2021'e girerken


İncittin bizi 2020. Hakkında ne söylesek boş. Aslında gelişin 2019’un sonundan belliydi. Avusturalya 5000 deveyi katletti sonrasında aynı kıtada birçok can ve mal kaybına sebep olan ve 6 ay süren orman yangını yaşandı. Peşi sıra gelen depremler, çığ felaketleri derken korona belası. Yaşamayı bıraktık hayatta kalmaya çalışıyoruz artık. Psikolojiler alt üst. 

Psikoloji demişken yıllık psikolojik durum grafiğim de aslında bloğumdan çok net anlaşılıyor. Akıp giden zaman kısmına bakıldığında normal seviyede başlayan paylaşımlar senenin ortalarına doğru artan stres seviyesiyle birlikte düştükçe düşmüş. Öyle bir içine kapanıklık işte. Sonra bakmışım ki bitecek gibi değil sarılmışım tekrar kitaplara. Arap atı gibi sonradan açılmışım ama yılbaşında amaçlanan seviyeye ulaşmak nerde? 

Hedef deyince geriye dönüp baktığımda baya havalıymışım ha diyorum. Öyle kendime günlük ödev vermem havaları, yok okuduğum kelimelerin altını çizerek ve sindirerek okumak istiyorumlar, yok kitap listesi oluşturmam canım o dönem ne isterse onu okurumlar falan. Noldu Abdullah, olmadı mı? 

Olmadı, olmuyor. Bu sene ödev veriyorum kendime. Küçük küçük ilerlemek üzere planlar oluşturuyorum. Çünkü yapılan bir araştırmaya göre (muhtemelen İsveçli bilim adamları yapmıştır) yılbaşında gaza gelinerek yapılan hedefler ortalama 19 Ocak’a kadar yapılıyormuş. Hadi bakalım. Ömrümüz varsa 2022’de de buradayız. 

Son söz olarak, yazıyı sonuna kadar sabırla okumayı başaran değerli arkadaşım, sevdiklerinle beraber mutlu, huzurlu, sağlıklı ve bol kazançlı bir yıl geçirmeni diliyorum. Sevgiyle kalın…

İncittin bizi 2020. Hakkında ne söylesek boş. Aslında gelişin 2019’un sonundan belliydi. Avusturalya 5000 deveyi katletti sonrasında aynı kı...

Yaşanamayan Yasak Aşkın Öyküsü - Eylül



Mehmet Rauf’un Eylül’ü yaşanamayan yasak aşkın hikayesini anlatır. 

Yazar, okurunu batılılaşma akımlarının yoğun olduğu dönemde boğazdaki yalısında yaşayan karı-koca ve hizmetçiden oluşan bir ailenin evine konuk eder. Anlatıda olay yok denecek kadar azdır ve hikayenin tamamı psikolojik betimlemelerden oluşur.

Hikayemiz özetle şöyle: Suat kocası Süreyya ile birlikte Süreyya’nın babasının evinde yaşar. Bizim karı koca bir süre sonra kendi evlerine çıkmaya karar verirler ve yeni aldıkları yalılarına taşınırlar. Suat’ın tek uğraşı piyano çalmaktır ve batı müziğinden büyük zevk alır. Süreyya ise kolay kolay bağlanamayan, kendi alışkanlıklarından ödün vermeyen bildiğimiz özgür tiplerden. Suat’a karşı ilgisizliği yetmezmiş gibi onu evde yalnız bırakarak tek başına denize açılmalar gibi yalnızlık aktiviterine kapılır. Bir süre sonra yalıya Süreyya’nın kuzeni Necip gelir. Necip aslında kadınların güven duymadığı hovarda tiplerdendir ama Suat’a karşı tüm samimiyetiyle ilgi duymaya başlar. Aslında Suat’ta ona karşı boş değildir. 

Romanın uzun bir bölümü Suat ile Necip’in bakışmalarından ve tebessümlerinden edindikleri çıkarımları konu alır. Bu durum olay romanlarını sevenleri fazlasıyla sıkabilir ama duygu betimlemeleri durum romanlarını sevenleri fazlasıyla doyuracaktır.

Mehmet Rauf’un Eylül’ü yaşanamayan yasak aşkın hikayesini anlatır.  Yazar, okurunu batılılaşma akımlarının yoğun olduğu dönemde boğazdaki ya...

