Bütün Eserleri 2 - Sait Faik Abasıyanık


Kitabı, Blog Sözlük kitap okuma grubunun 2017 yılının son kitabı olarak seçtiği Lüzumsuz Adam'ı ararken buldum. Aslında ayrı ayrı yayımlanmış olan Şahmerdan ve Lüzumsuz Adam kitaplarının birleştirilerek basılmasından oluşuyormuş. Her iki kitap da küçük öykülerden oluştuğundan olsa gerek yayımcı birleştirerek basmayı uygun bulmuş olmalı.

Eser yaklaşık iki yüz otuz sayfa kadar ve tamamı bir kaç sayfalık öykülerden oluşuyor. Birçoğu konusuz öykü ve ben konusuz öykü tabiriyle de ilk kez karşılaşıyorum. Çok ilginç aslında. Okuduğunuz öykü bittiğinde büyük bir boşluğa düşüyorsunuz. Ee ne oldu şimdi şaşkınlığıyla bir sonraki öyküyle karşılaşıyorsunuz. Hani önemli bir sınav öncesi oluşan aklımda hiç bir şey kalmamış hissi olur ya. Tam da o. 

Öyküler konusuz olsa da yazarın anlatmak istediği bir şeyler var tabi ki. Bazen birini, bazen bir yeri bazen de bir bölgeyi anlatıyor. Olaysız anlatılarında, o sıradanlığı ilgiyle okutturuyor. Öyküleri irdelediğinizde ise bir kısmında edebi bir dil kullanılırken bazılarında konuşma dili hatta bölgesel şivelerin kullanıldığını görüyoruz.  

Sonuç olarak Sait Faik Abasıyanık kitabı okuyarak puzzlemdeki eksik bir parçanın daha tamamlandığı hissine kapıldım. Tabi ki size de tavsiye ediyorum.

Son söz olarak 2018'in dünyamıza barış, hepimize sağlık, mutluluk, huzur, neşe, eğlence, bolluk, bereket, istediğimizi alacak kadar para getirmesini, hayvan ve doğa katliamının son bulduğu bir yıl olmasını temenni ediyorum.

Mutlu yıllar...

Kitabı, Blog Sözlük kitap okuma grubunun 2017 yılının son kitabı olarak seçtiği Lüzumsuz Adam 'ı ararken buldum. Aslında ayrı ayrı...

Aeden - Azra Kohen


Uzayda başka evrenlerin olabileceğini ve bu evrenlerde başka uygarlıkların yaşıyor olabileceğini düşündünüz mü hiç?  Peki, ya bu varsayım gerçekse ve bizden çok daha gelişmiş olan bu varlıklar bizi sürekli gözlüyorlarsa... 

Azra Kohen işte bu varsayımların gerçekliği üzerine kurguladığı Aeden romanıyla bizi bize anlatıyor. 

Hikayemize göre Sonje ve Numi isimli iki yakın şey Aeden gezegeninden dünyamıza iniş yapıyorlar.  İki yakın şey diyorum çünkü arkadaş-sevgili arasında git geller yaşayan ikili ancak finalde sevgili olmaya çok yaklaşabiliyorlar. Neyse, bu ikili indikleri bu dünyadan tekrar çıkış yapamıyorlar. Bunun üzerine Sonje ve Numi ayrılarak iki koldan Dünya'dan çıkış yolu aramaya başlıyorlar. İnsan formuna göre daha gelişmiş olan bu yaratıklar bir süre sonra dünya'nın karanlık yüzünü fark etmeye başlıyorlar. Ve bizleri tanımlarken insan olmayı başaramadığımız için insansı kelimesini kullanıyorlar. 

