Turgenyev'in İlk Aşkı


Yetişkin üç arkadaş bir yerde oturup konuşurken ilk aşklarını anlatmaya başlıyorlar. İkisi basitçe anlatırken Vladimir anlatma yeteneğinin iyi olamadığını, hikayesini yazıp getirebileceğini söylüyor. Bir süre sonra getirdiği hikayesinden, 16 yaşındaki gencin yan binalarına yeni taşınan komşunun 21 yaşındaki kızına aşkını okuyoruz. Komşu kızı Zinaida kuralsız bir kız. Güzelliğiyle erkekleri parmağında oynatan, hepsini aynı anda evine davet edip oyunlar oynayan bir tip. Vladimir tüm bu oyunlara rağmen Zinaida'nın da kendisini sevdiği hissine kapılıyor ama kavuşamıyorlar...

Okuduğumun tam olarak aşk hikayesi olduğunu söyleyemeyeceğim. Fazlasıyla hayranlık duyulan komşu kızı hikayesi gibi geldi bana. Belki de kendini kurtarmak isteyen bir kızın erkek avcılığı... 

Kitabı Sevim'in blogunda gördükten sonra okumaya karar vermiştim. Bu sayede ilk kez bir Turgenyev kitabı okumuş oldum. Rus edebiyatında sıkça görülen kasvetli tasvirleri olmaması, akıcı dili ve yalın anlatımıyla  kolay okunan ince bir kitap. (112 Sayfa) Bir de ne kadar doğru bilmiyorum ama yazarın bu kitapta kendi ilk aşkını anlattığını iddia edenler olmuş...

Kitapla kalın...

Yetişkin üç arkadaş bir yerde oturup konuşurken ilk aşklarını anlatmaya başlıyorlar. İkisi basitçe anlatırken Vladimir anlatma yeteneğinin i...

Tılsımlı Deri - Balzac - Freud - Aziz Nesin



Uzun zamandır takip edemediğim blogsözlük'ün tavsiyesinde görmüştüm kitabı. Okuma hızımın yavaşladığı dönemde geçmişe gitmek, belki de günümüzden uzaklaşmak dürtüsüyle başladım. Okudukça kapıldım büyüsüne... 

267 sayfalık kitabın basitçe özetlenebilecek fantastik bir konusu var. Ama özetlemek yerine en kısa ve en iyi özet olan Atilla Tokatlı'nın  Aziz Nesin'e anlatışından okuyalım. "Bir delikanlı bir antikacı da eline tılsımlı bir deri geçiriyor. Bu deri sayesinde istediği her şeyi elde ediyor ama istediğini elde ettikçe de deri küçülüyor. Bu deri delikanlının yaşamıdır. Deri bitince delikanlının yaşamı da bitecek... Bu durumda, yaşamının bitmemesi için hiç bir şey istememesi gerekir. Hiç bir şey istenmeden yaşanmaz..."

Atilla Tokatlı'nın eseri film senaryosuna çevirme düşüncesi sırasında özetlediği eser Aziz Nesin'in de ilgisini çekmiş. Ancak yıllar sonra okuduğunda hayal kırıklığı yaşamış. Balzac'ın çok abartıldığı hatta Zola'nın hakkının yendiği, eserin gereksiz betimlemelerle dolu olduğu yorumunda bulunmuş. Yazarın 31 yaşında yazdığı eserinin çıraklık dönemi eseri olamayacağını bu nedenle beklentisinin çok altında kaldığını yine de top yekun kötülemediğini yazmış.  Öz yaşam öyküsü olarak değerlendirilen eserle, yazarların yazarak boşalma ve boşaldıkça kurtulma olayını Balzac'ın yaşamında da görmüş. Bir de büyük yazarlarda olan aşırı öz güven irite olmasına neden olmuş sanki. Balzac'ta az değilmiş hani. Napolyonun yortusunun altına el yazısıyla "bunun kılıçla yapamadığını ben kalemimle yapacağım!" yazmış. Yetmemiş kendisine "yazı mareşali" demiş. Yetmemiş "Paris'te dillerini bilen üç kişi var: Hugo, Gautier ve ben" demiş. Fena gaza geldim. Kimse kusura bakmasın blog aleminde üç blog var. Biri ben, diğerini siz sıralayın...

Ayrıca 1830 - 31 yıllarında yazılan eser, Freud'un okuduğu son eser olarak da biliniyormuş. Sonuç olarak öyle ya da böyle. Usta yazarın içine sinmemiş olsa da roman karakterlerinin ruhsal durumlarını ve maskelerin ardına gizledikleri yönlerini okurken etkilendim. 

Sevgiyle kalın...

Uzun zamandır takip edemediğim blogsözlük'ün tavsiyesinde görmüştüm kitabı. Okuma hızımın yavaşladığı dönemde geçmişe gitmek, belki de g...

