Recep İvedik tiplemesinin 4. filmi. Bizim Recep'de hiçbir değişiklik yok. Yine içine insan kaçmış ama oldukça kaba, çevresine karşı saygısız, kimseyi umursamaz yontulmamış öküz karakterinin bir macerasını izliyoruz.
Recep İvedik tiplemesinin 4. filmi. Bizim Recep'de hiçbir değişiklik yok. Yine içine insan kaçmış ama oldukça kaba, çevresine karşı saygısız, kimseyi umursamaz yontulmamış öküz karakterinin bir macerasını izliyoruz.
Recep İvedik tiplemesinin 4. filmi. Bizim Recep'de hiçbir değişiklik yok. Yine içine insan kaçmış ama oldukça kaba, çevresine kar...
Aslına bakılırsa fizik dersinin bana öğrettikleri kafasına elma düşen bir adamın yer çekimini bulması ve başka bir adamın hamamda yıkanırk...
Nerden aklıma geldiyse Diriliş "Ertuğrul" dizisi hakkındaki fikirlerimi yazayım dedim. Postu yazıyorum, önizlemesine bakıyo...
Geçen gün iş yerinde anlata anlata bitiremediler diziyi. Herkeste "Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyaya, milliyet nedir öğretmişiz!" tavrı. Hatta bazı arkadaşlar fena gaza gelmiş, bir kılıcı birde atı olsa sefere çıkmaya hazır. Ya nooluyoruz şaşkınlığıyla son zamanlarda tv de izleyecek bişey bulamadığı için "ekranda acun'u açık bırakanlar derneğinin" üyesi olarak öğrenmiş oldum. Sonra internette de dizi hakkındaki "sinema filmi" tadında yorumlarını görünce dur bide ben bakayım dedim.
Geçen gün iş yerinde anlata anlata bitiremediler diziyi. Herkeste "Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz d...
Tahribat.com'u anlatmaya gerek yok aslında ama ben yine de kısaca bahsedeyim. 2001 yılında kişsel bir site olarak kurulan site bugü...

Anladığım kadarıyla bütün dinlerin buluştuğu nokta kıyametten önceki son büyük savaş. Kimine göre Armagedon birçoklarına göre de 3. Dün...
Daha 12 yaşındayken babası öldürülen Temuçin artık kabilesinin reisi olmuştur. Ancak kabilenin tüm bireyleri 12 yaşında bir çocuğu reis olarak kabul etmezler ve terkederler. Temuçin ve ailesini zor günler beklemektedir. Ormanda avlanarak ve meyve ağaçları ile beslenerek hayata tutunmaya çalışırlar. Hatta avladıkları bir hayvanı paylasma konusunda anlaşamadıgı öz kardeşini öldürür, hayatı boyunca da pişmanlık duymaz. Yazara göre Cengizhan karakterinin oluşmasında zor geçen çocukluk dönemi etkili olmuştur.
Yazar kitabın başlarında uzun uzun aile bağları uzerinde dururken ilerleyen sayfalarda acımasız bir Cengizhan karşımıza çıkıyor. İşgal ettiği yerlerde bırakın insan canlı hayvan , saglam bina bile bırakmıyor. Kütüphaneler talan ediliyor, zanaatkarlar dışında (şehir kendiliğinden teslim olsa dahi) canlı kalmıyor. Yazar bu caniligin yanında savaş kaybetmeyen askeri dehaya oldukça hayran...
Son bölümlerde ise Cengizhan yasalarını irdeliyor. Mesela habersiz ulagını değiştirmenin cezası gibi idamı gerektirecek bir çok basit suç... Ordunun gevşemesine neden olacak nerdeyse her suçun cezası idam.
Genel olarak dipnotlarla beslenmiş dolu bir kitap olsada ham hâliyle piyasaya sürülmüş. Bir cok yerde cümle ortasından kesilerek paragraf başı yapılmış. Son kontrol yapılmadan özensizce piyasaya sürülmüş...
Cengiz Han yada gerçek ismiyle Temuçin. Tarihin en tartışmalı isimlerinden biri olduğu muhakkak. Günümüzde Tatarların baba olarak gördüğ...
Neredeyse 1 aydır süren arayış sona erdi. 2004 model Fiat Albea... Ekonomimizi sarsmayacak, işimizi görebileceğimiz kısacası bize yetec...
