The Night Manager


Mini dizi arayışındayken karşılaştığım ilginç, hatta bir çok yönüyle itirafname gibi duran bir diziden bahsetmek istiyorum sizlere. Eğer çevremizde yaşanan darbelerin ve savaşların farklı yönlerine ilgiliyseniz tam yerine geldiniz.

Amerikan ve İngiliz ortak yapımı suç, casusluk türündeki The Night Manager şimdilik sadece altı bölümden oluşuyor ve her bölüm bir saat kadar.. Şimdilik diyorum çünkü ikinci sezon için onayını aldığı yorumları dolaşıyor ortalıkta.  


Bu mini dizi John Le Carre'nin 1993 yılında yayımlanan aynı isimli romanından uyarlanmış. Ama ilginçtir ki dizi Mısır'da Hüsnü Mübarek'in devrildiği yani arap baharının başladığı dönemden giriş yapıyor. 1993 yılı ile 2011 yılında yaşanan arap baharı arasındaki zaman senkronsuzluğu bile bana kitabın kılıf olarak kullanıldığı hissiyatını verdi.


Dizinin çevresinde dolaşan yoğun eleştirilerimden sonra isterseniz birazda içeriğinden bahsedeyim. Irak'ta savaşmış ve savaştan tiksinmiş olan eski asker Jonathan Pine artık Mısır'da lüks bir otelde gece vardiyası müdürlüğü yapmaktadır. Bir gece otelin süit odasında kalan Fransız asıllı bir bayan kendisine saklaması için bazı dokümanları verir. Ancak Pine içerisinde kaçak silah ticaretiyle ilgili bilgiler bulunan dokümanları İngiliz istihbaratıyla paylaşır. Bu durum Fransız kadının sonu olur. Pine kendini suçlu hissederek kadının intikamını almaya karar verir ve İngiliz istihbaratında ajan olarak çalışmaya başlar...

Dizinin konusuyla ilgili olmamdan da kaynaklanan merakla oldukça güzel zaman geçirdiğimi itiraf etmeliyim. Her şeyden önce olaylar doğal akışında seyrediyor ve bu diziye inanılmaz bir gerçeklik katıyor. Ayrıca gerçek görüntülerle de desteklenen bazı bölümlerde İngilizler her yerde ve her şeyden haberleri var düşüncesi izleyicinin bilinç altına işleniyor. Bu durum burnumuzun dibindeki olaylara bile şüpheyle bakmamıza neden oluyor.


Her şey bir yana hafta sonu işiniz yoksa oturup bitirebilir, casusluk işleri ilginizi çekiyorsa hoşça vakit geçirebilirsiniz.

Sevgiyle kalın

Mini dizi arayışındayken karşılaştığım ilginç, hatta bir çok yönüyle itirafname gibi duran bir diziden bahsetmek istiyorum sizlere. Eğ...

Hastalık Hastası - Moliere


Gerçek adı Jean-Baptiste Poquelin olan Moliere, zamanının en sivri dilli yazarlarındanmış. O dönem de yazarlar halkı güldürmeye odaklanırken, Moliere sözünü budaktan esirgemeden doğrudan eleştiriveriyormuş en kallavi meslek gruplarını. Buna benzer övgülerle donatılmış internet. Gerçekten öyle midir yoksa ölmüş adamın arkasından yazılan kahramanlık destanı mıdır bilemem. Ama konu Hastalık Hastası özeline indirgenirse, Moliere hakikaten zekasıyla adam döven yazarlardanmış derim.


Hastalık Hastası üç perdeden oluşan bir oyunmuş aslında ama ben izlemedim. Okumalarıma ara verdiğim bir dönemde ince olması ve kolay okunabileceği düşüncesiyle sarıldım esere. Siz de benim gibi okuyamama hastalığına tutulmuşsanız başlangıç kitabınız olabilir diye aktarıyorum bu dipnotu. Neyse... Eser Argan isimli hastalık hastası zengin bir adamı konu alıyor. Adamı hasta olduğuna inandırarak onu sömüren bir doktor, bir eczacı, onu aslında sevmeyen servet avcısı bir eş, onu korumaya çalışan sivri dilli hizmetçi ve yine onu seven kızı etrafında dönüyor olaylar ağırlıklı olarak. 

Diyalogları okurken kimi zaman Argan'a acıyarak güldüm, kimi zaman hizmetçinin uyanıklığına oh olsun çektim. Hele hele doktorların yerden yere vurulduğu bölümde içimin yağları eridi. Yok öyle zengine ayrı fakire ayrı muamele...

Olayın bir de acı yanı var. Bu eser Moliere'nin son eseriymiş ve bu eserdeki Argan rolünü oynarken ağzından kan gelmesine rağmen oyununu tamamlamış. Gizlediği verem hastalığı onu oyunun tam ortasında yakalamış. Ancak oyundan sonra kurtarılamamış. 