Sonje dünya'dan kurtulmanın yolunu ararken, insansıların dünya gezegeninde hayvanları ve doğayı katletmesini hayretler içinde gözlemliyor. Fok balıklarının kafalarına vurularak, balinaların anlamsızca, fil yavrularının dişleri için katledilmelerine dayanamıyor. Buradan gitmeden önce hayvanları kurtarmanın yollarını aramaya başlıyor. Bir süre sonra insansıların internet denilen bir ağ üzerinden haberleştiğini fark ediyor ve internetin derinliklerine dalıyor. Asıl haberleşmenin Deep Web, Dark Web olarak bilinen internetin gizli dünyasında olduğunu görüyor. Bu alemde silah tüccarları ile ilaç sanayisinin iç içe olmasını, organ ticaretini, kavgalı devletlerin gizli gizli yaptıkları anlaşmaları gördükçe dünyanın nasıl bir yer olduğunu çok daha iyi anlamaya başlıyor. 

Numi içinse hayat biraz daha farklıdır. Güzelliği ile insansıların dikkatini çekmeyi başarmış ve ihtişamlı bir hayat yaşamaktadır. Ancak bir süre sonra savaş çocuklarının organ mafyalarının elindeki durumunu görünce başka bir koldan dünyayı kurtarma mücadelesi vermeye başlayacaktır.

Azra Kohen romanında, uzaylı bakışıyla dünyanın kendini yok edişini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Çevresel felaketler daha ön planda olsa da savaş çocukları, kirli ilişkiler, insanın gelişmişliği gibi konularda fazlasıyla doyurucu. Ayrıca ömürlük insan tecrübesine dayanan tespitler de cabası.

Ama yazmadan geçemeyeceğim bir konu var. Kitap altı yüz küsür sayfa ve yaklaşık yüz yirmi sayfalık ilk bölümde neredeyse hiç bir şey anlaşılmıyor. Belki de ben anlayamadım ama  eminim siz de çok zorlanacaksınız. Pes etmeyin lütfen. Yoksa çok şey kaçırırsınız. 

Son söz olarak, popüler kültür alerjisi olan kitap severler, bu kitap için tolerans tanımalısınız. Müthiş ufuk açıcı bir kitap.

Mutlaka okuyun.

Sevgiyle kalın.

Geri dönmüyorlardı! 
Artık niye Dünya'da olduklarını biliyorlardı.
Yaşam enerjisinin bu şekilde yağmalanmasına izin vermeyeceklerdi, ne pahasına olursa olsun ona sahip çıkacaklardı.
Evrende hata yoktu, tesadüf yoktu!
Nihayet anlamışlardı.
İnsan doğulmaz, insan olunurdu.
Masalla gerçeği ayırt edebilecek okurlara...
(Tanıtım Bülteninden)

Uzayda başka evrenlerin olabileceğini ve bu evrenlerde başka uygarlıkların yaşıyor olabileceğini düşündünüz mü hiç?  Peki, ya bu varsa...

Eski Bahçe - Tezer Özlü


Bu kitap 1978 yılının Mayıs ayında İstanbul’da Hilâl Matbaacılık Koll. Şti.’nde dilizip, birinci hamur kâğıda 1.100 adet basılmıştır.
Bu kitaplardan 100 adedi 1’den 100’e numaralanarak sanatçı ve yayınevinin dostları için satış dışı tutulmuş 1000 adedi ise 101’den 1100’e numaralanmıştır.

Kitabın ilk sayfasındaki bu not oldukça ilginç geldi bana. E kitap olarak okudum ama numaralandırılmış bir kitap elime geçseydi her halde paha biçilemez tarihi eser statüsüne koyar baş ucumda saklardım.  

Tezer Özlü'nün ilk okuduğum Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabını benim için yeni bir tat olduğu düşüncesiyle paylaşmıştım. Melankolinin dibine vurup intiharın peşinde koşmuştuk. Aslında melankolik bir adam değilimdir ama duygu çeşitliliği de lazım insanoğluna. Her neyse. Demem o ki; o yayına gelen yorumlar, ben bu kitaba başlamadan önce gelmiş olsaydı hiç elime almaya cesaret edemezdim sanırım. Neyse ki bitime ramak kala yakaladılar.  52 sayfalık e-kitabın ne kadarı ramak kalır konusunu da sizin takdirinize bırakıyorum.