Fareler ve İnsanlar


İnsanlar yaşama gücünü büyük oranda kurduğu hayallerle besliyor. Nobel Edebiyat Ödüllü yazar John Steinbeck'ta bu çıkarım üzerine kurguladığı hikayesini 1937 yılında kaleme alıyor. Hayal dünyası örtüşen iki arkadaşın serüveni anlatıyor.  

Hikaye büyük bunalım yıllarında geçiyor. Uyanık olan George Milton ile saf ama güçlü olan Lennie Smal'ın hayallerinin peşinden koşuşunu okuyoruz. Hayal kurmanın aslında insanın bu dünyada kendine yer edinme gayreti olduğunu anlıyoruz. Ve sonunda sevgi her zaman iyilik yapılarak gösterilemezi görüyoruz.

Aslında uzun zaman önce okuduğum bu hikayeyi hem akılda kalmamış olması hem de blogda yer almaması nedeniyle bir kez daha okuyarak blog arşivine yerleştiriyorum. 

İnsanlar yaşama gücünü büyük oranda kurduğu hayallerle besliyor. Nobel Edebiyat Ödüllü yazar John Steinbeck'ta bu çıkarım üzerine kurgul...

Eski Türk Mitolojisi


Jean Paul Poux 1295 - 2009 yılları arasında yaşamış Fransız bir akademisyen. İlk olarak doğu dilleriyle ilgilenmeye başlasa da 1950 lerden sonra Türk tarihi ve dilleri üzerinde derin çalışmalar yaparak peş peşe kitaplar yayımlamaya başlar. 



Vikipediadan öğrendiğim kadarıyla Jean Paul Türkler hakkında yaptığı araştırmalardan sonra şu kanıya varıyor...

Türkler dışarıdan evlenme eğiliminde oldukları ve eşlerini Türk olmayanlar arasından seçtikleri, rastladıkları her kavimle kaynaştıkları, dilleri çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğu ve pek çok topluluk da bu dili ve kültürü benimsediği için Türklerle ilgili karakteristik denilebilecek fiziksel [buna biyolojik, ırksal da denebilir] herhangi bir özellik saptama olanağı kalmamıştır. (...) Türklerin hiçbir ırksal özelliği yoktur. Dolayısıyla kendi içinde bir Türk ırkından söz edemeyiz. Belki sadece Orta Asya'nın ücra dağlarından dünyanın herhangi bir yerine, Türklerin damarlarında, eski Türk kanından elmacık kemiklerini çıkık yapan o kandan daha çok, yabancı - Moğol, Çinli, İrani, Sami, Rum, Kafkas, Slav, hatta Afrikalı- kanı akmaktadır. Çünkü Dünyada en çok yayılan ve gittikleri bölgelerdeki yerli halklarla en çok karışan millet Türkler'dir. Türklerle ilgili olarak kabul edilebilecek tek tanım dilbilimsel olandır. Türk; Türk diliyle konuşandır 

Benim okuduğum Eski Türk Mitolojisi çalışması ise tam bir sözlük niteliğinde. Eser ilk olarak Türk kavramına Theophylaktos Simokatta tarafından aktarılan en eski belgelerden birinde geçen T'u-küeler kavramından bahseder. Bu esere göre de Türkler Çin hanedanının egemenliği altında yaşayan bir gruptur. Ancak bazı kaynaklara göre Türklerin Nuh peygamberin oğlu Yafes'in soyundan geldiği bilgisini de atlamaz. Kitabın ilerleyen sayfaları ise bol dipnotlarla ve sözlük olarak ilerler. Tabi sık sıkta Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lügat-ı Türk sözlüğüne atıf yapar. Kurt, köpek, kartal gibi havyanların kültürümüzde ne anlama geldiği ve kültürümüzle ilgili daha bir çok kavramı Türklerin hangi anlamda kullandığını açıklar.

Jean Paul Poux 1295 - 2009 yılları arasında yaşamış Fransız bir akademisyen. İlk olarak doğu dilleriyle ilgilenmeye başlasa da 1950 lerden s...

Jack London'un Gözünden İnsanlığın İlk Evresi


Amerikalı yazar Jack London 1906 - 1907 yıllarında Everybody's Magazine dergisine seri halinde bir hikaye yazar. Dilimize Adem'den Önce olarak çevrilen hikaye, insanlığın ilk evresine hem günümüzden hem de dönemin içinden bakmak gibi özellikleri barındırır.


