Prokrastineyşın - Timothy A. Pychyl


Kişisel gelişim kitaplarına mesafeliyimdir aslında. Herkesi bir çuvala doldurma çabası hissederim. Sanki sterilize edilmiş, dış etkenlerden yalıtılmış bir ortam varmış gibi tedavi reçetesi sunarlar. Bir de hayatlarına yokluktan başlayıp başarıya ulaşanları göstererek, isterseniz siz de bunu yapabilirsinize getirirler konuyu. E kardeşim kişiselini geliştirerek başarıya koşan insanların hangi derneklere üye olduklarını da yazsana bi zahmet... Neyse konuyu sağa sola çekmeden bu kadar ön yargılı olduğum bir alandaki kitabı okuma ve paylaşma serüvenime gelelim...

Bir kere adam Carleton (Kanada) Üniversitesi Psikoloji bölümünde öğretim görevlisi, yani akademisyen. Üniversitenin Eğitimde Yeni Açılımlar Merkezi başkanı ve Savsaklama üzerine yapılmış bir çok araştırmanın direktörlüğünü üstlenmiş. Kendine has Don't Daley isimli bir blog sayfası da varmış. Yani bizden sayılır. E okuru düşünerek kitabı hem ince tutmuş hem de sıkıcı akademik dil kullanmayıp blog yazısı tarzında, sohbet havasında bir kitap olacağının sözünü vermiş. Daha ne olsun..

Kitabımızın isminin doğru yazılışı procrastination, şakır şakır yabancı dil bilenler için prokrastineyşın olarak okunuyor, eh işte diyenler içinse yarına erteleme, savsaklama anlamına geliyor. Evet kitap ismiyle bile sorunu teşhis etmiş, cuk oturtmuş. Sizi bilmem ama bende en bariz şekilde şöyle oluyor. Blogda bir yayın paylaşmak için sayfayı açıyorum, sonra dur bi dakka deyip fon müziği için youtube giriyorum. Artık youtube de beni çok iyi tanıyor olacak ki, karşıma sevdiğim müzikleri sıralıyor. Sonra bi bakmışım mutlu mesut tam üç saat geçmiş, uyuşturulmuşum resmen. O saatten sonra da bilgisayarı kapatıp iyi halt ettin, nolacak şimdi blog yazısı deyip ince bir vicdan yapıyorum. 

Kitap işte benim gibilerin neden böyle davrandığını on madde de teşhis etmiş ve tadavi reçetesi sunmuş. Öncelikle erteleme ile savsaklama arasındaki farkı tespit ederek güzel bir giriş yapmış. Sonra savsaklama nedenlerini bir bir sıralamış, bunlarla başa çıkabilmek için kendince reçeteler, uyulması gerekenler tablosu oluşturmuş. Dahası size kalmış, ister kendi çıkarımlarınızı yaparak sorunu çözersiniz, isterseniz konuyu daha derinine akademik araştırmalar eşliğinde araştırabilirsiniz demiş. Bunun içinde kendi çalışma grubunun hazırladığı web sitesine davet etmiş.



Sadece bende mi oluyor bilemiyorum ama her kişisel gelişim kitabından sonra ilizyondan kurtulmuşum hissi yaşıyorum. Kitabı okurken woww dediğim teşhis ve tespitler hatta vurucu cümleler kitap kapandıktan sonra uçup gidiyor.  

Sonuç olarak okuması kolay, kişiyi disipline etmeye odaklı bir kitap. Özellikle idealist ve mükemmelliyetçi biriyseniz, yol haritanız için güzel bir başlangıç kitabınız olabilir.

Not: Kitap blog sözlük okuma grubunun 35. kitabıdır.

Sevgiyle kalın...



Başlanıp Bitirilmesi Gereken İşleri İnatla Erteleme, Savsaklama ve Oturup Çalışmak Yerine Ivır Zıvır Şeylerle Oyalanma Alışkanlığıyla Mücadele Kılavuzu





Oturup çalışmaya başlamadan önce kapsamlı bir temizliğe veya bilgisayardaki klasörleri düzenlemeye girişmek, bundan sıkılınca internete dalıp saatlerce oradan oraya gezinmek, bir ara haberlere bakınmak, acıkınca yemek pişirmek için tarif aramak, bir şey danışmak için bir arkadaşı arayıp uzun uzun başka konulardan konuşmak ve ardından ilerleyen saatlerde buluşmak üzere sözleşmek, fakat bütün bunlardan aslında hiç mi hiç keyif almayıp nedensizce ertelenen o iş yüzünden duyulan kaygıyla ve suçlulukla cebelleşmeye devam etmek...
Tanıdık geldi mi?



