Kim Kimi Yönetiyor Sorunsalı; Android ve İnsan


Kitabın meydana geliş hikayesi hakkında iki rivayet var. Çok önemli olmamakla birlikte, Philip Kindred Dick'in 1972 yılında bir yerlerde yaptığı konuşmanın metin hali olduğunun yanında, yazarın kitabı 1973 yılında kaleme aldığı bilgisi de var. Bizim için önemli olan ise 128 sayfalık bu incecik kitabın 2012 yılında Türk okuyucusuyla buluşmuş olması.

Yazar, Android özelinde insan ve teknoloji ilişkisini irdeliyor. Hatta olayı bir adım daha ileri götürerek devlet eliyle kullanılan teknolojinin insan üzerindeki etkilerini ele alıyor. Teknolojik alanındaki bir çok gelişme özellikle bilim kurgu yazarları bakımından geleceğin distopik toplumlarının konusunu oluşturuyor. İnsan kullanımında olması gereken, hayatlarını kolaylaştırması gereken teknolojinin her şeyi ele alması ürpertici bir durum. Yazar bu ürpertiyi Orwell'in 1984 romanına atıfta bulunarak sıklıkla okuyucusuna işlemeye çalışmış. Kitabın yazım tarihini dikkate alırsak Orwell'in muhteşem eserine atıf yapmasını anlayabiliyoruz ama aynı içerik bu gün yazılsa verilebilecek örneklerle kitap 200 sayfayı rahatlıkla geçerdi. Düşünsenize çiftlik kurup tavuk yetiştiren insanları, pokemon peşinde koşanları, savaşçı yetiştirip düşmanlarını yenebilmek için androidden gelecek talimatı bekleyenleri... 

Yazarın gençlerin vurdumduymazlığına övgüsüne de değinmek lazım. Eğer günümüze kadar androidler yönetimi ele geçirememişse bunun nedeni gençlerin kural tanımaz başına buyrukluğuymuş...  

Sonuç olarak teknoloji ve insan konusu üzerine uzun uzun düşünülmesi gereken bir konu. Yazım dili olarak akıcı ve etkileyici olduğunu söyleyemeyeceğim ama kitabın inceliği bu durumu kurtarıyor. 

Sevgiyle kalın...
Android yapı ile şizoid kişiliğin bağıntısı, William S. Burroughs'un devlet bazlı komplo yapılanmaları olan politik önermeleri, Orwell'in çağımıza kıyasla "masum" kalan düşünceleri, bilimi de elinde tutan kapitalin ve onun sürdürücüsü [ki organı] baskıcı devlet pratiklerinin dönüştürücü/yıpratıcı gücü ve bireyin devlet tarafından devşirme merkezli organsızlaştırılması...

Sayfa Sayısı: 128

Kitabın meydana geliş hikayesi hakkında iki rivayet var. Çok önemli olmamakla birlikte, Philip Kindred Dick'in 1972 yılında bir ye...

Türklerin Tarihini İlber Ortaylı Anlatmış


Bu aralar ne hikmetse insanlık ve Türkler meselesine sardım. Yo öyle bilinçli filan da değil. Önce Uçurum İnsanları ile sefaletin içinde yüzdüm. Sonra Türklerin Tarihi'nin 1. cildini okudum. Peşinden hız kesmeden Android ve İnsan kitabıyla kendi milletimizi bırakarak insanlığı dert edindim. Hızımı alamamış olmalıyım ki İnsanlık ve Türkleri bir araya getirip Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz kitabını okumaya başladım. Acele etmeyin efendim fırsat buldukça hepsini bloguma taşıyıp sizlere bilgi vereceğim.

Gelelim Türklerin Tarihi'nin 1. cildine. Okuduğum ilk İlber Ortaylı kitabı. Elbette hocamızı her Türk vatandaşı gibi bende tv programlarına denk geldikçe izledim. Bu nedenle, soru cevap şeklinde ilerleyen kitabı okurken hiç yadırgamadım. Hatta bana tv programlarının kitaba dönüştürülmesi hissini bile verdi.  