Yazar hikayesinin daha başında insanların aslında iki farklı zamanda hayat sürdüğü gibi bir çıkarımda bulunur. Reenkarnasyondan farklı olarak her iki kişilikte insanın içinde yaşamaya devam eder ve ikinci karakteri güçlü olanlar önceki hayatı da yaşıyormuş gibi hisseder. İlk kişilik günlük deneyimlerimizle şekillenirken ikinci kişilik atalarımızdan gelen genlerle şekillenir ve çoğunlukla rüya olarak algılanır.


Yazar gerçekten böyle mi düşünüyordu yoksa hikayesine farklı bir gizem mi katmak istemişti bilemiyorum. Ama reenkarnasyon olayına bu güne kadar duymadığım hatta aklıma bile gelmeyen farklı bir bakış açısı kattığı gerçek. 


Kitabın daha başında günümüz insanı olarak yukarıdaki fikirleri savunan baş karakter, hikaye ilerledikçe insanlığın evrimleşmeden önceki hayatını ikinci karakteri olarak anlatıyor. Bu çift kişilikli karakter mağaralarda ve ağaç dallarında yaşayan, ateşi yeni keşfeden ve birbirlerini hayvanımsı güdülerle avlayan canlıları hem olayın içinden hem de günümüzün gözünden yorumlamaya çalışıyor. Böylece anlatı, hikayeyi kimi zaman uzak geçmişini anlatan bir ihtiyarın hatıralarına kimi zamanda tam bilinçlenmemiş bir maymunun zihninden geçenlerin anlatıldığı bir öyküye evriliyor.


Benim için ilginç bir okumaydı.  

Amerikalı yazar Jack London 1906 - 1907 yıllarında Everybody's Magazine dergisine seri halinde bir hikaye yazar. Dilimize Adem'den Ö...

Yalnız Gezerin Düşleri



Yoluma blogsözlüğün son seçkisiyle devam ediyorum. 

J.J. Rousseau'nun Yalnız Gezerin Düşleri sözlük tarafından okumaya layık görülmesine rağmen meristokrasi arşivinde vasatlar kategorisinde yerini alıyor. Bu ilginçlik biraz kafa karıştırsa da konu eninde sonunda zevkler ve renkler meselesine geliyor.  Her neyse...

J.J. Rousseau bu deneme kitabında büyük oranda gençliğin tabiriyle birilerine diss atmış yani ağır eleştiri içeren cevaplar vermiş. Önce yazdıkları kitapları basılmadan önce kendisine okutmak isteyenlerden dert yanmış. Sonra kendi yazdıklarını ölümünden sonra sanki Rousseau'nun basılmamış eseriymiş gibi piyasaya süreceklerden hayıflanmış. İlerledikçe mutluluğu kendi içinde, yalnızlığında ve doğada bulduğunu anlatmış. İnsanlığın öğrenmek için değil öğrendiğini göstermek için çabaladığı gibi dahiyane bir tespitte koymuş ortaya...

herkes, bilmek değil de bildiğini göstermek kaygısına düşer ve ormanların ortası bile, kendini beğendirmek isteyenlerin beceri ve yetenek sahnesi durumunu alır.

Sayfalar ilerledikçe mutlak doğru olmanın gerekliliği, doğru olmada kar zarar ilişkisi gibi pozitif insan özelliklerini irdelemiş. Sonra çevirmiş madalyonu yalan, yalanın gerekliliği ve yalan ile uydurma arasındaki farkı irdeleyen görüşlerini paylaşmış...



Dikkatli ve dingin kafayla okunduğunda zihin besleyici bir kitap. 

Yoluma blogsözlüğün son seçkisiyle devam ediyorum.  J.J. Rousseau'nun Yalnız Gezerin Düşleri sözlük tarafından okumaya layık görülmesine...

İnci Aral Yazmanın Büyüsünü Anlatmış


1944 Denizli doğumlu İnci Aral'ın bu güne kadar altı öykü altı da roman kitabı yayımlanmış. Ölü Erkek Kuşlar romanıyla Yunus Nadi Ödülünü, Mor romanıyla da Orhan Kemal Roman Armağanını kazanmış. Ancak ismine bu kadar aşina olduğum yazarın bu güne kadar hiç bir kitabını okumamış olma şaşkınlığını yaşıyorum. Blogumda aratıyorum, akıp giden zamanı kontrol ediyorum, yok. Hayret bir şey.... Neyse tesadüfen de olsa isminden etkilenerek okumaya başladığım Yazma Büyüsü ile yazarla tanışmış oldum. 