Psikolog Dr. Timothy A. Pychyl, yirmi yılı aşkın süredir savsaklama alışkanlığı yabancı lisan bilenlerin tabiriyle "prokrastineyşın" üzerine çalışıyor. Üstlendiğimiz sorumluluklardan, sonunda pişman olacağımızı bile bile kaçmamızın nedenlerini anlamaya çalışan Dr. Pychyl, araştırmalara dayalı güncel bilgi ve bulguları kısa ve anlaşılır biçimde sentezleyerek elinizdeki bu pratik mücadele kılavuzunu hazırladı. Yapmanız gereken, bu kitabı dağılmadan, dikkatle okuyup önerilen basit stratejileri uygulamaya başlamak.



Dr. Pychyl'a göre savsaklama alışkanlığını başlı başına bir sorun haline getiren şey, hayatımızı anlamlı kılan asli hedeflerimizden bizi koparması. Diğer yandan, gitgide daha parçalı, daha belirsiz hale gelen gündelik hayat, esnekleşen ve güvencesizleşen çalışma koşulları, sorumluluklarımızı da, bu sorumluluklardan kaçmanın bedelini de ağırlaştırmakta. En yaratıcı, en verimli zamanlarımızı sömüren bu alışkanlıkla mücadele, işte tüm bu nedenlerle gün geçtikçe daha büyük önem kazanıyor.



Kaç zamandır köşe bucak kaçtığınız için kendinizi yiyip bitirdiğiniz bir sorumluluğunuz varsa, bu kitabı okuduğunuz süre boyunca elinizde meşru bir kaçış gerekçesi olacak. Ama daha önemlisi, kitabı bitirdiğiniz zaman sorumluluklarınızı neden savsaklayıp durduğunuzu ve bundan nasıl kurtulacağınızı öğrenmiş olarak, bu habis alışkanlıktan da, dağ gibi yığılmış işlerden de kurtulmak üzere bir an önce kolları sıvamak isteyeceksiniz.
(Tanıtım Bülteninden)


Sayfa Sayısı: 120 

Kişisel gelişim kitaplarına mesafeliyimdir aslında. Herkesi bir çuvala doldurma çabası hissederim. Sanki sterilize edilmiş, dış etkenl...

Veba - Albert Camus


Veba, Albert Camus'un en ağır kitaplarından biri olarak bilinir. 1947 yılında yayımlanan romanda Cezayir'in Oran şehrinde bir anda ortaya çıkan veba salgını konu alınır. Roman, hastalığın çıkışı veya mücadele yöntemlerinden çok toplumsal tepkiyi gözler önüne sermesiyle okuru etkiler. İsterseniz yazarın anlattığı Oran'a bir göz atıp çıkalım.

Oran şehrinin özellikle de kenar mahallelerinde insanlar haftanın sadece bir günü temizliğini yapmakta ve hijyene gerekli özeni göstermemektedir. Havaların sıcaktan bunalttığı günlerin birinde, kenar mahalle apartman merdivenlerinde ölü fareler görülmeye başlanır. Olay önce basit bir temizlik sorunu olarak algılanır ve sümen altı edilir. Bir süre sonra ise olayın basit bir temizlik vakası olmadığı, farelerin herkesin gözü önünde can çekişerek ölmesiyle ortaya çıkar. Tabi ki veba artık insanlara da bulaşmıştır. Hastalığı kapan insanlar öncelikle bunun bulaşıcı olduğunu kabul etmek istemez ya da anlayamaz. Ancak hastalığın giderek yayılmasıyla bölge karantina altına alınır. Karantinada kalan insanlar ise tam bir çaresizlik ve terk edilmişlik içindedir. Hastalığı tedavi edecek ilaç bulunmamakta ve sırası gelen acı çekerek ölmektedir. Ölümleri feryat figan içinde karşılayan halk bir süre sonra alışır ve sırasını bekleme başlar. Hapishanelerde de durum aynıdır. Mahkumların ölmesi, en küçük suçun cezasının bile ölüm cezasına dönüşmesine neden olmuştur. Fısıltı gazetesinin yaydığı haberle, veba'nın ilacı olan içki kara borsa da satılmaya başlanmış, olayı fırsata çevirmeye çalışan stokçular türemiştir.  Bu esaret, çaresizlik ve hengamenin içinde aşk (kadın) tamamen kaybolmuş, herkesi hayatta kalma mücadelesi sarmıştır... 

