Hatırlar mısınız? 2013 yılında Edirne'de dönemin Çevre ve Şehircilik bakanının karşısına çıkarak kanser ilaçlarının temini için yardım isteyen bir kızımız vardı. Bakan olayı anlamadan eline para tutuşturmaya kalkınca dillere pelesenk olan o meşhur sözünü söylemişti. "Ben dilenci değilim. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda." Sonrasına ilaçları temin edilse de 2018 yılında hayatını kaybetti Dilek Özçelik. Mekanı cennet olsun.
Belki de ilk kez çaresizliğin ne demek olduğunu haberlerde izlediğim o görüntülerde bu kadar derinden hissetmiş, tükenmişlik sendromuyla olan farkını anlamıştım. Çaresizseniz çare sizsiniz motivasyonunun duvara tosladığı yeri görmüştüm.
Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz kitabını da görünce yukarıda bahsettiğim olayı hatırlayarak derin bir mücadele bekledim. Ama kitabın iddialı isminin yanında sönük kalan bir itirafnameyle karşılaştım.
Biri kel biri göbekli 30 yaşlarında aynı evi paylaşan iki dost var. Annesi ve babası trafik kazsında ölen ortak arkadaşları Amerika'ya gitmek zorunda kalınca kız kardeşi Nihal'i yanlarına alıyorlar. Nihal arkadaşlarımıza göre daha genç. İki arkadaşta ona aşık oluyorlar ama açılamıyorlar. Kız da her ikisine karşı boş değil. Ortada ne olduğu anlaşılamayan sevgi yumağı dolanıyor.
Tüm hikayeyi Ender'in yakın arkadaşı Çetin'e yazdıklarından okuyoruz. Yaşanırken içe atılan, gösterilmemeye çalışan bir çok duygunun yıllar geçmesine rağmen tüm çıplaklığıyla anlatılamadığı, yer yer eğilip büküldüğü hissine kapıldım. Hikayenin tüm çaresizliğini, kendilerine emanet edilen genç bir kıza açılamayan iki yakın dostun içine düştüğü çıkmaz oluşturuyor. İkisinden biri açılsa olacak belki ama bu kez de en yakın dostuna ihanet etmiş olacak. Üçlü bir sarmal...
İlk kez bir Barış Bıçakçı kitabı okudum. Kitap bana geçmemiş olsa da etkilenen blog yazarları gördüm. Karar vermeden önce bir de Ayın Aydınlık Yüzünün blogundan okumanızı tavsiye ederim.