Sodom ve Gomore'den Yola Çıkmak


Sodom ve Gomore, Tevrat'tan aldığımız bilgiye göre, Lut kavmi ve İbrahim Peygamber döneminde, bu günkü Filistin topraklarında bulunan ve ahlaksızlıkları nedeniyle Tanrı tarafından helak edilen iki şehirmiş. Yakup Kadri Karaosmanoğlu da aynı ismi verdiği romanının ikinci baskısının ön sözünde bu bilgiyi vererek, İşgal altındaki İstanbul'un kendisine bu iki şehri anımsattığından bahsetmiş. Sadece bununla da kalmayıp o dönem İstanbul'unun cemiyet hayatını anlattığı eserinin her bölümünün başına özet niteliğinde kutsal kitaplardan metinler yerleştirmiş. 

Eserin ismi ve içeriği merak uyandırsa da dilin eski Türkçe olabileceği endişesiyle okumaya çekinmiştim. Ancak okudukça, hikayedeki karakterlere olan kızgınlığımla beraber dönemin tasviri sonraki sayfaları merakla çevirmemi sağladı. Öyle ki, işgal komutanlarının metresi olma yarışına giren genç kızların yanında, kendi maddi çıkarları için eşleriyle beraber işgalcilere yaltaklanan adamların varlığına ürperdim. Kimliklerini, karakterlerini anlayamadığımız insanların ülkelerini bir yana itip, cemiyet hayatındaki tavırlarını "değer miydi" duygusuyla okudum. Bunun yanında işgal komutanlarının, komutanlıktan çok gönül eğlendirme peşinde olmaları, günün birinde buradan ayrılacakları bilinciyle hatıra biriktirmelerini garipsedim. Diğer yandan, Anadolu'daki milli mücadele seslerinin hem işgal komutanları hem de yardakçıları üzerindeki endişenin anlatıldığı satırlara "keser döner sap döner, gün gelir hesap döner" coşkusuyla sarıldım. Yani demem o ki, ben bu kitaba kapıldım.   

Benim bu kadar bayıldığım kitaba Hüseyin Cahit Yalçın'ın (kendisi gazetecidir) beni benden alan ağır eleştirisinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Hüseyin Cahit bey, yazarı batı hayranlığı gütmekle suçlayarak, eserlerinin gittikçe amiyaneleştiği, itinasızlığın ve laubaliliğin basamak basamak arttığından dem vurmuş. Romandan kesitler alarak örneklediği eleştirinin küçücük bir kısmını paylaşarak tadını damağınızda bırakmak istiyorum.

*Nermin ismini taşıyan bir genç kız, "bir av borusu duymuş bir ceylan yavrusu gibi" ürker.
Bu teşbih muharririn kendi malı mıdır? Bizde ceylan nerede? Olsa bile, av borusu nerede? Muharririn kendisi av borusu duymuş mudur ki ceylanlarımız duysun? Muharrir, bir kitaptan aklında kalan bu tabiri kendi görüşü, hissedişi, mahsulü imiş gibi basma kalıp buraya yazıvermiş.
* Leyla "Pelikan kuşunun feryadını andıran bir sesle " haykırıp kıvranır.
Acaba bu nasıl bir haykırıştır? Muharrir kendisi bu haykırışı nerede işitmiş ki Leyla'nın haykırışını ona benzetiyor? Benzetilen şey bizim için melün ve maluf olmalıdır ki onu hatırlayarak Leyla'nın nasıl haykırıp kıvrandığını anlıyalım. Pelikan kuşunun resmini bile gözümüzün önümüze zor getirebilirken haykırışını nereden bileceğiz?

Sonuç olarak hem yaklaşık 300 sayfalık kitabı hem de Hüseyin Cahit Yalçın'ın kitabı yerden yere vurduğu eleştiriyi seveceğinizi düşünüyorum.

Keyifli okumalar.
Abdullah ÖZER
Abdullah ÖZER

Okumayı ve izlemeyi sever, yazmanın ise insana inanılmaz bir derinlik kattığına inanır. Çay vazgeçilmezidir. 90 ların müzikleriyle mest olur hatta kendinden geçer.

4 yorum:

  1. Hüseyin Cahit Bey'in kıskançlığından başka bir neden görmüyorum yorumlarda. Av borusu nedir, pelikan kuşu nasıl feryat eder araştırıp öğrenseydi bari.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında ben de kıskançlık sezinlemiştim ama diğer yönden haklı da gelmişti. Çünkü toplumun yozlaşmasını asıl konu edinen bir eserin ecnebi yaşamına dair benzetmeleri yersiz ve özünden uzaklaşma olarak buluyor. Bunun yanında eserdeki karakterleri de saçma buluyor. Mesela Necdet isminde genç bir vatanseverin İstanbul'un yozlaşmış yaşamına katlanmak yerine Anadolu'da ki mücadeleye katılması gerektiği gibi kayda değer analizleri var. Diğer yandan Yakup Kadri Karaosmanoğlu Lahey, Prag, Bern gibi yerlerde büyükelçilik yapmış bir bürokrat. Dolayısıyla eserlerinde ecnebi benzetmeleri bulmakta fazla yadırganmamalı...

      Sil