1. Cilt Türklerin tarih sahnesine çıkışından Osmanlı Devletinin kuruluşuna kadar geçen süreyi ele alıyor. Türkler ilk ne zaman piyasaya çıktı, hangi coğrafyalarda bulundu, yönetimleri ve diğer topluluklarla ilişkileri nasıldı gibi genel konular ele alınıyor. Ancak salt bir tarih anlatımı beklemeyin. Çoğunlukla tarihin yorumlanmasından ibaret ki, İlber hoca'da empati yapılarak çalışılan tarihin hem daha kalıcı hem de daha zevkli olacağını özellikle vurguluyor.

Takdir edersiniz ki İlber Hocanın 320 sayfa da anlattığını bu sayfaya özetlemek oldukça zor. Ancak bende vurucu etki yapan bir kaç konuyu sizinle paylaşıp kenara çekileyim. Konuya ilginiz varsa zaten hiç düşünmeden derinlemesine dalarsınız.

İlk olarak Anadolu ismi. Efsaneye göre Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaaddin Keykubat, Başköy'de bulunan Rum kalesini fethetmek için yola çıkar. Taşlıca Köyü'ne geldiklerinde Kırmızı Ebe isimli bir kadın askerlere ayran ikram eder. Askerler ayran içtikçe kırmızı ebe doldurun gazilerim der. Askerlede Ana, dolu derler. Lakin İlber hoca olayı böyle anlatmaz. Anadolu kelimesi Anatolia kelimesinden, Anatolia' da Helen dilinde yani Yunanca'da "doğu" anlamına geliyormuş. Düşünebiliyormusunuz, sadece DOĞU... Gözlerimin önü karardı, dünyam yıkıldı resmen.

İkinci olarak Türkler hangi devlette olursa olsun o devletin askerlik sisteminde etkili olmuşlar. Bu nedenle devletlerin yazışma dili farsça olsa bile orduda hep Türkçe kullanılmış. Ayrıca İlber Hoca'ya göre Türkçe kelime yapısı itibarıyla askerlik için en uygun dillerden biriymiş.

Yazdıkça insanın aklına kitapla ilgili bir sürü şey geliyor ama uzatmayacağım. Son bir şey daha yazıp bırakıyorum merak etmeyin.. Türklerin din anlayışı. Neredeyse her dine mensup Türk kavmi varmış. Yahudisinden tutun da Paganına, Hristiyanından Müslümanına... Anlayacağınız kafa karışık.

Sevgiyle kalın...

Bu aralar ne hikmetse insanlık ve Türkler meselesine sardım. Yo öyle bilinçli filan da değil. Önce Uçurum İnsanları ile sefaletin için...

Uçurum İnsanları - Jack London


Dışarıdan bakıldığında mükemmel görünen, medeniyetin beşiği sayılan ülkeler vardır. İnsanlarının birey olarak söz sahibi olmasıyla, özgür düşünceleriyle ve hayat standartlarının yüksek olmasıyla ön plana çıkarlar. Bu tanımlamalardan aklınıza hangi ülke ya da ülkeler geldi bilemiyorum ama ben üzerinde güneş batmayan ülke olarak tanımlanan İngiltere'den bahsediyorum

Peki gerçekten bir ülke her kesimiyle mutlu, mesut ve ferah yaşayabilir mi?

Amerikalı yazar Jack London, 1902 yılında bizim gibi bu sorunun cevabını aramak için yollara düşmüş. Amerikan Büyükelçiliğinin uyarılarına rağmen tüm şekli şartları yerine getirerek gözlem yapmak üzere Londra'nın doğusuna gitmiş. Burada yaptığı gözlemleri de Uçurum İnsanları kitabıyla okuyucusuna aktarmış.

