Handan


Halide Edip Adıvar'ın Handan'ı psikolojik olmasından mıdır yoksa yayın evinin eseri tamamen sadeleştirmek yerine dipnotlarla açıklamayı tercih etmesinden midir bilemiyorum ama oldukça zorladı beni. 


Aslında kitabın konusu güncelliğini hiç bir zaman yitirmeyen kadın erkek ilişkisine dayanıyor. Kendini her yönüyle geliştiren ve kültürlü bir kadın olan Handan'a Nazım ismindeki hocası aşık oluyor. Abdulhamit'e muhalif Jön Türklerden olan Nazım'ın kendisine olan aşkına, eş yerine dava arkadaşı aradığı gerekçesiyle karşılık vermiyor Handan. Sonra kültürsüz ama zengin biri olan Hariciyeci Hüsnü Paşayla evleniyor ve Avrupa'ya yerleşiyor. Nazım muhalifliğin neticesi düştüğü hapishanede intihar ederken Handan'a mektup bırakıyor. Handan ise bu sırada Hüsnü Paşayı etkisi altına almaya çalışıyor. Baskılardan bunalan Hüsnü Paşa huzuru başka kadınlarda bulmaya çalışıyor. Handan ise başka kadınları öğrenince neye uğradığını şaşırıyor ve kafayı yiyor.


Toplam 66 mektup derlemesi olan romanda daha pek çok irdelenmeye değer yan hikaye var. Üstelik Osmanlı'nın son dönem toplum psikolojisine merak duyanlar için de fazlasıyla ip ucu barındırıyor. Ama kafa dağıtıcı bir şeyler arayanlar için dipnotlar fazlasıyla okuma hızınızı düşürecek ve dikkatinizi dağıtacaktır. Belki tam sadeleştirilmiş basımları tercih edilebilir. 


Kitapla kalın...

Halide Edip Adıvar'ın Handan'ı psikolojik olmasından mıdır yoksa yayın evinin eseri tamamen sadeleştirmek yerine dipnotlarla açıklam...

Üçüncü Dalga

Kitabın arka kapağının daha ilk cümlesinde yazar Alvin Toffler için önde gelen yönetim ve gelecek bilimcileri arasında olduğu gibi oldukça iddialı bir giriş yapılmış. Ayrıca yazarın farklı ülkelerden çok fazla kitap, gazete, dergi ve rapor okuduğu ayrıca başbakanlar, generaller, şirket yöneticileriyle yaptığı görüşmeler sonucunda ortaya koyduğu tespitlerin kitabın içeriğinde yer aldığı belirtilmiş...


Yazarımız insanlığı toplum yaşantısı ve yönetimi tarihini üç parçaya bölüyor ve her birine de dalga ismini veriyor. İlk dalga da avcı toplayıcı ve ilk tarım toplumlarını ele alıyor. Bu dönemde insanlık tüketmek için yani ihtiyacı olanı üretme gayretiyle çalışıyor. Zamanla kendisi için ürettiği şeyleri takas ederek ihtiyaç çeşitliliğini karşılamayı öğreniyor ve daha fazla üreterek daha çok kazanmanın yolunu açıyor.


Kazanmak için üretmeye başlayan insanoğlu artık ihtiyacı olanı üretmeyi ikinci plana atıyor. Başkalarının ihtiyaçlarını üreterek, ihtiyacı olanı satın almayı öğreniyor. İşte bu aşamada sanayi devrimi gerçekleşiyor ve birinci dalgadaki yaşam anlayışını bir kenara itiyor. Önce her işçiye işin tamamını yaptırmak yerine işi parçalara bölüp her parça için farklı işçi grubu görevlendirmenin üretimi hızlandırdığını fark ediyorlar. Sonrasında da bu parçalardan bazılarını insansız makinelerin de yapabildiğini görüyorlar ve insanlarla makineleri senkronize çalıştırmaya başlıyorlar. Böylece zaman ve mesai kavramı hayatımızın en önemli parçası haline geliyor. Sistem oturdukça hem iş alanlarında hem de toplumun günlük yaşamında neye ihtiyaç duyacağını anlatan uzmanlar oluşmaya başlıyor. Aslında daha çok kazanma dolayısıyla daha çok üretme isteği beraberinde sadece ekonomiyi değil tüm hayatı etkiliyor.