Etkileyici Bir Çırpınış Hikayesi - Unorthodox


Dünyanın en zor hissi; kendini ait hissetmediğin yerde bulunma zorunluluğudur der Dostoyevski. Belki de bu acıyı en iyi hissettirebilen film/dizilerin başında gelir Unorthodox. Büyüsünü tanımlanamaz bu acıdan alır. 

4 bölümden oluşan mini dizi, Mart 2020 tarihinde Netfilix platformunda gösterime girmiş ve Alman - Amerikan ortak yapımıymış. Deborah Feldman'ın 2012 otobiyografisinden esinlenilerek çekilmiş. Ayrıca Avrupa da yaşayan Aşkenaz Yahudilerinin 1000 yıldır kullandığı dil olan Yidişçe de çekilen ilk netfilix dizisiymiş. 


Dizi katı bir ortodoks tarikatının içerisinde annesiz büyüyen ve evlendiğinde tüm sıkıntılarının biteceğine inanan bir kızın çırpınışlarını gözler önüne serer. Evlendiğinde de aradığı mutluluğu bulamayan kahramanımızın sudan çıkmış balık tavrıyla hayata tutunma çapasını irkilerek izletir. Bunun yanında tarikata safça inananlarla, bu safların duygularından güç devşirenleri ve iki yüzlülerin yer yer sinirleri zıplatan bazen de trajikomik yaşamlarını ürpertiyle ekrana taşır.

Daha önce oyunculuğunu hiç görmediğim Shira Haas da bu diziyle adından söz ettirmeye başlamış. Asi tavırlarının yanına sıkıştırdığı masumiyeti ve her iki dünyayı da yansıtan eğreti giyim tarzıyla çok iyi performans sergilediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle başka bir dünyaya açılırken hata yapıyor olma korkusu ve içinde yaşadığı ürperten gel-gitlerini çok iyi yansıtmış. Eşi rolündeki Amit Rahav ve tarikatın uçarı, kuralsız ve fırlama fedaisi rolündeki Jeff Wilbushch ta diziye oldukça renk katmış.


Mahalle baskısı adıyla bir dönem çok adını sıkça duyduğumuz olayın daha spesifik ve katı bir grupta, üstelik yaşanmış bir hayat üzerinden anlatılması, izleyenleri etkileyecek belki de kendilerinden bir parça bulmalarını sağlayacaktır.

Sevgiyle kalın...

Dünyanın en zor hissi; kendini ait hissetmediğin yerde bulunma zorunluluğudur der Dostoyevski. Belki de bu acıyı en iyi hissettirebilen fil...

Bir Ömür Nasıl Yaşanır ?


Sorunun cevabı, İlber Ortaylı ile yapılan söyleşilerde aranmış. İnsan ömrü dolu dolu nasıl yaşanır, neleri yapar, neler dinler, neler okursa dolu olunurun peşinde koşulmuş.

İkiyüz küsür sayfalık kitap İlber Hocanın tv de izlediğim söyleşileri kadar geçmedi bana. Hatta bir çok yerinde irite oldum bile diyebilirim. Fazlasıyla İtalyan hayranlığı sezinledim. Her insanın yapamayacağı gezileri, siz gezseniz bile benim geçmişte aldığım lezzeti alamayacaksınız vurgusuyla sıraladığı gezilecek yerler listesi fazlasıyla akıl karıştırıcıydı. Hocanın hayatı öylesine kültür turizmiyle ve geçmişle doluydu ki, o gezilecek yerleri ve çıkarılacak sonuçları sıralarken, ben kendimi sanat tarihi dersindeymiş gibi hissettim. Üstelik her yeri 40 yıl öncesiyle kıyaslayarak bozuldukları imasında bulunması da içimi fazlasıyla kararttı.

Bunun yanında çok ama çok üst seviyede bir entelektüel kriteri var hocanın. Keşke olabilse öyle insanlar dedirtecek türden. Düşünsenize toplumun entelektüellerinin 15 yaşına geldiğinde, 2 tane yaşayan yabancı dil, 2 tane de ölmüş dil öğrenen, tiyatro izleyen ama izlerken sadece oyunun hikayesini değil tiyatro binasının mimarisini hatta mimarının hayatını bilen ve bu yapıyı dünyanın gelişmiş tiyatro binalarıyla kıyaslayabilen, dünya edebiyatına hakim, klasik müzik bilgisiyle donanmış insanlar olduğunu...

Hoca bir çok konuda etkileyici ama genç nesli fazlasıyla zorlayacak tavsiyelerde bulunmuş...

Sorunun cevabı, İlber Ortaylı ile yapılan söyleşilerde aranmış. İnsan ömrü dolu dolu nasıl yaşanır, neleri yapar, neler dinler, neler okursa...