Görünmez Adam - H.G. Wells


Görünmez olmak aslında sihirli bir güçtür. Tamam sizi süper kahraman yapamayabilir ama elle tutulur bir üstünlükte sağlar. Düşünsenize; kimseye hissettirmeden yanında durabilir, belki arkanızdan yapılan dedikoduları birinci ağızdan dinleyebilir, kimin dost kimin post olduğunu aklınızda soru işareti kalmayacak şekilde anlayabilirsiniz. Eh birazda bal tutan parmağını yalar kafasındaysanız, bedava sinema, disko, bar gezebilir, ücretsiz dünyayı dolaşabilirsiniz. Biraz da muzipseniz o cesaret timsali arkadaşlarınızı, o kodaman patronları, burnundan kıl aldırmayan devasa egoları titretebilirsiniz. 

Yazar H.G Wells' de tam olarak benim hayal ettiğim gibi olmasa da görünmezliğin sırrını bulan bir doktorun penceresinden, bize aslında nelerin olabileceğini anlatıyor. Hikayemizin kahramanı doktor Griffin hayal kurmayı bırakarak olaya bilimsel açıdan yaklaşıyor. Görme olayının ışığın maddelere çarptıktan sonra yansımasıyla oluştuğunu, az yansıtan cisimlerin koyu, çok yansıtan cisimlerin ise açık-parlak renkli olduğunu farkt ediyor. Sonrasında ise bu yansıtma olayını tamamen yok edebilirse görünmez olabileceğini tespit ediyor. Ve Griffin sonunda görünmez olmayı başarıyor.

Doktor Griffin görünmez olmayı başarıyor başarmasına ama  bazı sorunlarla karşılaşmaya başlıyor. Öncelikle bilimsel çalışmasını kimseye çaldırmaması gerekiyor. Sonrasında ise karşılaştığı sorunlara da bir takım çözümler üretebilmeli. Her şeyden önce görünmez dolaşabilmek için çıplak gezmeli. Tamam kimse görmediği için sorun yok ama bunu karı var, ayazı var, kışı var. İnsan üşütür zatürre olur. Sonra bişey yesen onu sindirene kadar midende görünüyor. Olmaz ki. 

Doktor Griffin düşünüp taşınıyor, bu işin böyle olmayacağına karar veriyor ve kendine bir dost, bir sırdaş arıyor. Sonra kendisine düşmanca davranan yöre halkını, işleyeceği seri cinayetlerle korkutarak emri altına almayı planlıyor. 

Yazar romanında hikayenin kahramanı Doktor Griffin üzerinden olayı daha detaylı ve bilimsel anlatmaya çalışıyor ancak asıl anlatmak istediği görünmezliğin bilimsel olarak mümkün olabileceği değil. Süper görünen güçlerin aslında süper olmayabileceği. Oturun oturduğunuz yerde, insan olmak neyinize yetmiyor demeye çalışıyor. Ya da ben öyle anladım. Bilemiyorum.

Kitap 224 sayfa kadar ve okumaya değer. Bir de bu kitabın bir kaç tane filmi de çekilmiş ama ben hiç birini izlemedim. Haberiniz olsun.

Sevgiyle kalın...

Görünmez olmak aslında sihirli bir güçtür. Tamam sizi süper kahraman yapamayabilir ama elle tutulur bir üstünlükte sağlar. Düşünsenize...

The Affair

Bir Amerikan dizisini daha bu gün itibarıyla bitirmiş bulunuyorum. The Affair ilk bölümü 2014 yılında yayımlanmış, üç sezondan oluşan ve her bölüm yaklaşık olarak 60 dakika süren bir dizi. Dilimize çevrildiğinde "mesele" anlamına geliyor ama bizim televizyon kanallarında yayımlanacak olsa, içeriği karşılayan başka bir isim bulunurdu diye düşünüyorum.


The Affair'i yüzeysel olarak anlatmak onu flaşh tv dizilerine benzetmenize neden olacaktır. Bu nedenle kadın erkek ilişkileri üzerine kurgulanmış diziyi irdelerken, karakterlerin üzerine yoğunlaşmak daha anlamlı olacaktır. Çünkü herkes evlenebilir, herkes hayat mücadelesi verebilir, hatta herkes eşini aldatabilir ama herkes hayata aynı pencereden bakamaz. İşte bütün mesele bu.


Dizi, öğretmen ve ikinci sınıf bir yazar olan Noah, eşi Helen, bir tatil kasabasında barmenlik yapan Alison ve eşi Coleun dörtlüsünün gözünden, yozlaşmanın sıradanlaştığı hayatları izlettiriyor. İlk sezon sakin kafayla kitabını yazmak isteyen Noah'ın ailesi ile birlikte, eşinin babasına ait tatil kasabasındaki bir eve gitmesiyle başlıyor. Burada Noah ile Alison arasında yakınlaşma ve sonrasında da ilişki başlıyor. Üç sezon boyunca da ilişkiler karmakarışık bir hal alıyor. Terk edilen eşlere geri dönmeler, sonra yeniden terk etmeler, yeni sevgili bulmalar, "yok bunu da beğenmedim başkasına geçeyimler" havada uçuşuyor. Bu arada yazar Noah, Alison'la yaşadığı ilişkiyi tüm ayrıntılarıyla romanlaştırarak bir kitap çıkarıyor ve popülaritenin zirvesini yaşıyor. 


