kimdir, genel analiz, sektör analizi, şirket analizi nasıl yapılır gibi konularda temel düzeyde bilgilendiriyor.


Meraklısına güzel kitap...

Birikim için altın alıp zarar eden ender insanlardanım. Tarihte bir kaç kez olmuş böyle bir durum. Elbette, herkes bir şeyler alıp zarar ede...