Anlattıkları dudak uçuklatacak kadar vahim. İnsanlar sefaletin dibini yaşıyor. Bir çoğunun barınacak evi yok ve sokakta uyumalarına polis izin vermiyor. Bir yardım kuruluşunun ücretsiz çalışma karşılığında üç günlük barınak ve yemek sağladığı Düşkünler Evi'ne yerleşmek bile imkansız. Dikkat edin, emeklerinin karşılığını yatak ve yemek olarak alıyorlar yani ceplerine beş kuruş para girmiyor. Dışarıda ise durum daha vahim. Aldıkları haftalık, 4 kişilik bir ailenin yemek ihtiyacını bile tam anlamıyla karşılamıyor. Yetersiz beslenmenin yanında hasta olma, giyim kuşam gereksinimleri gibi giderlere yer yok. Bunun için, insanlar kiraladıkları odaların yarısına başka bir kiracı buluyorlar. Yetmiyor yataklarına hatta yataklarının altlarına da kiracılar bularak dönüşümlü uyumak zorunda kalıyorlar...

Güneşin batmadığı ülkenin doğu yakasında hayatta kalmaya çalışan, yok sayılan insanların durumundan kısmen de olsa bahsettim. Ama asıl tespitler kitabın sonuna doğru geliyor. Zaten kıt kanaat geçinen insanların neden tasarruf edemeyeceği, zor şartların insanlık onurunu nasıl zedelediği, verimi nasıl düşürdüğü, hükumet politikalarının temelsizliği ve adaletsizliği tüm çıplaklığı ile okurun gözüne sokuluyor. 

Sonuç olarak İngiltere örneğinden yola çıkarak, tüm ülkelerin karanlık arka sokaklarında yaşayan, adeta halının altına süpürülen, yok sayılan, toplumun gözünden kaçırılan Uçurum İnsanları'nı görmek isteyenler için mutlaka okunması gereken bir kitap. Ben Blogsözlük kitap okuma grubunun tavsiyesi üzerine okudum. Sizlere de tavsiye ederim.

Sevgiyle kalın... 

Tanıtım Bülteninden


Uçurum İnsanları üzerinde güneş batmayan ülke olarak bilinen İngiliz İmparatorluğu'nun karanlık yüzüne dair birinci elden bir tanıklık...
Jack London 1902 yılında, birkaç aylığına şehrin yoksul semtlerinden Doğu Yakası'nda yaşamak üzere Londra'ya gelir ve halktan biri gibi zaman geçirir. Burada, işçi hareketinin büyük bedeller pahasına kazandığı hakların hiçe sayıldığı bir ortamla, insan onuruna yakışmayan büyük bir fakirlik ve sefaletle karşılaşır. Karnını doyurmak için kaldırımda bulduğu meyve çöplerini yiyen aç insanlar, hastalıkların ve pisliğin kol gezdiği sokaklarda uyuyan evsizler, başıboş bırakılmış bitkin ve sahipsiz çocuklar, hepsi dehşet verici bir çukurun içine düşmüş gibidir. İlk sayfasından itibaren okuru içine çeken Uçurum İnsanları, zenginlik ve refahın gerisindeki yoksulluğu doğrudan ve çarpıcı gözlemlerle anlatıyor. "Başka hiçbir kitabım için yoksulların ekonomik açıdan aşağılanmasını inceleyen Uçurum İnsanları kadar kalp ağrısı çekip gözyaşı dökmedim."
Jack London


Sayfa Sayısı: 222

Dışarıdan bakıldığında mükemmel görünen, medeniyetin beşiği sayılan ülkeler vardır. İnsanlarının birey olarak söz sahibi olmasıyla, öz...

Band of Brothers


Birinci Dünya savaşının sonuçları çok ağır olmuştu. Haritalar değişirken etnik kimliklerden kaynaklanan huzursuzluklar ortaya çıkmış ve yenilen devletler çok ağır bedeller ödemek zorunda kalmıştı. Bu durum Hitler'in başını çektiği Nazi Almanya'sıyla birlikte 1. Dünya Savaşının sonuçlarından memnun kalmayan İtalya ve Japonya'yı yakınlaştırdı. Yakınlaşma sonucunda ise üç devlet "Üçlü Mihver" grubunu kurarak güçlerini birleştirdiler. Almanya'nın işgalci bir politika izleyerek Avusturya ve Çekoslavakya'yı işgal ettikten sonra 1939 yılında Polonya'ya savaş açmasıyla fitil ateşlendi. Mihver grubuna karşı ise Fransa ve İngiltere "Müttefik Devletler" grubunu kurdu. Daha sonra da gruba ABD ve Rusya' nın da katılımıyla 60 ile 65 milyon kişinin öldüğü tahmin edilen, tarihin en kanlı savaşı yaşandı.  


