Sizler adına kuşak çatışması mı dersiniz yoksa kültürel yozlaşma mı dersiniz bilemem. Ama ne derseniz deyin, yaşamın kaçınılmaz ve önlenemez değişimiyle beraber devam ettiği gerçeğinden kaçamıyoruz. Yediğimiz içtiğimizden giyim tarzımıza, eğlencelerimizden sıradan yaşamımıza kadar her şey değişiyor. Bu değişim eski kuşaklar için yozlaşma, yeniler için gelişim olarak algılanıyor. Aslına bakarsanız herkesin yaşamına kimse karışamaz ritüelinde kimsenin sorun yaşamaması gerekiyor. Ama ya birlikte yaşama zorunluluğu ortaya çıkarsa? Bizdeki bu koruyucu psikolojisiyle birlikte aman sevdiğime bir şey olmasın dürtüsünün koyduğu kuralların, korunan kişiyi ne hale getirdiğini hiç düşündünüz mü?
Macar yazar Magda Szabo, İza'nın Şarkısı kitabıyla tam da bu konuya parmak basıyor. Kültürel birikim ne kadar yüksek olursa olsun, koruyuculuk duygusunun ve kuşak çatışmasının hayatı nasıl cehenneme çevirebileceğini gözler önüne seriyor.
Hikayede İza tam bir komşu kızı. Hani sizin yapamadıklarınızı yapan, sürekli kıyaslandığınız o itici tip. O her şeyin en iyisini yapar, en güzel şekilde giyinir, hep doğru kararları alır. Özetle övünç kaynağıdır. İşte bu İza okumuş doktor olmuş, evlenmiş ancak boşandıktan sonra da yalnız yaşamaya karar vererek Budapeşte'ye yerleşmiş. Ailesinden ayrı hayat kurmasına rağmen ailesini ihmal etmemiş. Onları yılda dört kez ziyaret etmiş. Her ziyaretinde annesinin yanında kalmaktansa otelde kalmayı tercih etmesi akıllarda bazı soru işaretleri bıraksa da o her şeyin en iyisini bilirmiş.
İza kızarmış balık kokuyordu ve tuhaftır, bu haliyle annesinin gözüne yabancı göründü. İza her zaman öyle derli toplu, öyle temizdi ki, vücudunu evin kirinden pasından öyle dikkatle korurdu ki, onun mutfaktan kıpkırmızı çıktığını görünce yaşlı kadının ağzı açık kaldı.
Aradan zaman geçmiş ve o kara gün gelmiş. İza'nın babası ölmüş. Haliyle baba ölünce yaşlı anne Etelka koca evde yalnız bırakılacak değil ya, annesini yanına almış. Annesi de İza'ya yardımcı olacağı sevinciyle gitmiş kızının yanına. Ama İza'nın amacı annesinin ellerini sıcak sudan soğuk suya değdirmemekmiş. Bu nedenle ev işi yapmaya kalksa sen bırak hizmetçi yapsın demiş. Parkta gezerken birileriyle konuşsa, burada kimseye güvenilmez sakın bir daha konuşma demiş. Annesini cam fanusun içine koyduğunun farkında bile olmayan İza daha neler neler yapmış...
En basit işleri görmeye, mesela küllükleri boşaltmaya ya da odayı toparlamaya bile çekiniyordu; bir keresinde telve ve izmaritlerle birlikte kahve kaşığını da çöpe atmıştı; ertesi gün kapıcı kadın kaşığı geri getirmişti. Bir demet solmuş çiçeği bile atmaya yanaşmıyordu artık.
Etelka, kocasının mezar taşı hazırlandığında tekrar kasabaya dönmek için yola çıkmış ve hikaye beklenmedik bir şekilde bitmiş...
İlk kez bir Macar yazarın kitabını okudum ve kültürel sorunların bu kadar yakın olmasına şaşırdım. Eminim ki siz de yaklaşık 248 sayfalık kitapta kendinizden çok şey bulacaksınız.
Keyifli okumalar...