Yazar ikinci dalganın oluşturduğu kapitalist sistemin de hızla dünyayı tükettiği ve çökmek üzere olduğuna inanıyor. Yerini tüketicilerin tekrar üretime katılabileceği yeni bir sistemin alacağına inanıyor. Aslında kısmen de üçüncü dalganın kendini hissettirdiğini düşünüyor. İnsanların kurulu mobilya almak yerine mobilya parçalarının ve cıvatalarının satıldığı paketleri tercih ederek kullanım kılavuzuna göre evde kendilerinin kurmasını buna örnek gösteriyor. Mobilya şirketinin kullanıcıyı da üretime katarak hem aidiyet hissi oluşturduğunu hem de maliyeti düşürdüğünü savunuyor. Bunun dışında bir çok işin evden yapılabileceği veya farklı zamanlarda işe gidilerek yapılabileceğini savunarak trafik sorununun da ortadan kalkacağı öngörüsünde bulunuyor.


Beni fazlasıyla etkileyen kitap ilk olarak 1980 yılında yayımlanmış. Kırk yılı aşkın süre geçmesine rağmen halen tavsiyeler listesinde yerini alması ilginç gelebilir. Ama bunun nedenini kitabı okudukça daha iyi anlıyorsunuz. Kesinlikle okurunun ufkunu açanlardan... 

Kitabın arka kapağının daha ilk cümlesinde yazar Alvin Toffler için önde gelen yönetim ve gelecek bilimcileri arasında olduğu gibi oldukça i...

Gizli İkna Taktikleri


Hem kitabın adı hem de yazar Kevin Hogan'ın ön sözüne bakılacak olursa oldukça iddialı bir kitap. Üstelik hiç tarzım değildir böyle cafcaflı ve abartılı şeylerin peşinden gitmek. Kapağı bile antipatik geldi. Buna rağmen biraz ön yargı, biraz merak biraz da okuyacak bir şeyler bulamadığım için başladım okumaya.


Kitap tamamen satış ve pazarlama üzerine kurgulanmış. Ürününüzü satarken nelere dikkat etmeli, müşterinizle nasıl iletişim kurmalı, vücut dili, ses tonu ve kurduğumuz cümlelerin müşteri üzerindeki etkileri gibi konuları ele almış. İnsana daha doğrusu müşteriye yaklaşma üzerine maddeler halinde çıkarımlarda bulunmuş. Özellikle iletişimde empatinin önemini çok güzel anlatmış.


Zaman zaman bu kitabı bitirmek istediğimden emin miyim düşüncesiyle boğuşarak bitirdim. Cafcaflı anlatım tarzının yanında kolay okunabilen bir kitap. Ayrıca tamamen safsata olduğunu da söyleyemeyeceğim. Konuya meraklı ve ilgilileri için bir miktar hatta daha fazla yardımı dokunabilir.  

Hem kitabın adı hem de yazar Kevin Hogan'ın ön sözüne bakılacak olursa oldukça iddialı bir kitap. Üstelik hiç tarzım değildir böyle cafc...

Sofie'nin Dünyası


Daha önce başlayıp da bitiremediklerimdendi Sofie'nin Dünyası. Norveçli yazar Jostein Gaarder tarafından 1991 yılında yazılan kitap 30 milyondan fazla satılmasıyla ün yapmıştı. Muhtemelen ben de popüler kültürün etkisiyle okumaya yeltenmiş ama felsefeyle ilgimin olmamasından dolayı baş ağrısı içinde kitabı bırakmıştım. Şimdilerde ise daha yüzeysel yani kafa yormadan okudum.


Yazarın mantığını çok sevdim. Hikaye içinde hikaye anlatarak neredeyse felsefeyle ilgili herkesten ve tüm akımlardan bahsetmiş. Üstelik kitabını 34 bölüme ayırarak tüm akımları ya da kişileri ayrı bir başlıkta işlemiş. Son bölümde ise günümüzün popüler olan ama temelsiz akımlarına ve evrenin nasıl oluştuğuna dair fikirlerine yer vermiş. 


Kitabın hikaye kısmı da güzel ilerliyor. 15 yaşına girmek üzere olan Sofie günün birinde posta kutusunda "kimsin sen" yazan bir kart bulmasıyla başlıyor. Zamanla devamı gelen mektupları Lübnan'daki Birleşmiş Milletler taburunda görevli bir binbaşının gönderdiği anlaşılıyor. Kitabın sonlarına doğru da Sofie kendisinin aslında yaşamadığını anlıyor...


Felsefeyle ilgililer ya da felsefenin neyi sorguladığına kafa yormak isteyenler için doyurucu bir kitap. Yalnız 500 sayfanın üzerinde...

Daha önce başlayıp da bitiremediklerimdendi Sofie'nin Dünyası. Norveçli yazar Jostein Gaarder tarafından 1991 yılında yazılan kitap 30 m...