Yazar denemelerine okuruyla sohbet edercesine başlıyor. Kendi kriterlerinden ve yazarların üstlenmeleri gereken sorumluluklardan bahsederek yoluna devam ediyor. Cumhuriyet dönemi, 1950 li yıllarda ortaya çıkan yenilikçi akım, yenilikçi - gelenekçi çatışması gibi edebiyat serüvenimizi irdeliyor. Sonrasında genç yazarların çıkmazlarından, yazarların konu bulma ve üretken olmak için nerelerden beslenebileceğinden örneklerle bahsediyor. İyi bir yazarın cesur olması gerektiğinden dem vuruyor.


Yaklaşık 170 sayfalık kitap yazmaya meraklıların okuması gerekenlerden.   

1944 Denizli doğumlu İnci Aral'ın bu güne kadar altı öykü altı da roman kitabı yayımlanmış. Ölü Erkek Kuşlar romanıyla Yunus Nadi Ödülün...

Peygamber Enok'un Kitabı


İskoç araştırmacı James Burus 1773 yılında Habeşistan'daki bir manastırda saklanan ve 1500 yıldır kayıp olduğu düşünülen kutsal bir kitap bulur. Peygamber Enok'a ait olduğu düşünülen bu kitap üzerinde araştırmalar yapılır. İlk bölümleri MÖ 300 lü yıllarda son kısımları ise MS 60 lı yıllarda yazıldığı sonucuna varılır. Bu nedenle ve kitabın içeriğindeki anlatım farklarından dolayı iki farklı Enok tarafından yazılmış olabileceği değerlendirmesi yapılır. Bunun dışında Enok'un farklı kaynaklarda Hanok, Hermes ve Hz. İdris isimleriyle anılan kişi olabileceği de değerlendirilir. 


1947 yılında keçi çobanı Muhammed El Hamid Eriha kentinin 13 km güneyinde Ölü Deniz yakınlarında kaybolan keçisini ararken derin çukurlardan birine taş atar. Aşağıdan testi kırılma sesi gelmesi üzerine de aşağıya inerek meşhur Ölü Deniz Yazmalarını bulur. İbranice ve Aramice dillerindeki bu yazmalarla beraber yaklaşık 10 yıl süren araştırmalar sonucunda 11 mağarada daha benzer yazmalar bulunur. Yazmaların incelenmesi sonucunda MÖ 1 yüzyıl ile MS 2 yüzyıl arasında Ölü Deniz çevresinde yaşayan dini toplulukların güncel hayatı konusunda önemli bilgiler elde edilir. 1773 yılında bulunan peygamber Enok'un kitabı da bu bilgiler ışığında daha da değerlenir. 


Enok'un kitabı uzun yıllar Yahudi din adamları tarafından yazıldığı kabul edilen ve Hristiyanlığın kutsal kitap külliyatı olarak tanımlanan Eski Ahit'in (Tevrat) en önemli kitaplarından kabul edilir. Ancak Ms 325 yılında yapılan ve Hristiyanların kutsal kitaplarının belirlendiği meşhur 1. İznik Kolonisinde bu kitabın Hristiyanları yoldan çıkardığı gerekçesiyle Eski Ahit'ten (Tevrat) çıkarılır. Ancak kitabın ön sözünde halen 13. dereceye gelen masonlara bu kitabın bazı bölümlerindeki bilgilerin verildiği belirtilir.



Kitabın içeriğinden anlaşıldığı kadarıyla Enok, Nuh peygamberin büyükbabası ve onu büyük tufan konusunda uyaran kişidir ve bu kısım ayrıntılı anlatılır. Anlatıya göre gökyüzündeki bazı melekler dünyadaki kadınların güzelliğinden etkilenir. Ve iki yüz melek geri dönmemek üzere aralarında anlaşarak yer yüzündeki Hermon Dağına (Lanetli Dağ) iner. Kadınlardan kendilerine eş seçerek ilişkiye girerler ve 135 metre boyunda dev yaratıklar dünyaya getirirler. Ayrıca bu meleklerin liderleri insanlara toprak ve metallerden savaş aleti yapmayı, başkalarını nasıl öldürebilecekleri, ayın ve bulutların hareketleri, büyü gibi gökyüzünde kalması gereken bilgileri öğretirler. Böylece kısa bir süre sonra yeryüzüne kötülük hakim olur. Dev yaratıklarda önce diğer canlıları sonra da insanları ve birbirlerini yemeye başlar. İsyankar melekler bunun üzerine peygamber Enok'tan yardım isterler ve tanrıya okuması için ona bir özür mektubu yazarlar. Ama tanrı bu özrü kabul etmez ve meleklerin çocuklarının sadece 500 yıl yaşayabileceğini ve hepsinin gözleri önünde öleceğini söyler. Sonrada 4 büyük meleğini göndererek isyankar melekleri kıyamete kadar yerin altında zincire vurdurur. Sonrasında gelen büyük tufanla dünya tüm kötülüklerden temizlenir.


