Hikaye aslında bizdeki definecileri anımsatıyor. Hani seyahat arzın merkezi olmasa cuk defineciliğimizin tarihçesi ortaya çıkacak.
Macera kısaca şöyle; Hamburg'da yaşayan Alex, idealist, sinirli ve çıktığı yoldan dönmeyen profesör amcası Otto Lindenbrock'un yanında çalışan bir kıza aşık. Madenbilimci ve jeolog amca günün birinde 16. yüzyılda yaşamış İzlandalı bilgin Arne Saknussemm'un şifreli haritasını bulur. Bizim Alex aşkının da gazıyla şifreyi çözerek dünyanın merkezine gitmeye razı olur. Macera dolu yolculukları boyunca çok çok değerli madenlerle, nesli tükendiği zannedilen devasa canlılarla karşılaşırlar. Yerin altındaki okyanuslarda ve adalarda oradan oraya savrulurlar....
Hani biraz zorlasam yazarın dünyanın merkezine indikçe sıcaklığın arttığı, yer tabakasının giderek sertleştiği gibi öngörüleri sorguladığı, hatta arzın merkezine inilmeden yapılan bu tespitlere inanmadığı sonucuna varacağım. Ama zorlamıyorum...
Son söz olarak eser ilk kez 1864'te yayımlanmış olmasına rağmen türü bilim kurgu gibi gelmedi. Daha çok fantastik macera olmalı...
Hayal gücünün yanında bilgi skalasının da çok geniş olduğunu muhakkak. Düşünsenize "Denizler Altında Yirmi Bin Fersah" kitabı denizaltı gemilerinin icadından önce yazılmış...
YanıtlaSilJules Verne nin hemen hemen tüm tam baskı kitaplarını okudum, bunu da okumuştum. Hepsini ayrı sevdim ama 80 günde devrialem in yeri ayrıdır bende :)
YanıtlaSilHmm okumaya devam et diyorsun yani...
Sil