Yukarıda kabaca tasvirini yaptığımız Oran kenti sakinleri aslında hayatın ta kendisini oluşturur. Hastalığa yakalananların çaresizliği ve yalnızlığı, ölüm bile olsa sıkça tekrarlanan belaların bir süre sonra insanları duyarsızlaştırması, sorunu çözmeye çalışmak yerine fırsata çevirmeye çalışanların ölümle burun buruna geldiğinde gerçeği fark edişi, bazı din adamlarının toplumu sükunete çağırmak yerine günahlarıyla daha da korkutması hep bizlik. Kim bilir, belki de veba'ya yakalandığı için karantinaya alınmış bir dünya da yaşıyoruzdur.

Sonuç olarak, biraz zor bir kitap ama okunmasında fayda var.

Sevgiler...

Camus adı çoğu okur için Yabancı romanıyla özdeşleşir. Ancak yazarın en önemli yapıtı aslında "Veba"dır. Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle Veba, yalnızca çağımızın değil, tüm insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: Felaketin yazgıya dönüşmesi. Camus'nün hiçbir yapıtında böyle acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır. "Veba", insanın ve ışığın şiiridir. Bu şiirde renkler alabildiğine koyu, ancak yazarın sesi o denli umut doludur. Beklenmedik bir boyuta ulaşan veba salgını tüm Oranlıları ilkin umutsuzluğa boğar, ardından Doktor Rieux, Tarron ve Grand'ın gösterdikleri dayanışma örneği, başta yetkililer olmak üzere herkese bir güç ve umut kaynağı olur.


Sayfa Sayısı: 277

Veba, Albert Camus'un en ağır kitaplarından biri olarak bilinir. 1947 yılında yayımlanan romanda Cezayir'in Oran şehrinde bir ...

Bülbülü Öldürmek - Harper Lee



Bülbülü Öldürmek, uzun bir süre önce okuma listeme girmişti. Ancak bazı bloglar tarafından romanın yarım bırakılan, anlaşılması ve okunması zor kitaplar listesine alınmasıyla cesaretim kırılmış ve hep başka bahara ertelenmişti. Kısmet bu güneymiş.

Harper Lee 1960 yılında yayımlanan kitabında, küçük bir Amerikan kasabasında yaşanan ayrımcılığı gözler önüne seriyor. Bu anlatı dönemin edebiyat dünyasında etkisini göstererek eserin, Columbia Üniversitesi tarafından verilen ve prestijli bir ödül olarak kabul edilen Pulitzer Ödülünü kazanmasını sağlıyor. Ve bu kitap, yazarın 2015 yılında basılan Tesbih Ağacının Gölgesinde kitabına kadar hep ilk ve tek romanı olarak biliniyor.

Roman bize küçük bir Amerikan kasabasında yaşanan ayrımcılık olayını 8 yaşındaki Scout'un gözünden anlatıyor. Bu Scout aslında yazarımızın ta kendisi. Yani bize kendi çocukluğunda tanık olduklarını anlatıyor. 1930 ların Amerikan kasabasında Scout, kendisinden 4 yaş büyük abisi Jem ve avukat babası Atticus ile birlikte mutlu mesut yaşıyor. Ve bize kasabı eşrafı ile birlikte kendiliğinden oluşan kast sistemini tüm ayrıntılarıyla anlatıyor. Öyle ki kitabın ilk yüz sayfasında bu kasabanın insanlarını tek tek tanıyoruz. Atticus'u ise tanımaktan büyük zevk alıyoruz. Çocuklarına ısrarla iyiliği ve dürüstlüğü aşıladığını, onları gelecekte yaşayacakları zor günlere karşı hazırladığını ve hep attan almayı öğütlediğini görüyoruz. Atticus'un bu ısrarı fırtına öncesi sessizliği anımsatıyor. Buraya kadar sıradan ilerleyen kitap, ortalarına geldiğimizde küçük bir yan hikayeyle bizi sarsmayı başarıyor. Evinden hiç çıkmadığı için çocuklar tarafından "Öcü Ridley" olarak lakaplandırılan ve korkulan Ripley'in verdiği irade mücadelesini okuyunca inceden bir hayranlık ve acıma duygusu kaplıyor yüreğimizi.