Kitap bazı bölümleri oldukça ayrıntılı anlatırken insanlığın yaratılış kısmından ise neredeyse hiç bahsetmez. Sadece Hz. Adem ve Havva'nın cennetteki bilge ağacının meyvesinden yedikten sonra bilgilendikleri ve çıplak olduklarının farkına vardıkları yazılır. Bu ağacın tasvirinden ise üzüm benzeri meyveleri olan bir ağaç anlaşılır. Oysa biz bu ağacı elma (yasak elma) olarak biliyorduk. 


Enok'un kitabının sıkıntılı kısmı ise dünya ile ilgili olan bölümleri. Dünyanın düz olduğundan bahseder ve 12 kapısı ayrıntılarıyla anlatılır. Bir yıl 364 gün ve 12 ay olarak hesaplanır ve o tarihte gezegen olarak bilinen ayın 14 günde bir yenilendiği yazılır. Hatta bu kısımdaki dipnotta günümüzdeki yeni ay teriminin de buradan geldiği söylenir. Bu bilgilerin kutsal addedilen bir kitapta ayrıntılarıyla yer alması bilimsel gerçeklikle kutsal kitap arasında sıkışma sorunu çıkarıyor.


Benim için güzel bir okumaydı.

İskoç araştırmacı James Burus 1773 yılında Habeşistan'daki bir manastırda saklanan ve 1500 yıldır kayıp olduğu düşünülen kutsal bir kit...

Bizanslı Gözüyle Türkler


1204 yılının Mart ayında Venedik Dükü Enriko Dandolo ile haçlı ordusu komutanları Bizans İmparatorluğunu parçalamak için Partitio Terrarum İmperii Romanie adı verilen gizli bir antlaşma yapar. Anlaşma neticesinde Latinler 4. Haçlı Seferini düzenleyerek Konstantinopolis'i işgal eder. Ancak Latin İmparatorluğu, Konstantinopolis Latin İmparatorluğu ya da haçlıların Romanya adını verdiği bu devletin ömrü sadece 57 yıl sürer. İznik İmparatoru VIII. Michael 1261 yılında Konstantinopolis'i tekrar alarak bu devletin varlığını bitirir.

4. Haclı seferi sırasında Yeorgos Pahimeris'in (ismi kaynaklarda farklı yazılıyor - Yeoryos Pahimeris, George Pachymeres gibi) babası Nikea'ya yani günümüzün İznik'ine mülteci olarak gelir. Pahimeris'te 1242 yılında gözlerini İznik'te dünyaya açar. VIII. Mikhael'in Konstantinopolis'i geri almasıyla Phimeres'te şehre gelir ve kiliseye girer. Sonrasında hukuk eğitimi de alarak kilisenin baş savcısı, sarayın da baş yargıcı olur. 



Tarih isimli çalışmasındaki portesini gördüğünüz bu adam yaşadığı dönemdeki gözlemlerini kaleme alarak 13 ciltlik Bizans Tarihini yazar. Ve bu eser 1302 Befaus Savaşı (Koyunhisar Muharebesi) nedeniyle Osmanlılardan bahseden ilk Bizans kaynağı olur. 

Pahimeres'in gözlemlerinden anladığımız kadarıyla 4. haçlı seferi sonrasında Bizans zaten çok zayıflamıştı. Üstelik korumasını amacı sadece zengin olmak isteyen paralı askerler yapıyordu. Haliyle bu askerler paraları ödenmediğinde ortadan kayboluyorlardı. Tatar Türkleri yani Moğollar ise doğuda taş üstünde taş bırakmıyorlardı. Moğollara yenilen Selçuklu Devleti zayıflamış, başına buyruk Türk Beylikleri ise Moğollardan korktukları için batıdaki Bizans sınırına kadar dayanmışlardı. Hayatta kalabilmek için cesur askerleriyle Bizans'ın paralı askerlerine sık sık saldırarak istediklerini alıyorlardı. Haliyle her beyliğin ya da imparatorluğun kendi içinde de taht kavgaları oluyordu. Tahtı kaybeden de düşman da olsa kendine kucak açan diğer devlete sığınıyordu. İttifaklarda evlilikler aracılığıyla sağlamlaştırılmaya çalışılıyordu. 