Okuduk madem içeriğinden de bahsedelim. Kitabın adı aslında içindeki bir hikayeden alınmış.  Buna benzer toplamda on bir hikaye var. Daha doğrusu yazarın dergilerde yayımladığı hikayelerin toplanmış hali.  Ve her hikaye de aslında birilerini ya da bir yerleri anlatırken yüzeyden çok derinlere dalıyor. Yer ve adam betimlemeleri elbette var ama öylesine yüzeysel. Daha çok içsel serzeniş...

Eğer hiç Tezer Özlü kitabı okumamışsanız sizin için tanışma kitabı olabilir. Kesinlikle farklı bir tat. Hem içinde şiirimsi şeyler de var. Ayrıca yazarı anlamanız için fazlasıyla yeter.

Sevgiyle kalın...

Bu kitap 1978 yılının Mayıs ayında İstanbul’da Hilâl Matbaacılık Koll. Şti.’nde dilizip, birinci hamur kâğıda 1.100 adet basılmıştır. ...

And Then There Were None


And Then There Were None üç bölümlük ve her bölümü yaklaşık 55 dk. süren mini bir dizi. Doğrudan çevirisi yapıldığında "Ve Sonra Hiçbiri Yoktu" anlamı çıkıyor karşımıza. Ancak dizinin asıl kaynağı Agatha Christie' nin Türkçe'ye "On Küçük Zenci" olarak çevrilen ve çok satan kitabı "And There Were None" nin uyarlamasıymış. 2015 yılında BBC tarafından yayımlanmış.


Kitabı okumadığım için dizinin romana sadık kalıp kalmadığı konularına giremiyorum. Ancak konumuz kısaca şöyle. 1930' lu yılların sonlarında birbirini tanımayan on kişi Bay ve Bayan U.N. Owen tarafından gizemli mektuplarla ana karadan uzak küçük bir adadaki malikaneye davet edilirler. Anlaşma gereği kısa süreliğine geldikleri lanetli malikanede mahsur kalırlar ve günahlarıyla yüzleşmeye başlarlar.


Dizinin neredeyse tamamı küçük bir kara parçası üzerindeki malikanede geçiyor. Hava ise introdan itibaren kapalı, bol şimşek çakmalı ve ürkütücü. Spoiler vermek istemiyorum ama malikanede günahlarıyla yüzleşmeye başlayan on kişi eğer ölüyorsa ölüm anlarını göremiyoruz. Bakmışız ki ölü ve ürkütücü bedenler karşımızda. Haliyle geride kalanlar katili hep aralarında ararlar ama bulamazlar. 


Dizi Bir Tutam Karınca'nın tavsiyesi. Gerim gerim gerilerek izledim ve ben böyle şeyleri sevmiyorum. Yine de sihirli bir güç diziyi bitirtti bana. Gerilim ve polisiye seviyorsanız ya da Agatha Christie hayranıysanız eminim seversiniz. 

Keyifli seyirler.

And Then There Were None üç bölümlük ve her bölümü yaklaşık 55 dk. süren mini bir dizi. Doğrudan çevirisi yapıldığında "Ve Sonra ...

Yaşamın Ucuna Yolculuk - Tezer Özlü


Yazarın ismini bloglarda görmüş olmama rağmen nedense hiç okuma isteği duymamıştım. Hadi bakalım bir de Tezer Özlü ile tanışalım, farklı bir yazar girsin hayatımıza duygusuyla okumaya karar verdim. 

Yaşamın Ucuna Yolculuk öncelikle ismiyle merak uyandırmayı başardı. Yani gezip göreceğiz mi yoksa en zirve duyguları mı okuyacağız öngörüsüyle yalpalamama neden oldu. Bu merakla yazarın seçtiğim ilk kitabını okumaya karar verdim.

Okuma öncesi yaptığım tahminleri kısmen tutturmuşum aslında. Çok belirgin değil ama anladığım kadarıyla orta yaşlarda yalnız yaşayan, gezmeyi ve özgür yaşamı seven bir kadın var. Evlenmek, dört duvar arasında bir yuva kurmak gibi hayali yok ve bu tür sorulardan da nefret ediyor. Alışılagelmiş mutluluk anlayışını fazlasıyla sorguluyor. Dört duvar arasında bir yuva, sabah iş akşam ev döngüsü ona göre değil. Anı yaşamak onun için hayat.