Asıl hikaye ise sonlarda gösteriyor kendini. Amerika'da kölelik 1860'lı yıllarda bitmesine rağmen siyahilere karşı ayrımcılık hala devam ediyor. Böyle bir ortamda siyahinin hak arama ya da kendini savunma mücadelesi olağan karşılanabilir. Ancak bir beyazın, siyahinin hakkını üstelikte beyaza karşı savunması kasabayı allak bullak ediyor. Avukat Atticus, beyaz bir kadına tecavüz etmekle suçlanan genç bir zencinin iftiraya uğradığını mahkeme salonundaki tüm jüri üyelerine kanıtlıyor. Ancak zaten kararını vererek duruşmaya gelmiş olan jüri kararını değiştirmiyor.  

Yazarın temel insani değerleri çok iyi irdelediğini, salt iyi olun söylemini kullanmak yerine tüm gerçekçiliğiyle dürüst olabilmenin zorluğunu anlattığı okunası bir hikaye çıkmış karşımıza. Bunun yanında sekiz yaşında bir çocuğun anlatımıyla yazıldığı için yazım dilini sade ve akıcı bulan, bu çocuksu dilin yazarın başarısı olduğunu savunan eleştirileri okudum. Ancak ben o kadar emin değilim. Evet cümleler sade ve anlaşılır. Ancak betimlemeler, tanımlamalar ve ayrıntılar çok fazlaydı. Kitabın ortalarına kadar zorlandığımı belirtmeliyim.

Sonuç olarak, yaklaşık üçyüzelli sayfalık bu kitabı okuma listenize almalısınız. Eminim size çok şey kazandıracaktır. 

Sevgiyle kalın...

1960 yılında yayımlandığından bu yana bütün edebiyatseverlerin gönlünde özel bir yer edinen, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek Amerika’nın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahramanın, Scout Finch’in gözünden anlatıyor.


Harper Lee, kullandığı yalın ama çarpıcı dil aracılığıyla adalet, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılık gibi hâlâ güncel temaları, Scout’un büyüyüş öyküsüyle birlikte dokuyarak, iyilik ve kötülüğü hem bireysel hem de toplumsal düzeyde mercek altına alıyor.


Bir “zenci”nin haksız yere suçlanması üzerinden gelişen olaylar; önyargılar, riyakârlık, sınıf ve ırk çatışmalarıyla beslenen küçük Amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, insanlar arası ilişkide adaletin ve dürüstlüğün önemini anlatan evrensel bir hikâyeye dönüşüyor. Etkileyici gerçekliğiyle ürperten, “insani” vurgusuyla sarıp sarmalayan, çağdaş dünya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan bu klasik roman, Ülker İnce çevirisiyle tekrar Türkçede.


"İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır."

(Tanıtım Bülteninden)

İlk Baskı Yılı : 2014
Sayfa Sayısı : 355

Bülbülü Öldürmek, uzun bir süre önce okuma listeme girmişti. Ancak bazı bloglar tarafından romanın yarım bırakılan, anlaşılması ve o...

Bütün Eserleri 4 - Sait Faik Abasıyanık


Blogsözlük okuma grubunun Lüzumsuz Adam seçkisi sayesinde tanımıştım yazarı. O tarihlerde okuduğum ve içerisinde Şahmerdan ve Lüzumsuz adam kitaplarını barındıran Bütün Eserlei 2 serisinde, Sait Faik Abasıyanık'ın tarzım olup olmadığı konusunda ikilemde kalmıştım. Kısa anlatılarında olay örgüsü var'la yok arasında gibi gelmişti. Sanki bişey anlatacakmış da aman bee boş ver edasıyla yarıda bırakmış gibiydi.

Yazar yine okuma grubunun seçkisiyle tekrar okuma listeme girdi. Bu kez de Mahalle Kahvesi kitabını ararken içerisinde Havada Bulut kitabını da barındıran Bütün Eserleri 4 kitabını aldım elime. 