.... İnsan kalbine ne hükmeder?, İnsana ne verilmemiştir? ve İnsan Ne ile Yaşar? sorularına melek İnsanın kalbine SEVGİ nin hükmettiğini, İnsana kendi ihtiyaçlarının bilgisinin verilmediğini ve İnsanın hiç bir şeyi olmasa bile Allah sevgisiyle yaşayabileceğini yani Allah sevgisi olmadan yaşayamayacağını anlar.
Ölüm sadece intiharla vuku bulan bir şey olsaydı ancak o zaman intihar bende sükse yapardı. Velhasıl bu haliyle intihar, tuvalete giderken yolda işemek gibi bir şey. Zerre etkilenmedim.
Hayatın insanı nelerle karşılaştıracağı hiç belli olmuyor. Beklenmedik insanlar beklenmedik kararlar alabiliyor. Kimine göre büyük bir ce...
Film 1940 lı yılların maden kenti Zonguldak'ta yaşayan iki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun gerçek hayat hikayesi...
Sinan Yağmur'un Aşkın Gözyaşları kitabından sonra okuduğum ikinci kitap Mevlana ve Şemsi anlatan. Aslında Aşkın Gözyaşları kitabı...
Hayatının ilk 18 yılını Konya'da geçirmiş biri olarak bende bu sene öğrendim. Önünden defalarca geçtiğim bu yerin adının musalla meza...
2013 yapımı, dram- komedi türünde eğlenceli sayılabilecek bir film Kadın İşi Banka Soygunu. Filmin başlangıcındaki yüksek binalı moder...
Film, savaşın ve şiddetin arasında yorulmuş bir Anadolu köylüsü olan Yunus'un, Yunus Emre olma yolundaki ilerleyişini anlatıyor. Yunus köyündeki yaşlı bir kadının telkiniyle Hacı Bektaş'a buğday istemeye gidiyor. Burada buğday ile nefes arasında tercih yapmak zorunda kalan Yunus buğdayı seçerek dergahtan ayrılıyor. Ancak yolda pişman olan Yunus tekrar dergaha dönerek Yunus Emre olma yolunda ilerlemeye başlıyor. Bu yolculukta Yunus Emre, Tapduk Emre'nin dergahında uzun süre odun toplayarak ilahi aşka ulaşmaya çalışıyor. İlahi aşka ulaşmak içinde tüm sevdiklerini özellikle de Tapduk Emre'nin kızı Balım kızı terk ederek Anadolu'nun diğer erenlerini ziyaret ediyor ve kendisine yol göstermelerini istiyor.
Yunus film boyunca zamansızlık ve mekansızlık içinde şiirleriyle yoğrularak anlatılmak istenmiş. Anlatılmak istenmiş ama istenen belgeselle mi yoksa filmle mi yapılmaya çalışılmış belli değil. Diğer yönüyle de asıl anlatılması gereken Yunus'un Hümanizm felsefesinin yanına bile yaklaşılamamış. Anadolu erenlerini ziyaretleri Hoş geldin-Güle Güle tarzında çok yüzeysel geçmiş.
İster istemez filmle OD kitabını da karşılaştırma ihtiyacı hissettim. Filmin kitapta anlatılan Yunus'un sıradan bir köylüyken eşi olan Sitare (elif) ve oğlu İsmail'den haberi bile yok. Anadolu da yaşanan savaşlar ve şiddet ise rüya gibi anlatılmış, insanların aç kalmasının tek nedeni kıtlıkmış gibi gösterilmiş.
Film görselleri ve durağanlığıyla tam bir belgesel- biyografi kabul edilip izlenmeli.
İyi seyirler...
Bu aralar Yunus Emre'nin çevresinde dönüp duruyorum. Önce İskender PALA'nın OD'u ile Yunus Emre'yi tanıma fırsatı b...