Kitabın içindeki kadın bir yerleri geziyor. Kısmen de gezdiği yerleri betimliyor. Ama gezilen yerler ve yaşananlar fazlasıyla arka planda ve hayal meyal bahsediliyor. Asıl önemli olan iç ses. İç ses de fazlasıyla melankolik.

Kimi gazinolardan müzik sesi geliyor. Müzik bile canlı kılmıyor bu bahçeleri. Aksine, müzik melankoliyi artırıyor. Orazio olmasa, yiteceğim duyguların acılığında. Bu yeşil o denli intiharı düşündürüyor.
Çantamı gerimde sürükleyerek, kentin daha derinliklerine inmeyi tasarlıyorum. Kahveler dolu. Çanta gürültü çıkarıyor. Gece insanları, kısaca gürültüye bakıyor. Hiç aldırmıyorum. Boğucu olmayan bir otel ararken, aynı zamanda onun intiharından uzaklaştığımı algılıyorum. Şimdi, onun gecelerinin sokaklarını yaşıyorum ve en çok hangi kahvede oturup yazmış olabileceğini düşünüyorum.

Yazarın dili ise oldukça akıcı. Cümleler okuru yormuyor. Bir bakmışsınız kitabın içindeki kadının dünyasını hayale dalmışsınız.

Melankoli sizin tarzınsa çok seversiniz bu kitabı. Yok bana göre değil diyorsanız da bir göz atın bişey kaybetmezsiniz. Ben de buradan ikinci bir Tezer Özlü kitabına geçiyorum.

Sevgiyle kalın

Yazarın ismini bloglarda görmüş olmama rağmen nedense hiç okuma isteği duymamıştım. Hadi bakalım bir de Tezer Özlü ile tanışalım, fark...

The Sinner


Ne varsa yabancı dizilerde var azizim. Tamam tamam yerlilerin hakkını da hepten yemeyelim ama gelin bu diziye bir göz atın. Dizimizin adı The Sinner. Günahkar anlamına geliyor. Amerikan USA Network kanalında 8 bölüm olarak yayımlanmış ve her bölüm yaklaşık kırk dakikadan oluşuyor. Alman yazar Petra Hammesfahr'ın aynı isimli romanından uyarlamış ama kitabı okumadığım için bu konuya fazla girmeyi düşünmüyorum.

Hikayemiz evli ve bir çocuk sahibi Cora ile başlıyor. Sahildeler ve eğleniyorlar. Ancak Cora' da anlaşılamayan bir gariplik var. Neyse tam her şey yoluna girdi derken Cora yanı başında cilveleşen çiftten nedense huylanıyor ve adamı oracıkta, herkesin içinde meyve bıçağı ile delik deşik ederek öldürüyor. Olay aleni. Yani bir sürü şahit var. Hatta şahide ne gerek var, kız "evet ben öldürdüm cezası neyse verin" tavrında...


Uzatmayalım. Mahkeme görülecek ve olayda karmaşık bir şey yok.  Tahmin edersiniz ki olay bu kadar olsa ne kitap ne de dizi olurdu değil mi? Sahneye ihtiyar bir dedektif çıkıyor ve herkesin gördüğü olayda gariplikler seziyor. Kimse sebepsiz yere birini öldürmez. Ama Cora'da işlediği cinayetin sebebini bilmiyor ki... İşte izleyince cinayetin sebebini öğreneceksiniz.

Dedektif hakkında da iki kelam etmek lazım. Adam mozoşist. Sanırım evli ama aynı zamanda iri yarı bir kadını da seviyor. Kadının önüne diz çöküyor, kadın buna eziyet ediyor sonra seviyor filan. Sizin fantazi dünyanızı bilmem ama benimki kaldırmadı.

Mazoşist Dedektif

Başrol oyuncusu Jessica Biel tam bir donuk surat. Neredeyse hiç mimik yok. Sadece üzülünce gözünden yaş geliyor ve burnu akıyor o kadar. Yav ben mi irite oldum anlamadım ki.

