Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine



Ne kadar da güzel bir başlık değil mi? Okumanın ufuk açıcı etkisi, yazmanın rahatlatıcı özelliği ve ikisinin etkisiyle bezenmiş lezzetli bir hayatı yazmak bu başlığı ne de güzel doldururdu. 


Dilimize Okumak, Yazmak ve Yaşamak olarak çevrilen bu güzel başlığın altı taa 1851 yılında Alman filozof, yazar ve eğitmen Arthur Schopenhauer tarafından doldurulmuş. Beklenen aksine okurunu fazlasıyla abandone eden mükemmeliyetçi bir eser ortaya çıkmış.


Okumak. Boş zamanlarında ne yaparsın sorusuna neredeyse herkesin anlaşmışcasına verdiği cevap. Boş zaman aktivitesi. Çünkü kendin için okumak karın doyurmuyor. Bu nedenle önce gelir getirici uğraşları yaptıktan sonra kalan zaman okunarak değerlendirilebilir. Ön sözde okumanın değersizliğini benzer sözlerle kanıksarken filozofumuzu okumaya başladığımızda duvara tosluyoruz. Çünkü filozofumuz resmen okumayın diyor. Ona göre okumaya başlayan insan beynini okuduğu kitabın yazarına emanet ediyor. Yazar düşündüğü hatta düşünmeni istediği konuda seni onun gibi düşünmeye zorluyor. Oysa her insan kendisi gibi düşünmeli. Kimsenin etkisi altında kalmadan....


Yazmak. Aklınıza gelenleri kalemle veya teknolojik imkanlarla bir yerlere aktarmak. Filozofumuz bu konuda da çok sert. Herkesin yazmaması gerektiği inancında. Özellikle de kimliğini gizleyen kişilerin yazılarının yasaklanması gerektiğini hakaret içeren sözlerle savunuyor. Yazdıklarının arkasında durmayan sahtekarlar diyor. Bunun yanında üç tip yazar profili çiziyor. ilk olarak eline kalem alıp aklına geleni yazanlar. Okumaya değmeyen boş yazılar olarak değerlendiriyor ve kütüphanelerin boş eserlerle dolmasının sorumluluğunu bu yazarlara bağlıyor. İkincisi ise okuduklarını ve gördüklerini kendi süzgecinden geçirip yazanlar. Bu tip yazarların günün adamı olduğunu ve eserlerinin devir değiştikten sonra kimse tarafından okunmayacağını savunuyor. Günün yazarını okumayın diyor. Üçüncüsü ise düşündüklerini bir süzgeçten geçirip pişirerek yazan yazarlar. Bunlar bir elin parmağını geçmezmiş. Mutlaka okunmalılarmış ve fikirleri zamanın ötesine taşarmış. Kitap seçimi konusunda da edebiyat dergilerinin önemine ve sorumluluklarına da parmak basmış ve hiç bir kaygı gütmeden ilk iki kategorideki kitapları yerden yere vurmaları gerektiğini savunmuş. Böylece iyi kitapları okurlarla buluşturmalılarmış. Yetmemiş okuru da iyi kitap seçimi konusunda bilgilendirmiş. Benim en çok beğendiğim bu bölümde yazısında gizem yaratmaya çalışan, atlattıklarını muğlak ve açık kapı bırakarak anlatmaya çalışan yazarlardan uzak durmaları konusunda uyarmış. İyi bir yazarın anlatmak istediği konuda net ve açık sözlü olması gerektiğini savunmuş...


Yaşamak. Filozofumuza göre neredeyse hiç okumayacaksın. Başkalarının gözünden dünyayı görmektense düşünerek yaşamayı öğrenmelisin. Düşüncenin bittiği konuda iyi kitaplar okunabilir ama bunu da kendi düşüncelerinle sindirmeli ve geliştirmelisin diyor. Kitabın ilk bölümünde ise zenginlerin can sıkıntısıyla fakirlerin ise ızdırapla hayatlarını geçirdikleri yönünde çarpıcı bir tespitte bulunuyor.


Okurken şok  üstüne şok yaşayıp farklı bir bakış açısı yaşasam da değerli filozofumuz Arthur Schopenhauer gibi düşünmediğimi belirtmek isterim. Çünkü ne olursa olsun okumak ufuk açıyor. Ama bunun yanında Arthur Schopenhauer ile şöyle karşılıklı oturup konuşmaya kalksak onun tezleri karşısında cevapsız kalacağımdan da eminim.


Özellikle Almanların yerden yere vurulduğu 144 sayfalık eserde felsefe severler mükemmeliyetçiliğin sınırlarını zorlayacaktır.  

Abdullah ÖZER
Abdullah ÖZER

Okumayı ve izlemeyi sever, yazmanın ise insana inanılmaz bir derinlik kattığına inanır. Çay vazgeçilmezidir. 90 ların müzikleriyle mest olur hatta kendinden geçer.

2 yorum:

  1. Filozofun çoğu insandan farklı fikirlere sahip olması hoşuma gitti, çevremiz aynı düşünceye sahip insanlarla dolu, çünkü diğerlerini hayatımızdan eliyoruz. Bu da biraz sıkıcı bir durum değil mi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Farklı fikirlere karşı tahammülsüzlüğümüz konusunda haklısın. Bu durum hem çok sıkıcı hem de gelişmemize engelliyor bence. Ama bunun yanında filozofumuzu gerçekten çok sert buldum. Bilinen Alman disiplininin çok daha ilerisinde...

      Sil