Ben dervişim diyene
Bir ün edesim gelir
Tanıyuben şimdiden
Varıp yetesim gelir
Sırat kıldan incedir
Kılıçtan keskincedir
Varıp anın üstüne
Evler yapasım gelir
Altında Gayya vardır
İçi nâr ile pürdür
Varuben ol duldada
Biraz yatasım gelir
Ta'neylemen hocalar
Hatırınız hoş olsun
Varuben ol tamuda
Biraz yanasım gelir
Andan Cennete varam
Cennette Hakık görem
Huri ile gulmanı
Bir bir kucasım gelir
Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker
Bir Molla Kasım gelir
Dağdan odun getiriyordum. Herkes ona odun diyordu; iki heceyle, OD-UN işte, ateş veren şey…Ama ben onun ilk hecesiyle ilgilendim, ateş olan kısmına, gönüllerde aşkı tutuşturan alevli kısmına, ‘OD’ a talip oldum. Herkes dağa odun için gittiğimi sanıyordu ama ben OD için gidiyordum
İskender Pala günümüzün tartışmasız en etkili yazarlarından. Bunu kitaplarının çok satmasından ziyade okuyucu üzerinde bıraktığı etkisi...
Yeryüzünde birçok şairin, yazarın şiirleri, öyküleri, romanları, yabancı dillere çevrilmiş, kendi ülkesi dışında da yayımlanmıştır ama... Galiba yalnızca bir gazetecinin, bir "gazete köşe yazısı" birçok yabancı dillere çevrilmiş ve kendi ülkesi dışında birçok ülkede de yayımlanmıştır. O gazetecinin adi, Elbert Hubbart, o köşe yazısının başlığı ise "Garcia'ya Mektup" tur. Elbert Hubbart'in bu yazısının, yüz yıl boyunca çeşitli ülkelerde yapılan baskısı, yüz milyon adedi aşmıştır.
Tüm meslektaşlarına örnek oluşturacak bir olgunluk düzeyindeki bu Amerikalı gazetecinin, "Philistine" adlı aylık bir derginin 1899 Şubat sayısında yayımlanan bu yazısı, hiçbir olağanüstü özelliği olmayan, sıradan bir çavuşun görev sorumluluğunun öyküsüdür.
Hubbart'in "Garcia'ya Mektup"undan etkilenen ilk kişi, New York Merkez Demiryolu İşletmesi yöneticilerinden George Deniels oldu. Bu yönetici, "Philistine" dergisindeki yazıyı Genel Yönetmeni'ne okuduktan sonra ondan, bu yazıyı çoğaltıp tüm demiryolu çalışanlarına dağıtmak için izin istedi.
George Daniels istediği izni aldıktan sonra "Garcia'ya Mektup"u beş yüz bin adet bastırdı ve "Bu çavuşu örnek alınız" ön yazısıyla işletmenin tüm çalışanlarına dağıttı.
"Garcia'ya Mektup"un varlığı, kısa bir süre sonra Rus Demiryolları Genel Yönetmeni Prens Hilakoff'un kulağına ulaştı. New York Merkez Demiryolu İşletmesi çalışanlarından birinden sağlanan "mektup"un bir kopyasını okuduktan sonra Prens Hilakoff, bunun Rusça'ya çevrilmesini ve Rus Demiryolu Şirketi'nin tüm çalışanlarına dağıtılmasını emretti.
"Garcia'ya Mektup", demiryolu işçilerinden, Rus Ordusu mensuplarının eline geçti. Erler arasında elden ele dolasan mektubu Ordu Komutanları okuyunca, mektubun "resmileştirilmesine" ve tüm ordu mensuplarına dağıtılmasına karar verdiler.
Japonlarla başlayan savaş için cepheye giden Rus askerlerin tümünün üniformalarının ceplerinde "Garcia'ya Mektup"un bir kopyası bulunuyordu.
Japonlar, savaşta tutsak aldıkları Rus askerlerin tümünün ceplerinden çıkan "Garcia'ya Mektup"u görünce bunu ciddi bir incelemeden geçirdiler. "Mektup" Japoncaya çevrildi ve bunun, "Tutsak alınan tüm Rus askerlerin ceplerinde bulunduğu" haberiyle birlikte Japon İmparatoru'na sunuldu. "Mektup"tan imparator da etkilendi ve birer kopyasının Japon Hükümetinin tüm üyelerine dağıtılmasını emretti. Tüm Japon Bakanlar, "Garcia'ya Mektup"u çoğaltıp, kendi bakanlık örgütünde görevli tüm çalışanlara gönderdiler.