Bizanslının gözlemleri oldukça etkileyici. Alıntı olarak sadece Yeoryos Pahimeris'in Tatar Türklerinin (Mogollar) başarısının sırrı olarak tespit ettiği bölümü bırakıyorum. 

Kibar şeylerden uzak dur, önüne gelenden memnun ol, halkını gözet, geçim uğruna onlara acı verme, İğrenmeden her şeyi ye, birçok kadınla yaşa ama onların ihtiyaçlarını eksik etme çünkü soyumuz çoğalmalı, toprağın olsun ve ona gecikmeden evler inşa et, faydalı şeyler için gel ya da git, eğer ihtiyacın olursa at avlamak ya da yakalamak için ok kullan ve onun kanını iç eğer daha katı bir yiyeceğe ihtiyacın varsa bu kanı koyun tulumunun içine koy ve tulumu da eyere yerleştir; böylece ısıyla birlikte yavaş yavaş pıhtılaşarak katılaşacak ve yemek olacaktır; eğer kumaş parçası bulan biriyle karşılaşırsan kıyafet dik ama gerekmedikçe kıyafet değiştirme, amaç elde etmek ve ihtiyacı olana götürmek; eski alışkanlıkların üzerine yenilerini eklemekten utanç duyma. Kendi köşende otururken eyerin, kıyafetlerin ve erzaklarınla idare et savaşta ise başkasınınkini almaktan çekinme.


Bu etkileyici eseri önsözden anladığımız kadarıyla İlcan Bihter Barlas akademik kariyeri için çeviriyor. Ama çevirisinin yanında kitaptaki anlatıları dipnotlarla beslemesi ve Türk tarihiyle desteklemesi eseri önemli bir kaynağa çeviriyor. 

1204 yılının Mart ayında Venedik Dükü Enriko Dandolo ile haçlı ordusu komutanları Bizans İmparatorluğunu parçalamak için Partitio Terrarum İ...

Muhammed'i Öldüren Adamlar


 

Allah Allah kim öldürmüş acaba? 


Tüm okuma sebebim bu sorunun cevabını bulmaktı ama tuzağa düştüm. Kitabın ismiyle içeriğinin bir bağlantısı yok. Belki de ismini de içerik olarak düşünmüş olabilir yazar. Çünkü tek cümlelik ilginç çıkarımlarla dolu anlatıları. 


Sonuç olarak zamanda yolculuk bulunsa da yolculuk yapanın hayatı dışında hiç bir şeyin değişmeyeceğini anlatıyor. Bana çok mantıklı geldi. Ayrıca yazar konuyu süsleme gereği de duymamış. Bilimkurgu serisi yapılabilecek konuyu 18 sayfada kesik kesik cümlelerle anlatıvermiş.   


Bir insan ne zaman geçmişte değişiklikler yaparsa bu yalnızca kendi geçmişini etkiler, başka kimseninkini değil. Geçmiş hafıza gibidir. Bir insanın hafızasını sildiğin zaman onu da silersin. Ama başka kimseyi silemezsin. Sen ve ben kendi geçmişimizi sildik. Diğerlerinin tek dünyaları dönmeye devam ediyor. Ama biz kendi varlığımızı yok ettik. Anlamlı bir şekilde durduk.

  Allah Allah kim öldürmüş acaba?  Tüm okuma sebebim bu sorunun cevabını bulmaktı ama tuzağa düştüm. Kitabın ismiyle içeriğinin bir bağlantı...

Ahmet Ümit'in Kısa Cinayet Öyküleri



Ahmet Ümit benim okuduğum en iyi Türk polisiye yazarı. Tarihi mekanlarla cinayetleri birbirine bağlayarak okurunu zamanda gizemli bir yolculuğa çıkarmasını çok severim. Aynı mekandaki geçmişi ve şimdiyi okumak ayrı bir haz verir. 
 
Agatha'nın anahtarında da beklentim aynıydı. Ama ters köşe oldum. Kitap kısa kısa öykülerden oluşuyor. Bu nedenle derinleşmek ve katili tahmin etmek oldukça zor. Sürpriz sonlu hikayelerde de zaten başrol tesadüflerin.

Kitapta yer alan öykülerin içeriğini de çeşitliliğini de beğendim.

Ahmet Ümit benim okuduğum en iyi Türk polisiye yazarı. Tarihi mekanlarla cinayetleri birbirine bağlayarak okurunu zamanda gizemli bir yolcul...