Tarihin en kanlı savaşını anlatan eserlerden biri de Stephen Amrose'nun Band Of Brothers romanıdır. Dilimize Kardeşler Takımı olarak çevrilen eser 2001 yılında Tom Hanks ve Steven Spielberg yapımcılığında 10 bölümlük mini dizi olarak izleyiciyle buluşur. Yüksek bütçesiyle dikkat çeken dizi, izleyicisinin beğenisini kazanmayı başarır. (IMBD Puanı 9.5)


İlk olarak dizi bizleri, ABD Hava Kuvvetlerine bağlı Easy bölüğünün aldığı acemi eğitimine götürür. Buradan Easy bölüğüyle birlikte Market Garden Harekâtı, Normandiya Çıkarması ve Bastogne Savaşına katılarak Hitler'in yanına doğru yol alırız.

Anlattığı olayların vahameti ve gerçekliğinin yanında, her bölümün başında savaşı yaşayan askerlerle yaptığı röportajlarıyla içine çekmeyi başarıyor. Görseller gerçek bir savaştan alınmış kadar acımasız ve abartısız. Hatta belgesel izliyormuş hissi verecek kadar gerçekçi.  Anlatıda savaşı övme de yerme de yok ve olabildiğince tarafsız. Savaşla birlikte duygusallık sıfıra indirgenmiş.


Sonuç olarak içerdiği şiddet nedeniyle diziyi tavsiye ediyorum demek güç. Ama savaş naraları atmadan önce savaşın ne olduğunu anlayamayanlara izletmek gerekir diye düşünüyorum.

Benden bu kadar. Sevgiyle kalın...

Birinci Dünya savaşının sonuçları çok ağır olmuştu. Haritalar değişirken etnik kimliklerden kaynaklanan huzursuzluklar ortaya çıkmış v...

Osmancık - Tarık Buğra


İlk Osmanlı hükümdarı ve kurucusu Osman Bey'den bahsediyoruz. Kendisine Kara Osman, Fahrüddin, Mü'inüddin, Osmancık, I.Osman, Osman Bey ve Osman Han' da denilmiştir. Aslında yaşadığı dönemde genellikle bey ya da emir olarak anılmış, ölümünden sonra ise Han ya da Sultan denmiştir. Bunun nedeni 1258 ile 1324 yılları arasında yaşayan Osmancık'ın ömrünün son dönemlerinde uç beyi olmasından ve kendi adına hutbe okutarak kısmen bağımsızlığını ilan etmesinden kaynaklanıyor. Dışarıdan bakıldığında iki evliliği olduğu ve her ikisinin de siyasi olduğu görülür. İlk evliliğini Selçuklu veziri Abdülaziz beyin kızı Mal Hatunla yapıyor. İkinci evliliğini ise Şeyh Edebali'nın kızı Rabia Bala Hatunla yaparak siyasi gücünü iyice artırıyor. 

Osmancık'ın Söğüt bölgesinde gücünü iyice artırması Bizans'ı oldukça rahatsız ediyor. Bizanslılar 1299 yılında bir düğün sırasında bizim Osman'a tuzak kurarlar. Bu tuzağa karşılık veren Osman ise Yarhisar ve Bilecik'i alarak Beyliğinin merkezini Bilecik'e taşır. İşte bu tarih Osmanlı devletinin kuruluşu kabul edilir.


Tarık Buğra ise yukarıda kısaca bahsettiğim Osman Bey'in hayatını efsanevi bir masal kahramanından bahsedermiş gibi anlatıyor. Yaşadığı sıkıntıları, zorlukları, anlaşmazlıkları, hırsı ve aldığı kararlardaki tutumu gerçek olamayacak kadar ulvi bir Osmancık çıkarıyor karşımıza. Ancak küçük kardeş olmasına rağmen bey olması ve amcasını bir savaşta öldürecek kadar gözünü karartması aslında yaşamının o kadar da toz pembe olmadığı hissini uyandırdı bende. 