ABD Deniz Kuvvetleri mensuplarına 1913'de dağıtılan mektubun özel olarak çoğaltılmış kopyaları ise, Birinci Dünya Savaşına katılan askerlerin önemli bir bölümünün ceplerinde bulunuyordu. Dergide yayımlandığının on dördüncü yılında "Garcia'ya Mektup"un "resmi olarak çoğaltılan" baskısı, kırk milyona ulaşmıştı.
Garcia'ya Mektup
Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya arasındaki savaşın bir aşamasında ABD Başkanı, çok acele olarak Küba'daki isyancıların önderi Garcia'ya bir haber göndermek istedi. Garcia, hangisinde olduğu bilinmeyen Küba dağlarından birinde ve nerede oldukları bilinmeyen onlarca sığınaktan birinde saklanıyordu. Kendisine posta ya da telgraf yoluyla ulaşabilmek olanaksızdı.
ABD Başkanı'nın ona, ne denli önemli bir haber göndermek istediğini bilen çevresindekiler, Garcia'ya bir haberin, ancak elden götürülebilecek bir mektupla ulaştırılabileceğini bildirmek zorunda kaldılar. Başkanın çaresiz bakışları karşısında yanıt, çevresindeki subaylardan birinden geldi.
'Benim birliğimde, Rowan adında bir çavuş vardır' dedi. Kimsenin nerede olduğunu bilmediği Garcia'yi o bulabilir ve mektubunuzu kendisine ulaştırabilir.
Bu yanıta Başkan'ın aklı pek yatmamıştı ama, ortada yapılabilecek başka bir şey yoktu. Rowan çağrıldı. Kendisine, Garcia'ya gönderilecek mektup uzatıldı ve... 'Bunu, Garcia'ya teslim edeceksin' denildi.
Rowan mektubu aldı, üniformasının yanındaki deri kesenin içine koydu, kesenin ağzını sıkıca büzdükten sonra, göğsünün üzerine kayışla bağladı. Önce Başkan'a selam verdi, sonra komutanlara, en sonra da kendi komutanına selam verdi, dışarı çıktı.
Rowan, yola çıktıktan tam dört gün sonra, gecenin karanlığından da yararlanarak, üstü açık bir kayıkla Küba sahilinin açıklarına vardı. Küba'nın, balta girmemiş ormanlarına dalıp, gözden kaybolduktan üç hafta sonra, adanın öteki yakasında ortaya çıktı. Ülkesinin düşmanı bir ülkeyi, yürüyerek bir uçtan öteki uca geçti ve Garcia'ya, mektubunu teslim etti.
Burada size Rowan'in, Garcia'ya mektubu götürebilmek için ne zorluklar atlattığını, ne tehlikeler geçirdiğini anlatacak değilim. Onun, ne denli kahraman bir asker olduğunu da anlatacak değilim. Yalnızca bir noktayı, hem de çok gereksinim duyduğumuz bir noktayı, iyice belirtmek için yazıyorum size tüm bunları.
ABD Başkanı'nın makam odasındaki olayı, ana çizgileriyle bir kez daha gözden geçirelim:
ABD Başkanı Mckinley, Garcia'ya teslim edilmek üzere Rowan'a bir mektup verdi. Ona yalnızca, 'Bu mektubu Garcia'ya teslim ediniz' dedi. Rowan mektubu aldı, göğsüne bağladı, selamını verdi ve odadan çıktı.
Lütfen dikkat ediniz: Rowan, 'Garcia nerede?' diye bir soru sormadı. 'Garcia kim?' diye bir soru da sormadı. Yaptığı tek şey, kendisine verilen görevi almak oldu. Zaten kendisinden beklenen, onun da yapması gereken buydu.
Rowan, ülkesindeki her okula heykeli dikilebilecek ve yetişen tüm kuşaklara örnek olarak tanıtılabilecek bir 'ölümsüz kahraman'dır. Fakat bugünün gençleri onun kahramanlığından çok, başka bir özelliğini örnek almak zorundadırlar. Rowan'in örnek alınması gereken özelliği, verilen görevi sadakatle kabullenmek, o görevi yerine getirebilmek için hemen harekete geçmek ve görevi eksiksiz tamamlayabilmek için tüm enerjilerini bir noktada toplamak disiplinidir.
