İngiltere büyük bir savaşa girmek üzeredir. Çocuklarını bu savaştan korumak için uçağa bindirip bilinmeze göndermek isterler. Ancak ıs...
Anadolu da insanlar, özellikle elden ayaktan kesilmiş, varlığıyla yokluğu bir olmuş, herkesin saygı duyduğu ama kimsenin ciddiye almad...
Bildiğiniz yürümekten bahsediyoruz. Mecazi anlam filan yok. Hani şu bir ayağınızı diğerinin önüne atıp durduğumuz, bunu yaparken de nasıl yapılacağına bile kafa yormadığımız eylem.
Her şeyden önce yalnız yürümeliymişiz. Hızımızı kendimiz belirlemeli, bir yerlere yetişme kaygısı olmadan attığımız her adımı yaşamalıymışız. İşte o zaman vücut kendi dengesini bulup daha verimli çalışmaya başlıyormuş. Vücudun rahatlamasıyla beyin bile daha iyi düşünür hale geliyormuş. Hatta düşünme eylemi oturarak olmazmış, o derece...
Birde günümüzün modern yürüyüşçüleri "trekking"çiler var. Yazar ellerinde kayakçı çubuğu gibi çubuklar bulunan bu güruha da karşı. Olayı doğallıktan çıkardığı ve kapitalist sisteme hizmet ettiğini düşünüyor. Ayrıca gruplar halinde yürümenin insanın özüne ulaşmasına engel olacağı görüşünde.
Bunun dışında haç yolculukları, seyahat için yürümek, ceza için yürütülmek, kafayı toplamak için gezinmek gibi ayrıntılara boğduğu birçok konuyu yine tüm yönleriyle aktarıyor. Tamam kardeşim gezinmek güzel şey ama bir yere ulaşmak için yürümek zorundaysanız eziyete dönüşüyor endişesi taşıdığınız bir sayfadan sonra aklımızı okurcasına cevabını veriyor. Merak etme o konuyu bende düşündüm, ayrıca olaya birde farklı bir yönden bak tavrıyla abandone olmanızı sağlıyor.
Daha sonra Nietzsche, Rousseau, Thoreau, Rimbaud, Kant ve Gandi gibi isimler için yürümenin önemini, eserlerine, mücadelelerine etkisini ve arınma süreçlerini okuyoruz.
Kitap bana Bir Tutam Karınca'nın tavsiyesi. Kendisini takip edenler bilir. Her gün kilometrelerce koşu sonrası spor salonunda çalışma ve son olarak da dinlenmek için bisiklet kullanır. Sanırım bana kalk biraz hareket et demek istemiş. Haklı...
Sonuç olarak bazı bölümler hariç kendini okutan bir kitap. Yürümenin nesi anlatılabilir ki diye düşünenlerdenseniz bir göz atın. Faydaları anlatmakla bitmiyormuş...
Keyifli okumalar...
Bildiğiniz yürümekten bahsediyoruz. Mecazi anlam filan yok. Hani şu bir ayağınızı diğerinin önüne atıp durduğumuz, bunu yaparken de n...
Isaac Asimov, tüm eserleri okunması gereken yazarlar listeme girdi artık. Bu nedenle karşılaştığım ve okumadığım e-kitaplarını hemen y...
İNÖZÜ VADİSİ
ÇARŞI
SULUHAN NASUHPAŞA HANI
TÜRK HAMAM MÜZESİ
Bir hafta sonu nereye kaçsak arayışı içindeyken bulduk Beypazarı'nı. Öyle çok gezi meraklısı bir adam da değilim aslında ama insan...
Sonunda Hanna'yı anlatmak, onu gençliğimin diğer sırlarından biri gibi sunmak için çok geç kalmıştım. Bu kadar zaman geçtikten sonra ondan söz edersem, diyordum kendime, bunca uzun süre suskun kalmam, aramızdaki ilişkinin yakışıksız olduğu ve vicdan azapları çektiğim yolunda yanlış bir kanıya yol açacaktır. Ama kendimi nasıl kandırmaya çalışırsam çalışayım, hayatımdaki önemli şeyleri dostlarıma anlatırken Hanna'yı suskunlukla geçiştirdikçe, ona ihanet ettiğimi biliyordum.
O sıralarda arkadaşlarımla bu sorunu konuşmayı denedim. Düşün ki, bir insan bilerek felakete sürüklüyor kendisini ve sen onu kurtarabilirsin -kurtarır mıydın? Öyle bir ameliyat düşün ki, hasta narkozla bağdaşmayacak uyuşturucular kullanıyor, ama uyuşturucu kullanmaktan utandığı için, bunu anestezi uzmanına söylemiyor -onun yerine sen konuşur muydun anestezi uzmanıyla? Bir mahkeme düşün ki, sanık solak olduğunu ve bu yüzden sağ elle işlenen cinayeti kendisinin işlemiş olamayacağını açıklamadığı takdirde mahkûm olacak; ama solak olmaktan utandığı için bunu yapmıyor -durumu sen açıklar mıydın hâkime? Sanığın eşcinsel olduğunu ve suçun bir eşcinsel tarafından işlenmiş olamayacağını düşün; ama sanık eşcinsel olmaktan utanıyor. Sorun, solak ya da eşcinsel olmanın utanılacak bir şey olup olmadığı değil -yalnızca sanığın utandığını düşün.
Bak çocuk! Sen beni üzemezsin. Senin beni üzmeye... Beni üzecek kadar önemin yok
En eski kulvarlardan birine, polisiye'ye yenilikçi bir dalış yapan Alman edebiyatçı Schlink'in tüm maharetini sergilediği bir roman, Okuyucu. 15 yaşındaki bir çocuğun 35 yaşlarındaki bir kadınla yaşadığı aşk, Nazi dönemi sabıkalarının izleri, ihanet, kaçış, vicdan azabı, uçurumlar, suçluluk duygusu, yakalanma korkusu... Schlink, bu temaları "Suç nedir, niçin suçluyum?" sorularının peşinde ve sürükleyici bir dehşet hikayesinin içinde öylesine ustalıkla işliyor ki, Daniel Cohn-Bendit'in deyişiyle "büyük edebiyat" çıkıyor ortaya.
Sayfa Sayısı: 188
Okuyucu Alman hukukçu ve yazar Bernhard Schlink' in mini başyapıtıdır. İnternetten edindiğim bu iddialı bilgi bile kitabın ne ka...