Olsun, dizi durağan, düşündürücü ve kendini izlettiriyor. Sadece yeni sezon anlaşmalarını yapamamış olmalarından olsa gerek, son bölümün çok hızlı olması ve tüm olayın birden aydınlanması sırıttı. Bunun dışında yeterince meraklandırıcı. Yani sakin olsun, hayatın içinden olsun, gerçek olsunsa isteğiniz doğru yerdesiniz. 


Diziyi ilk Sibelynka'nın blogunda görüp atmıştım hafızama. Hatta mini dizi tabirini de ondan öğrendim ve onun tavsiyesi üzerine geçen hafta sonu bitirdim. Size de tavsiye ederim.

İyi seyirler... 

Ne varsa yabancı dizilerde var azizim. Tamam tamam yerlilerin hakkını da hepten yemeyelim ama gelin bu diziye bir göz atın. Dizimizin ...

Taras Bulba - Gogol


Taras Bulba, Gogol' un Zaparojye Kazaklarını anlattığı klasikleşen eseri. Öykünün mihenk taşını Kazaklar yani soydaşlarımız oluşturunca haliyle insan vay benim garındaşlarım havasına giriveriyor. Gogol, kazakların arasında yaşadığı dönemde neler yaşamış da neler anlatıverecekmiş merakıyla başladım okumaya.  Anlatıyorum.

Romana göre zamanın birinde Taras Bulba isminde yaşlıca albay yaşarmış. Ömrü cephelerde geçen bu albay klasik kazak erkeğiymiş. Savaşçı, tuttuğunu koparan, dinine, milletine ve ailesine bağlı. Ostap ve Andrey isminde de iki çocuğu varmış. İkisi de iyi eğitimli ve savaşmayı seven tiplermiş ama Andrey daha ince ruhluymuş. Taras günün birinde içindeki savaş aşkıyla Zaparojye'nin yöneticisi yani atamanıyla görüşerek savaşma istediğini söylemiş. Ataman bu isteği geri çevirince de halkı ayaklandırarak onu devirmiş. Yerine geçen atamanın kararıyla da önce bölgelerindeki yahudilere kan kustururmuşlar sonra da Polonya' ya savaş açmışlar...

Kitabın içeriği hakkında bu kadar bilgi yeter bence. Okuma zevkinizi öldürmenin anlamı yok şimdi. Ancak Taras Bulba üzerinden Kazaklar hakkında genelleme yapıldığı izlenimim nedeniyle karakteri biraz daha analiz etmeliyiz. Tamam cesur, vatanına ve ailesine filan bağlı ama bazı yönleri can sıkıcı. Bir kere fazlasıyla acımasız, kindar ve adalet duygusu yok. Mesela Polonya' ya savaş açma gerekçesi yok. Her yer, her şey benim olacak edasıyla her gördüğüne saldıran eşkıya havasında. Tabi bu aşırı hırsının cezasını da çok acı ödüyor, o ayrı.

Sonuç olarak, acayip akıcı bir kitap. Gogol'un kaleminden mi yoksa çevirmenin üstün başarısının ürünü mü bilemiyorum. Tek bildiğim sayfalar akarken romanı seyrettiğimdi. Tasvirler o kadar canlıydı ki, zamanda ışınlanıp aralarında yaşıyormuşum hissine kapıldım. Bunun yanında savaş sahneleri ve esirlere yapılan işkenceler fazlasıyla sinir bozucuydu.

Yani diyorum ki 200 sayfanın altında kitaplar kategorisinde, boş bir gününüzde bitirebileceğiniz etkileyici bir kitap. Savaş, aşk, şatafat ve kıtlık... Ne ararsan var yani.  Blog Sözlük okuma grubu bize tavsiye etmiş, ben de size ediyorum. Okuyunca seversiniz, merak etmeyin.

Sevgiyle kalın...

Taras Bulba, Gogol' un Zaparojye Kazaklarını anlattığı klasikleşen eseri. Öykünün mihenk taşını Kazaklar yani soydaşlarımız oluştu...