Fedailerin Kalesi Alamut


Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah. Aynı medreseden eğitim aldıkları kabul edilen üç arkadaşın üç efsanevi hayat öyküsü. Tabi ki burada üç arkadaşın tarihsel anlamda aynı dönemde yaşamamış olabileceği gibi eleştirileri de dip not olarak belirtelim. Ancak edebiyatta tarihsel tutarsızlıkların olabileceği peşinen kabul edilmiş bir durumdur ve bunun adına da anokranizm denir. Özetle teferruata takılmak yerine ve anlatılmak istenene odaklanmamız istenir. İşte bu anokranizm tartışması içerisinde Amin Maulof'un Semerkant'ından sonra Sloven yazar Vladimir Bartol'un Fedailerin Kalesi Alamut kitabında da üç arkadaşın aynı dönemde yaşadığı üzerine kurulu müthiş bir hikayeye yelken açtım.

Vladimir Bartol 1927 yılında henüz öğrenciyken bir arkadaşının tavsiyesi üzerine okuduğu, Marco Polo'nun Seyehatleri kitabındaki, Dağların Yaşlı Şeyhi isimli bölümü okuduktan sonra merak salıyor konuya. Roman yazma isteğiyle birlikte araştırmalarını derinleştirirken roman karakterlerini de oluşturmaya başlıyor. Yıl 1938'e geldiğinde Slovenya'nın Alplerinde küçük bir kasabaya yerleşerek dokuz aylık bir yazım sürecinden sonra eserini oluşturuyor. Roman yazıldığı sıralarda kasabanın kırk kilometre kuzeyindeki Avusturya toprakları Nazi Almanyası tarafından işgal edilirken, altmış kilometre batısında ise İtalyan faşistler sınırdaki Slovenlere eziyet ediyor. Diğer tarafta ise Sovyetler Birliğinin Stalin'i diktatörlüğün gereğini yapıyor. İşte böyle bir ortamda, on yıllık araştırmanın ve dokuz aylık yazım sürecinden sonra çıkıyor eser. Ancak hemen sonrasında tehlikeli olduğu gerekçesiyle Almanya, İtalya ve Slovenya'da yasaklanıyor. 

Kitabın içeriği herkesin bildiği bir konu. Hasan Sabbah'ın hile ile ele geçirdiği Alamut kalesini üst haline getirmesini, kimsenin göremediği kalenin arka tarafını satın aldığı köle kızlardan, evcilleştirilmiş vahşi hayvanlardan, güzel çiçeklerden Kuran-ı Kerimde tasviri yapılan cennet bahçelerine benzettiğini, ismaili tarikatına göre hem askeri hem de ilmi olarak eğitilen erkekleri ise cennet vaadiyle kandırarak fedaileştirmesini ve peygamberliğini ilan edişini anlatır. 

Tabi ki anlatı bu kadar basite indirgendiğinde fedailerin beyinsiz olabilecekleri sonucuna ulaşabilir. Ancak eseri okumaya başladığımızda, içinde kanlı canlı bir çok canlının bulunduğu Alamut kalesini gösteren bir pencere açılıveriyor önümüze. Yazar bir anda yok oluyor ve artık yaşayanlardan dinliyoruz tüm hikayeyi. Halime'yi, İbni Tahir'i, Fatma'yı, Süleyman'ı ve Ebu Ali'yi hatta Hasan Sabbah'ı çok iyi anlıyoruz. Cariye ve fedailerin hataları, hırsları ve kıskançlıkları masumlaşıveriyor. Hatta öyle ki aralarından kandırıldıklarını anlayanların bile Hasan Sabbah'a kin beslerken kendi dostlarına toz kondurmayacak kadar bağlı kalışını içselleştiriveriyoruz. Hasan Sabbah'ın ise ne yapmaya çalıştığını, nasıl bir dünya'yı nerelerden ilham alarak kurguladığını, kaledeki düzeni nasıl sağladığını okurken zekasına hayran kalıyoruz.   

Bence en önemli kısım ve kitabın yasaklanmasını sağlayan durum ise tarikatın yapılanmasının en ince ayrıntısına kadar anlatılması. En alt tabakada tarikat liderinin peygamber olduğuna inanan ya da inandırılmaya çalışılanların olduğu, onların üstünde sadece inanmakla kalmayıp inancı için mücadele eden ve bunun yanında inancının tüm dünyaya yayılması gerektiğine inananların olduğu ama en üst seviyedeki sadece bir kaç kişinin bildiği her şeyin yalan olduğu gerçeği. İşte bu bir kaç kişinin bildiği insanları din kisvesi altında kolayca köleleştirdiği, bu uğurda hiç bir kuralı tanımadıkları ve alabildiğince propaganda odaklı çalışan bir çatı. Ne hikmetse bu sistem en alt tabakadan tutun da liderin şakşakçılarına hatta propaganda sorumlusuna kadar neredeyse hiç değişmiyor.

Kitap yaklaşık 500 sayfa. Ancak kalın olduğuna bakmayın. Hem hikaye örüntüsü hem de yazım diliyle kendini kolayca okutuyor. Sizden ricam ölmeden önce okunması gereken kitaplar listenize alınız...

Sevgiyle kalın.
Abdullah ÖZER
Abdullah ÖZER

Okumayı ve izlemeyi sever, yazmanın ise insana inanılmaz bir derinlik kattığına inanır. Çay vazgeçilmezidir. 90 ların müzikleriyle mest olur hatta kendinden geçer.

20 yorum:

  1. Okumadıysan üzerine semerkant oku bence

    YanıtlaSil
  2. Bende okuyacağım hala bu kitabı...

    YanıtlaSil
  3. Enteresan bir kitap değil mi, bu kitaptan sonra İran'ı görmek isteyişlerim artmıştı, hala arkadaş kandırmaya çalıştığıma göre sanırım gerçekleşmesi pek te mümkün olamayacak bir hayal olarak kalacak ama özellikle kaleyi görmek muhteşem olmaz mı ya:D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok, ben İran'ı merak etmiyorum da kaleyi görmek güzel olurdu tabi. :))

      Sil
  4. Çok enterasan, ben Semerkant' ı da okumadım henüz.İkisini arka arkaya okuyayım. Teşekkürler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özellikle bu kitabı okuduktan sonra tekrar teşekkür edeceğinizi düşünüyorum.

      Sil
  5. Bir güzel kitap gördüm. Emeğinize sağlık...

    YanıtlaSil
  6. Okunacaklarda bekliyor. İnşallah okuyacağım :)

    YanıtlaSil
  7. Alamut Kalesini Semerkantta okumuştum yıllar önce
    çok çok ilginç
    bu kitabı da yazayım listeme

    YanıtlaSil
  8. Kitap elimde var ama hala okumadım :D

    YanıtlaSil
  9. Bir an gezi yazisi sandim 😃. Entrikali konular ilginçmis 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Maalesef çok fazla gezen biri değilim Derya ama güzel fikir verdin. Yanı başımızdaki tarihi eserlerin hikayeleri anlatılabilir.

      Sil
  10. Blogu açmadan önce okumuş çok da etkilenmiştim. Tekrar okuyup, ayrıntıları hatırlayıp blogda yer vermek istiyorum ama bir türlü fırsatım olmuyor. hatırlatma için teşekkürler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence de seninki gibi kitaplarla dolu bir blogda olmalı bu kitap

      Sil