Özetle, Garcia'ya gönderilecek mektubu almak, hemen götürmek için yola çıkmak ve mektubu Garcia'ya teslim ederek görevi kendinden beklenildiği güven düzeyinde tamamlamak sorumluluğu ve terbiyesidir.
General Garcia simdi yaşamıyor, fakat yeryüzünde başka Garcia'lar var. Ve o Garcia'lara gönderilecek başka mektuplar var. Çevremize baktığımızda ise, genellikle güçsüz, isteksiz, gönülsüz ve umursamaz kişilerle karsılaşıyoruz.
Yönetici olarak görev yaptığınız iş yerinizde, varsayın ki altı yardımcınız var. Bunlardan birini çağırın ve kendisinden söyle bir istekte bulunun:
'Lütfen benim için ansiklopediye bakıp, Corregio'nun yaşamına ilişkin özet bir bilgi hazırlayın.' Yardımcınız size, 'Peki, efendim' deyip, bu görevi yapmaya hemen gidecek mi?
Boş yere umutlanmayın. Büyük bir olasılıkla böyle bir şey yapmayacak. Donuk bir ifadeyle yüzünüze bakacak ve size, şu sorulardan birini ya da birkaçını soracaktır:
-O kimdir?
-Hangi ansiklopedi'den bakayım?
-Fakat bu görev benim sorumluluk alanıma girmiyor ki, efendim...
-Bismarck'ın yaşam öyküsünü istemiyorsunuz, değil mi?
-Bunu benden daha kıdemli bir arkadaş yapsa daha iyi olmaz mı, efendim?
-Yaşamı hakkında bilgi istediğiniz bu kişi halen yaşıyor mu, yoksa ölmüş mü, efendim?
-Acelesi var mi, yoksa elimdeki işi bitirdikten sonra yapsam olur mu?
-Ben ansiklopediyi bulup getirsem olur mu, yoksa oradaki bilgiyi aynen kopya çekmemi mi istersiniz?
-Bu kişinin yaşamını niçin öğrenmek istiyorsunuz, efendim?
-Onun yaşam öyküsünde neyi vurgulamamı istersiniz?
Siz tüm bu soruları büyük bir sabırla yanıtlayıp, kendisinden bu bilgiyi niçin istediğinizi, onun bu bilgiyi nereden, nasıl bulacağını tane tane açıkladıktan sonra bile çalışma arkadaşınız, hiç kuşkum yok, kendi bölümüne gidecek ve kendi yardımcıları arasında 'Garcia'ya Mektup'u götürecek bir kişiyi aramaya çalışacaktır.
Bir stenograf ilanı için başvuranların onda dokuzu, ne imla kurallarını, ne de noktalama işaretlerini kullanmayı bilir. Daha da kötüsü, başvuruda bulunduğu is için bunların 'olmazsa olmaz' kurallar olduğunu aklına bile getirmez. Böyle bir kişi, Garcia'ya mektup götürebilir mi?
Benim yüreğim, evde olduğu zaman da, işten uzakta olduğu zaman da işini yapan adamdan yanadır. Garcia'ya götürmesi için kendisine verilen mektubu alıp, cebine koyan, fakat aptalca sorular sormayan adamdan yanadır. Uygarlık, işte bu çaptaki kişiler için uzun ve biraz da sıkıntılı bir soruşturma dönemidir.
O her kentte, kasabada, köyde ve her büroda, mağazada ve fabrikada vardır. Dünya, işte bu çaptaki kişilerin sorumluluk bilinci ve iş terbiyeleriyle ayakta durabiliyor. Tüm insanlık, evrimini biraz daha, biraz daha hızlandırabilmek için, tüm gücüyle, işte bu bilinç ve bu terbiyedeki, bu çaptaki kişiler için haykırıyor:'Garcia'ya mektup götürecek kişilere gereksinimimiz var. Hem de en kısa sürede, her yerde ve her zaman...'
Başlangıçlar hep zordur. Hele birde kurulu bir düzene sonradan dahil oluyorsanız daha da zor. Bir filme yada kitaba ortasından başlamak...
Senaryosu Yılmaz Erdoğan Tarafından yazılmış, Tolga Çevik'in başrolde olduğu romantik Komedi türünde bir film. Oyuncularının ...
