Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat




Novella okumayalı uzun zaman oldu. Stefan Zweig gibi insan psikolojisinin derinliklerine inmeyi çok iyi başaran bir yazarla, kalın ve anlaşılması güç kitaplara es vermek çok iyi geldi. Okurken rahatlamak, kafa dağıtmak ve başka dünyalara seyahat etmek isterseniz size de tavsiye ederim.

Yazar taa 1922 yılında yayımladığı bu küçük hikayesinde insan ruhunun en derininde nelerin olabileceğini göstermiş. Önce herkesin olmak istediği kişi rolüne büründüğü kalabalık bir ortam hayali kurdurmuş. Göstermelik ahlaki duyarlılığı olan insanların kalbinin sesini dinleyen bir kadını ayıpladığı bu ortamda, onu anlayabildiğini yüksek sesle söyleyebilen bir adamın yanına götürmüş okurunu. Sonra bu davranıştan etkilenerek geçmişini açmak isteyen bayan C. nin en özel hikayesini dinletmiş...

Hikayenin içeriğinden ziyade psikolojik alt yapısı ve hayata dair çıkarımları çok iyiydi. Bu kısacık hikayede "geçmişinden korkmadığını fark ettiğinde artık yaşlanmışsındır" ve "hedefi olmayan her hayat hatadır" gibi derinlere işleyen efsanevi tespitleri nedeniyle önünde saygıyla eğiliyorum.

Selametle...

Novella okumayalı uzun zaman oldu. Stefan Zweig gibi insan psikolojisinin derinliklerine inmeyi çok iyi başaran bir yazarla, kalın ve anlaşı...

Cevdet Bey ve Oğulları


Anladığım kadarıyla 650 sayfalık roman, Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki sosyal, ekonomik, toplumsal ve kültürel konuları ele alıyor. Toplumsal değişimi ise İstanbul'da yaşayan elit bir aileye konuk ederek gözler önüne seriyor. Ama uzun uzun anlatabileceğim hiç bir şey yok kafamda. Kitap yeni bitmesine rağmen içerisi bomboş anlayacağınız. Ne karakterleri anlayabildim, ne de hikayenin içine girebildim. İnat ettim ve bitirdim. Hepsi bu...


Google'den öğrendiğim kadarıyla da Orhan Pamuk kitabını 22 yaşında yazmaya başlamış ve 4 yılın sonunda yani 1978'de bitirmiş. Ama ülkenin ekonomik durumundan dolayı ilk kez 1982 yılında yayınlayabilmiş. Ayrıca 19 yüzyıl klasik özelliklerini taşıyan bir çağ romanıymış.


Bir daha dönüp okur muyum? Sanmam...

Anladığım kadarıyla 650 sayfalık roman, Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki sosyal, ekonomik, toplumsal ve kültürel konuları ele alıyor. Toplu...

Tongue Fu


Yazar Sam Horn kitabında, Tongue Fu'yu sözlü dövüş sanatı daha doğrusu sözlü savunma sanatı olarak tanımlayarak yola çıkıyor. Sonrasında Kung Fu gibi bir çok dövüş sanatında bedenin eğitilmesi örneğinden yola çıkarak zihni eğitmenin yollarını örneklemelerle anlatmaya devam ediyor.


Kitabın ana vurgusu empati ve sessizliğin gücü. Hangi durumla karşılaşırsanız karşılaşın empati yeteneğinizin sizi öne çıkaracağı ve başınızı belaya sokmaktan kurtaracağını kanıksatana kadar anlatıyor. Sessiz kalmanın gücüne inandırmak için ise sayfalar dolusu methiyeler diziyor. Satış temsilcileri ve kasiyerlerin sıklıkla karşılaştıkları bir çok olayı doğrusu ve yanlışıyla örneklendiriyor. Böylece kendini denemek isteyen okur için kitap zihinsel bir seminere dönüşüyor.  


Kişisel gelişim kitaplarına soğuk bakan biri olarak kocaman kitapta bam telime dokunan cümleyi aşağıya bırakıyorum. Kalın sağlıcakla...


Endişelenmek aslında olmasını istemediğiniz bir şey için dua etmenin bir yoludur...

Yazar Sam Horn kitabında, Tongue Fu'yu sözlü dövüş sanatı daha doğrusu sözlü savunma sanatı olarak tanımlayarak yola çıkıyor. Sonrasında...

Sözde Kızlar


Osmanlı'nın son dönemlerinde edebiyat dünyamız yanlış batılılaşma algısına bir hayli kafa yormuş anlaşılan. Daha önce de gününü şuursuzca eğlenerek geçirmeyi batılılaşma zannedenleri Ahmet Mithat Efendinin Felatun Bey ile Rakım Efendisinde, Recaizade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdasında ve Şemseddin Sami'nin Talat ile Fitnat'ın Aşkında okuduğumu hatırlıyorum. Dönemin yazarları o kadar çok dertlenmiş olmalılar ki, çarpıklığı yaşanabilecek her duyguyla aktarmayı denemişler. Okurlarını kimi zaman kızdırmışlar, kimi zamanda güldürmüşler ama yaraya çok iyi parmak basmışlar.


Peyami Safa'nın Sözde Kızlar romanının konusu da tam olarak bu. İşgal yıllarında Anadolu'dan İstanbul'a babasını aramaya gelen Mebrure'yi baş karakter yapar. Mebrure'nin gözünden İstanbul sosyetesinin iç acınası şuursuz, acımasız ve bencil yaşamına konuk eder. Roman okuru Behiç karakterini kalın harflerle kafaya kazır.


Eser ilk olarak 1922 yılında Serazad imzasıyla sabah gazetesinde yayımlanmaya başlamış ama gazete kapanınca 1923 yılında ise kitap olarak basılmış. Çok sevilmiş ve filmi de yapılmış. Biraz acımtırak bir tadı var ama seversiniz... 

Osmanlı'nın son dönemlerinde edebiyat dünyamız yanlış batılılaşma algısına bir hayli kafa yormuş anlaşılan. Daha önce de gününü şuursuzc...