Tüm bu gerçekçilikten uzak ya da yabancısı olduğum tarih anlatımına rağmen betimlemeleri çok iyiydi. Belki de ilk kez bu kadar net gözümde canlandırabildim Osman Bey'i. Asabiyetiyle, hırsıyla, tuttuğunu koparan azmiyle, babasının yol arkadaşlarına ve özellikle kadınlara olan saygısıyla, adalete olan düşkünlüğüyle ete kemiğe büründü adeta. 

Son olarak az çok hepimizin bildiği geçmişimizi, okuması kolay ve masalsı bir anlatımla okumak isterseniz tam size göre bir kitap. 

Keyifli okumalar...

"Osmanlı'nın sırrı nedir" sorusunun cevabını arayan yazarın Osmanlı kuruluş döneminin dinamiklerini ve felsefesini bugünkü dille inşa ettiği romandır. Duvarları süsleyen "Ey Osmancık; beğsin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde, katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoş görmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana. Ey Osmancık bundan böyle, bölmek bize, bütünlemek sana; üşengenlik bize, gayret sana; uyuşukluk bize, rahat bize, uyarmak şevklendirmek, gayretlendirmek sana" gibi sözler bu kitabın eseridir.

Sayfa Sayısı: 376

İlk Osmanlı hükümdarı ve kurucusu Osman Bey'den bahsediyoruz. Kendisine Kara Osman, Fahrüddin, Mü'inüddin, Osmancık, I.Osman, ...

Black Mirror Tercihli Son Bölümüyle Yayımlandı.


Black Mirror dizisini izleyenler bilir, izlemeyenlerse buradan fikir sahibi olabilirler. Aman ben üşenirim, sağa sola tıklatma, ne diyeceksen deyiver diyenler içinse kısa bir özet geçelim. Black Mirror özetin özeti haliyle, yaklaşık bir - bir buçuk saatlik bölümler halinde yayımlanan, her bölüm tüm oyuncularının değiştiği, geleceğe dönük öngörülerin bulunduğu filmler bütünü olarak anlatılabilir.

Dizi Bandersnatch isimli 5. sezon ilk bölümüyle izleyicisinin karşısına çıktı. Bölüm, konusundan ya da görsellerinden çok seyir sırasında izleyiciye tercihli senaryo sunmasıyla dikkati çekti. Biraz netflix reklamı koksa da izleyici başrole yön vermeyi sevmiş gibi duruyor. 


Önceden yazılmış senaryo ile izleyicinin filme interaktif katılımını sağlamak ne kadar mümkün olabilir sorusu akıllara takıldı. Bir kısım izleyici gerçek hayatta da tercihlerimizin aslında kendi isteklerimiz olmadığını, filmin asıl anlatımının bu olduğunu savunurken, benim de dahil olduğum bir çok kişi bunun çokta etkileyici olmadığı görüşünde. Sonuçta bir bilgisayar oyunu kadar özgürlük alanımız yok ama olaya bu kadar da kötümser bakmayalım. Dizi sektörünün gelişimi için denenmiş güzel bir adım olarak görelim.


İçerik olarak fazlasıyla durağan bulduğum bölüm random seçimlerle yaklaşık bir buçuk saat sürüyor. Yok ben bütün sonları izlemek istiyorum diyorsanız dört buçuk saat kadar bir zaman ayırmanız gerekebilir. Bölümün tercihli sonlarını, daha doğrusu izleyebileceğiniz soy ağacını aşağıdaki şekilde görüyorsunuz. Filmi izlediyseniz irdeleyebilirsiniz ama izlemediyseniz fazla kurcalayıp sürprizini kaçırmayın derim. 


Son olarak tercihli bölüm fikri internet dizi film sitelerini de hazırlıksız yakalamış gibi duruyor. Youtube tarzında, tıkla izle mantığındaki siteler şimdilik afalladılar. Bakalım onlar nasıl bir çözüm bulacak...

Herkese hayal ettiği gibi bir yıl geçirmesi dileğimle...

İyi seyirler...

Black Mirror dizisini izleyenler bilir, izlemeyenlerse buradan fikir sahibi olabilirler. Aman ben üşenirim, sağa sola tıklatma, ne di...