Dizinin müzikal ve görsel anlamda etkileyici olduğunu söylemek mümkün değil. Vurucu kısım olaylara bakış açılarında. Bir saatlik olan her bölüm iki kısımdan oluşuyor ve aynı olayları hem kadın hem de erkeğin gözünden irdeliyoruz. İlk bölümlerde Noah ile Alison'un arasındaki yakınlaşmanın her iki taraf arasında da farklı anlaşılması tam bir aydınlanma gerekçesi. Bu farklı bakış açılarıyla kadına bak bana asılıyor ile adama bak bana sulanıyor'un kapışmasından yeni bir aşk doğuyor. Sonrasında yaşanan tüm o evlenmeler, boşanmalar, mahkeme süreçleri hep bu kadın erkek farkıyla izleyiciye sunuluyor. Sonuç olarak dışarıdan bakıldığında absürt ve ahlaksızca gelen olaylar karakterlerin gözüyle irdelendiğinde "ben olsam ben de yapabilirdim" duygusuna dönüşüveriyor. Bir de neredeyse bütün karakterlerin geçmişinde yaşadığı ve üstüne bir sünger çektiği, unutmaya çalıştığı gizemli acıları var. Bu acılardan kaçış dizi karakterlerini ve ilişkilerini daha karmaşık ve izlenilir kılıyor.


Sonuç olarak üç sezon ve dizinin fazlasıyla durağan olması sıkılmanıza neden olabilir. Muhtemelen dizi senaristleri bunu fark etmiş olmalılar ki neredeyse her bölüme yerli yersiz, yeterli uzunlukta sevişme sahnesi koymuşlar. Ancak ikinci sınıf bir yazarın yaşadıklarını hayal gücüyle harmanlayarak sınıf atlamaya çalışması ve tüm zorluklarıyla yazarlık serüveni izlemeye değerdi.


Biraz dinginlik iyi gelir, aksiyondan sıkıldım diyenler için iyi gelebilir. Ayrıca sever misiniz bilmiyorum ama dizi 4. sezon için onayını almış.

Sevgiyle kalın...

Bir Amerikan dizisini daha bu gün itibarıyla bitirmiş bulunuyorum. The Affair ilk bölümü 2014 yılında yayımlanmış, üç sezondan oluşan ve h...

Şahsiyet


Bir çok dizi izleyicisi için televizyon dizileri artık fazlasıyla sıkıcı. Bu nedenle izleyiciler birbirinin tekrarı aşk hikayeleri ya da şiddet içerikli mafya dizilerini izlemek yerine, internet üzerinden yerli veya yabancı dizleri takip etmeye başladı. Sanırım bu süreç internet dizileriyle tanışmamızı da sağladı. Bende böyle bir arayış içerisindeyken Düş Tasarımcısı'nın, La Casa De Papel dizisi yayınına yaptığı yorumla fark ettim diziyi.

Şahsiyet, Puhu Tv için çekilmeye başlanmış ve ben bu satırları yazdığım sıralarda henüz 6 bölümü yayımlanmış. Her bölüm yaklaşık 1 saat kadar. Haluk Bilginer ve Cansu Dere'nin baş rollerini paylaştığı dizi de Müjde Ar, Şebnem Bozoklu, Hüseyin Avni Danyal gibi daha bir çok tanıdık sima karşımıza çıkıyor.


Dizide Haluk Bilginer' in canlandırdığı Agah karakteriyle hayatı sorguluyoruz. Agah bey 27 yılını bir adliye binasında memur olarak geçirdikten sonra emekli olmuştur. Her sabah saat:05:33' de kalkarak hedefsiz hayatını tekrarlamaya devam etmektedir. Ta ki alzheimer başlangıcı olduğunu öğrenene kadar. "Tüm geçmişimi unutacaksam benim şahsiyetim n'olacak?" sorusuyla bir aydınlanma yaşar ve zaten unutacağı geçmişiyle adalet dağıtmaya başlar. Önce karısını öldüren adama gereken cezayı vermeyen hakimden başlar işe. Sonra çalıştığı adliyenin tozlu raflarında unutulan dosyaları çözmeye başlar. 


Cinayet Büro ise olayların hemen öncesinde atanan Nevra'yı sindirmeye çalışmaktadır. 150 kişilik büroda tek kadın polistir Nevra ve cinayet büro'nun yüzü olarak basına röportaj vermiştir. Yayımlanan bu röportajından sonra işler iyice karışmaya başlar. Seri katil öldürdüğü her ceset'in üzerinden Nevra'ya mesaj gönderir ve bu durum Nevra'yı çözülmesi zor bir karmaşanın içine iter.


Bir Türk dizisinde seri katil içerikli polisiyeyi bu kadar başarılı görmek gerçekten şaşırtıcı. Hem psikolojik analizler, hem cinayetlerin işleniş şekli, hem çekimlerin ve müziklerin kalitesi hem de sansürsüz yayın diziyi tam izlenilesi kılmış. Özellikle tesadüfi çözümlerin olmaması, karakterlerin fazlaca bizden olması diziyi özümsememizi sağlamış.

Son söz olarak dizinin jeneriğini de acayip beğendiğimi söylemeliyim. Onu da buraya bırakıyorum.



Umarım uzun soluklu, kalitesini kaybetmeyen bir dizi olur. 

Severek izleyeceğinizi düşünüyorum.

Bir çok dizi izleyicisi için televizyon dizileri artık fazlasıyla sıkıcı. Bu nedenle izleyiciler birbirinin tekrarı aşk hikayeleri ya ...