Son söz olarak bu eseri keyifle okuyacağınıza inanıyorum. Sevgiyle ve sağlıkla kalın...

Arka kapak...
Klasisizmin temsilcilerinden olan Moliere, Fransız edebiyatının en büyük komedi yazarıdır.

Oyunları bir çok dile çevrilmiş, dünyanın çeşitli ülkerinde defalarca oynanmıştır.

Hastalık Hastası isimli komedisinde yazar; varsıl bir "kuruntu hastası" nın saflık ve budalalığının sömürülmesi konusunu işliyor.



Sayfa Sayısı: 110

Gerçek adı Jean-Baptiste Poquelin olan Moliere, zamanının en sivri dilli yazarlarındanmış. O dönem de yazarlar halkı güldürmeye odakl...

İki Şehrin Hikayesi - Charles Dickens


İki Şehrin Hikayesi'ni yıllar önce kendimi zorlayarak okumuştum. Ancak geriye dönüp baktığımda romanın zor olduğundan başka aklımda hiç bir şey kalmamıştı. Kitap okuma etkinliğinde tekrar karşıma çıkınca belki de doğru zamanı yakalamışımdır düşüncesiyle tekrar elime aldım.

Romanı, İngiliz yazar Charles Dickens 1859 yılında yazmış. Ağırlıklı olarak Fransız ihtilali öncesi ve sonrası yaşananları gözler önüne seriyor. İhtilal öncesi aristokratlarının masum halkı ezmesi, yok sayması hatta hor görmesi sonucu gerçekleşen toplumsal patlamayla Fransız ihtilali gerçekleşiyor ve  artık her şey ters düz oluyor. Yazar bunu daha romanın giriş cümlesiyle "It was the best of times, it was the worst of times - Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü." edebiyat literatürüne altın harflerle kazıyor. İhtilal sonrası Paris'te yeni bir dönem başlıyor. Ezilen, yok sayılan hatta hor görülen halk artık ülkeyi yönetmeye, geçmişin aristokratlarını hesaba çekmeye başlıyor. Yargılamalar adet yerini bulsun havasında geçiyor ve doğru düzgün savunması bile alınmayan insanlar giyotine gönderiliyor. Geçmişte sesini duyuramayan halk, yeni mazlumların sesine kulak tıkıyor.  

Özellikle Fransız ihtilali sonrası karmaşasını konu edinen roman, güzel bir aşk hikayesi, vefalı dostluklar, kendine güven ve güvensizliğin zirvesini yaşayan insanlar, korku ve fazlasıyla ümitsizlikle o dönemi adeta yaşamamızı sağlıyor. Bunların yanında bence kitabın asıl etkisi, Fransız devriminin taraflarına karşı tarafsız olmayı başarabilmesinde saklı.

Son olarak ikinci kez okumama rağmen zor bir kitap olduğunu söylemeliyim. Her şeyden önce kitabı tam olarak anlayabilmek için Fransız devrimi konusunda az da olsa alt yapınız olmalı.  

Herkese mutlu bayramlar, sevgiyle kalın...

Tanıtım Bülteninden...
Dünya edebiyatının en önemli klasik yapıtlarından biri olan İki Şehrin Hikâyesi, Paris ve Londra arasında gelişen olay kurgusuyla, tarihin en hareketli anlarından birinin, Fransız Devrimi’nin ekseni etrafında biçimlenir. Edebiyat dünyasının “Dickens’ın en büyük tarihî romanı” olarak, yazarın kendisinin ise “Yazdığım en iyi hikâye” diye tanımladıkları yapıt, Fransız Devrimi ile Terör Dönemi kargaşasında yaşamak zorunda kalan bir grup insanın özel yaşamlarını aktarırken, dönemin acımasız toplumsal koşullarını da irdeler.
Hapsedildiği Bastille zindanından kurtarılan Doktor Manette ile iş işten geçmeden İngiltere’ye göndermiş olduğu kızının on sekiz yıl sonra buluşmaları ve Londra’da yeni bir yaşam kurmaları; sevgi, dostluk, özveriyle örülmüş bu yaşamın Paris’te gelişen devrim dalgasının haberleriyle gölgelenişi, iki şehri yansıtıyor okuyucuya. Paris’teki karanlık günlerin karşısında Londra’daki aydınlık ve dingin günler yer alıyor. Ancak her iki şehir de karanlığın içinde umudu, aydınlığın içinde hüznü taşıyor.


Sayfa Sayısı: 464

İki Şehrin Hikayesi'ni yıllar önce kendimi zorlayarak okumuştum. Ancak geriye dönüp baktığımda romanın zor olduğundan başka aklımd...