Aynı yazarın birden çok kitabını okuyunca yazarla ister istemez özdeşleşiyor insan. Olaylara yaklaşım tarzı ve düşünce yapısı hakkında kabaca bilgi sahibi olunuyor. Kitapta yazarın ne anlatmak istediğini, şahısları ve olayları nasıl irdelediğini daha iyi anlar hale geliyorsunuz. Yazının sonunda yazarın bakış açısına tekrar dönelim...
1912'den sonra Türkiye'yi Karar Odası yönetti. Lideri bir İngiliz'di. ve o gece, Karar Odası'na operasyon düzenlendi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bağımsız bir devlet olarak mı kuruldu, yoksa? Birinci Dünya Savaşı'nın galibi İngiltere, Türkiye'yi nasıl ve kimler aracılığıyla yönetiyordu? Sultan Abdülhamid devrilirken kurulan National Bank of Turkey (Türk Milli Bankası) hangi amaçla kurulmuştu? Bankanın genel müdürlüğüne, neden İngiltere'nin sömürge valiliğinde çalışan Sir Henry Babington Smith atandı? Sultan Abdülhamid'i deviren kadro ile National Bank of Turkey'in nasıl bir ekonomik ilişkisi vardı? 1908 Meşrutiyetinden hemen sonra Mezopotamya petrollerinin tamamı, Turkish Petroleum Company üzerinden nasıl bu bankaya ve İngilizler'e bırakılmıştı?
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizler, diğer sömürge eyaletlerinde olduğu gibi Türkiye için de aynı yönetim modelini mi kurdu? "Karar Odası" adı verilen yapı nasıl oluşturuldu ve kimler bu yapının içinde yer aldı? Cumhuriyet tarihimizdeki kritik kararlar, uygulanan siyaset, ekonomik projeler Karar Odası'nın kontrolünde miydi? Millî yapının, Karar Odası'na sızdırdığı komutanlar, işadamları, akademisyenler, gazeteciler kimlerdi? Suikastlar, terör örgütleri, çeteler, mafya ve siyaset dünyası... Karar Odası, bir ülkeyi nasıl yönetiyordu? Milli yapı, Karar Odası'na ne zaman ve nasıl bir darbe vurdu? Millî yapıya uyanma emri ne zaman, kim tarafından verildi? Teşkilat, Muhafız, Hanedan kitaplarının yazarı Selman Kayabaşı, bu kez ABD ve İngiltere'nin ortak yönettiği gizli yapıya düzenlenen operasyonu ve operasyonun kodlarını deşifre ediyor.
Operasyon, yazarın daha önce beklentimi yüksek tutarak okuduğum , büyük hayal kırıklığı yaşadığım Hanedan kitabından sonraki ikinc...
Düğün Dernek filmi gişe rekorları kırıyor, izleyenleri kahkahaya boğuyor haberleri üzerine merak ve büyük bir beklentiyle izledim filmi.
Tamamı Sivas'ta çekilen filmin konusu özetle şöyle; köyün İsmail abisinin şehir dışında okuyan oğlu Tarık kimseye haber vermeden köye gelir. Tarık ailesine Letonya lı bir sevgilisi olduğunu ve onunla evlenmek istediğini soyler. Ayrıca aynı şirkette çalışan iki sevgilinin bir sonraki işte aynı ülkede çalışabilmesi için hemen evlenmeleri gerekecektir. İlk başta anne bu evliliğe karşı çıksada baba olur verir ve kendi adetlerine göre düğün yapmayı kafaya koyar. Dört iyi arkadaş ismail abi, tüpçü Fikret, tövbekar Çetin ve Saffet öğretmen imece usulü bir düğün için hazırlıklara başlar.
Film boyunca yaşanan aksilikler düğün sırasında zirve yapıyor. Kiz tarafından bir mafya düğünü basarken, iki misafirin beklenmedik ölümü ortalığı iyice karıştırıyor.
Yöresel bir aksilikler komedyası izliyoruz. Şive ağırlıklı ve yer yer küfürlü komedi yapılmış. Yaşananlara değil aslında oyuncuların mimik ve diyaloglarına gülmeye çalışıyoruz.