Yazarın tarzı hep aynı. Yine kısa hikayelerden oluşuyor. Ama bu kez önceki okumamda fark etmediğim bir şeyi gördüm. Yazar aslında toplumu bireye anlatıyor. Sanki karşısına oturmuşsunuz da size yaşadığı mahalleyi, o mahallenin insanlarını, yaşamlarını tek tek gözler önüne seriyor. Kitap bittiğinde o mahallenin bir ferdi oluveriyorsunuz. En mahrem sırlarını öğreniyorsunuz. Fahişelerin aşklarını da, fahişelere aşık olan adamları da, aşklarına toz konduramayan gençleri de tanıyorsunuz. Hem de yüzlerini görüyormuşçasına. 

Sonuç olarak bir kitap kurdu olarak zamanda yolculuk edip, bir kaç yazarla tanışmak isteseniz bunlardan biri Sait Faik olurdu sanırım. Düşünsenize o anlatacak siz dinleyeceksiniz. Sakin sakin ve sindire sindire... Kim bilir balıkçı hikayesi nasıl canlanırdı. 

Hepinize Sait Faik'li okumalar dilerim....

Blogsözlük okuma grubunun Lüzumsuz Adam seçkisi sayesinde tanımıştım yazarı. O tarihlerde okuduğum ve içerisinde Şahmerdan ve Lüzumsuz...

Red Sparrow - Kızıl Serçe

Ramazan ayı boyunca uyumak, uykusuzluğa direnmek ve çalışmak dışında neredeyse hiç bir şey yapamadım. Haliyle günler uzun, geceler kısa ve benim gibi uykucu birine bölünmüş uyku yetmiyor. Bu nedenle de işe gidip gelirken okuduğum kitaplar rafa kalktı, film izlediğim siteler bir bir kapandı. 

Ama olsundu. Yine yeniden ayağa kalkmalı, yarım kalmış kitaplara sarılmalı, blogların tavsiye ettiği filmler tekrar tıklanmalıydı. İşte o gün bugündü.

Sözün özü azizim iftarı beklerken bloglarda gördüğüm bir filmi izlemeye karar verdim. Size de anlatayım. Belki ilginizi çeker de siz de izlersiniz.


Red Sparrow, 2018 ABD yapımı, aksiyon, dram ve gerilim türünde ve iki buçuk saate yaklaşan uzunlukta bir film. Kızıl Serçe olarak dilimize çevrilmiş. Başrollerden sadece Jennifer Lawrence'yi tanıyorum. Bu da benim ayıbım olsun.

Film tam anlamıyla istihbarat dünyasını gözler önüne seriyor. Hasta annesine bakmak zorunda olan eski balerin Dominika Egorova' nın gözünden ABD ile Rusya arasındaki istihbarat savaşına adım atıyoruz. Dominika, derin devlet adamı olan amcası sayesinde "serçe" okuluna gönderiliyor. Serçe okulunda yetiştirilmek istenen ajanlar bedenlerini kullanarak avını ele geçirme ve onu yönlendirme eğitimi alıyorlar. "Her insanın eksik bir parçası vardır. O parçayı tamamlarsan ona istediğini yaptırabilirsin" düsturu eğitimin mihenk taşını oluşturuyor.


Film boyunca, Dominika'nın aslında kime çalıştığını anlamaya çalışıyoruz. Bazen Abd bazen de Rusya için çalışıyor havası hakim. Ve her iki tarafa da doğru bilgileri aktararak uzun bir süre gemisini yürütüyor aslında... (Burada Jennifer'in güzelliğinin yanında oyunculuğuna da şapka çıkarıyorum.)


Ancak toplamda beş dakikayı bulmayan cinsel içeriklerin tamamının Dominika (Jennifer Lawrence) üzerinden olması, Jennifer Lawrence' nin güzelliğiyle bir şeyler yapılmaya çalışılmış havası da oluşturuyor. Bu nedenle istihbaratçıların haber sızdırma, takip ve infaz yöntemleri filmin fazlasıyla arka planında kalmış.


Tüm olumsuz eleştirilerime rağmen oyunculukların kalitesi ve öngörülemeyen istihbarat oyunları ve sonu nedeniyle izlemeye değer. Bu tür konulara meraklıysanız sıkılmadan geçireceğiniz iki buçuk saatiniz var demektir.

Keyifli seyirler. 

Ramazan ayı boyunca uyumak, uykusuzluğa direnmek ve çalışmak dışında neredeyse hiç bir şey yapamadım. Haliyle günler uzun, geceler kısa ve...