Özellikle de sona doğru abartı üzerine abartı görüyoruz. Gelinimiz uzun süre baygın kalıyor ve ayılır ayılmaz tekrar bayılıyor, düğünde ölen yaşlı bir adam düğün halayında halay çektirilerek ortamdan kimseye farkettirilmeden uzaklaştırılıyor, adamın ölüsünü gören damadın annesi herşeyi bir anda anlayıveriyor ve nerdeyse hiç tepki vermiyor vs.
Oyunculuklar artık sıktı dedirtiyor. Özellikle Yakın çekim ve sürekli -boğazdaki damarları pörtletircesine- bağırarak yapılan konuşmalar beni rahatsız etti. Bunun yanında damat Tarık ın annesini oynayan Devrim Yakut ise filme inat harika iş çıkararak oyunculuk dersi veriyor.
Film, reklam sektörünün Cem Uzan ın yüzde yedi oy alan Genç Parti sinden sonraki ikinci büyük başarısıdır. Yoksa rekor kıracak bir film değil...
Fragmanından fazlasını beklemeyin...
Düğün Dernek filmi gişe rekorları kırıyor, izleyenleri kahkahaya boğuyor haberleri üzerine merak ve büyük bir beklentiyle izledim filmi....
Sancak sahibi beyler, 1040ta Semerkandda toplandılar. Kınıkı hakan bildiler.
1299da Konyada buluştular, Kayıyı bey seçtiler.
Ve sancak sahibi beyler, 1906da İstanbula davet edildiler.
Biri devlet kuracak, biri devlet yıkacak, biri devlet olacaktı...
O gün, İstanbulda cesedi bulunan yazar, Hanedan başlıklı gizli bir dosyanın muhafızıydı. Anadoluya gelen boyların kurduğu devletleri ve bu boyların birbiriyle ilişkisini inceleyen yazar, istihbarat teşkilatlarının peşinde olduğu bir haritayı deşifre etmek üzereydi. Harita, Fatih Sultan Mehmetin Buharadan, Timur Devletinden şehirler şehrine, İstanbula davet ettiği matematikçi ve uzay bilimci Ali Kuşçu tarafından hazırlanmış, son şeklini ise Akşemseddin tasarlamıştı. 1071de Anadoluya gelen gizli bir yapının resmedildiği harita, 1918de Yıldız Sarayında tekrar konuşulmaya başlandı.
Sivas Kongresinin Divan Katipliğini ve istihbarat başkanlığını yapan İsmail Hami, 1071de Sivasa yerleşen Danişmendoğlu beyliğinin o günkü temsilcisi idi. Erzurum Kongresini tertip eden Hüseyin Avni, 1071de Erzuruma konan Saltukoğullarından Ebul Kasımın torunuydu. Ve en önemlisi, Hanedan isimli dosyaya göre, Osmanlı impatorluğundaki hiyerarşiye göre, Kayıhanoğullarından sonra gelen ama Vezir-i Âzamdan da üstün olan bir başka aile tartışılıyordu kitapta: Giray Hanedanlığı. Padişahın altında, Vezir-i Âzamın üstünde olan bu makama, örfe göre Kırım Hanı Giraylar oturuyordu. İmparatorluk yıkılırken Sadrâzamlık makamına Giray Hanedanının o günkü lideri, Ahmet Tevfik Paşa tayin edilince, 1071de Anadoluya gelen beylerin yeni bir devlet kurmak için emir aldıkları belli oldu. Nitekim beyler Anadoluda ilk olarak nereye yerleşmişse, Milli Mücadele de o şehirlerde başlayacaktı.
Bir suikast, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarihini bu kadar derinden etkileyebilir mi? Ali Kuşçunun asırlar önce hazırladığı harita, suikasta kurban gittiği söylenen bir cumhurbaşkanının, gizli belgelerini sakladığı gizli bir apartman dairesinde ortaya çıkarsa, evet!
Kitap nasıl seçilir yada iyi bir kitap kurdu nasıl kitap alır acaba? Elimdekiler bitince hazır yolumun üzerindeler diyerek kitapç...
Temel soru kişisel blog nasıl olmalı? Bu soruya yazının sonuna doğru cevap arayalım. Şimdilik kişisel blogların dünü ve bugününden b...
Mesela Google... Ne soracaksan sor da git havası var. Kodlarının arasına sıkıştırılmış kafeinden midir nedir sormadan da duramıyoruz. Ö...
Hoşgeldiniz
