Fotoğraflarla Zamanda Yolculuk - Nar Ağacı



Blogları gezerken listeye eklediğim romanlardandır kendisi. Ama hangi blogun hangi övgüsü üzerine eklediğimi hatırlayamıyorum şu anda. Yine de beni Nazan Bekiroğlu ile tanıştırdığı için teşekkür ediyorum kendisine...

Roman daha önce okumadığım türden. Hem yan hikayelerle verilen bilgiler hem de tarihe ışık tutma çabasıyla olağanüstü. Bir de yazarın ben bu işi biliyorum edasıyla peş peşe sıraladığı kelimeler ve kelime dağarcığının büyüklüğü kitabın önünde eğilmenizi sağlayacak türden.  

Hikayenin özü kendi atasının izini arayan entelektüel bir kişiliğin serüveni. Sadece kendi yolculuğu ve yaşadığı serüven değil, ata yadigarı fotoğraflara bakarken o döneme dalıp gitmesi, savaşlar içinde kıvranan Tebrizi, Tiflisi, İstanbulu özellikle de Trabzonu ve Taht-ı Süleyman'ı neredeyse o dönemde yaşamışcasına tasviri kitabın içine girmemi sağladı. Kitap boyunca roman kahramanın elindeki fotoğraftaki zamanlara ve mekanlara hep beraber gidip geldik. Savaşın yıkıcı etkisini çaresizlikle bezenmiş bir üzüntüyle iliklerime kadar hissettim.

Bu kitap sayesinde ilginç bir sendrom daha öğrendim. Bahsetmeden geçemeyeceğim. Helen mitolojisine göre tanrı Apollon prenses Kassandra'ya aşık olmuş. Kassandra ise evlenme karşılığında Apollondan kendisine bir güç vermesini istemiş. Apollon prensese geleceği görme gücünü vermiş ama Kassandra rahibe gibi yaşamak istediğine ve kimseyle beraber olamayacağına karar vererek bu evlilikten vazgeçmiş. Apollon da Kassandra'yı cezalandırmak için yeteneğini geleceği görme ama kimseyi inandıramama olarak güncellemiş. Bu cezanın verdiği azap tahmin edilenden daha ağır olmuş. Prenses Kassandra ünlü truva savaşında o büyük atın hediye olmadığına kimseyi inandıramamış ve şehrinin talan edilmesini izlemek zorunda almış.... İşte bu nedenle geleceği öngörüp de kimseyi inandıramamaya Kassandra sendromu deniyormuş... Ben onu "yaa ben demedim mi" olarak biliyordum :)

Kitap 500 sayfanın üzerinde ve biraz korkutucu ama Setterhan, Azam, Piruz, Celil Hikmet, Sofya ve Zehra'nın öyküsünü okumaya değer....

Blogları gezerken listeye eklediğim romanlardandır kendisi. Ama hangi blogun hangi övgüsü üzerine eklediğimi hatırlayamıyorum şu anda. Yine ...

Gelecekten Distopik Bir Günlük - Biz



Teknolojinin aklınıza gelebilecek her şeyi kontrol ettiği, felaketlerin yaşanmadığı ve insanların robotikleştiği tarihi bilinmeyen bir geleceğini günlüğünü okumak hayli ilginç geldi bana. Böyle bir yaşama dışarıdan bakmak önce biraz ürpertse de sonrasını acaba daha mı iyi olurdulu sorulara bıraktı. Sanki günümüzde herkes birey olabiliyor mu ki? Sevdiği işi yapan, sevdiği şehirde ya da evde gönlünce dolu dolu yaşayabilen kaç kişi vardır acaba? 

Rus yazar Yevgeni İvanoviç Zamyatin acabalı sorularımın cevabını taa 1920 ler de kaleme almış. Peki hemen yayınlayabilmiş mi? Tabi ki de hayır. Öyle özgür bir dünya nerde! 1988' e kadar ülkesinde yayınlanamamış hatta önce İngilizcesi basılmış. Yazılır yazılmaz yayımlanamasa da George Orwel'in efsanevi eseri 1984'e esin kaynağı olmuş. Bu kitapta muğlak kalan bürokrasi ve yönetim daha baskın bir şekliyle 1984 kitabında Büyük Biraderler olarak karşımıza çıkmış.

Peki ne anlatıyor günlük? Evrenin ismi açıklanmayan bir yerinde kafes içinde yaşam süren toplumun hayatını. Bu kafes'in mimarlarının birinin günlüğünden okuyoruz tüm yaşamlarını. Günlüğe göre toplumda her şey bürokrasinin kontrolünde ve zaman çizelgesine göre yapılıyor. Sabah kalkma, spor saati, kahvaltı, çalışma saati, kendine ayırabileceğin bir saatlik dilim, sosyal aktiviteler zamanı ve mekanı belli yerlerde yapılıyor... Sosyal yaşamında da evlilik ve akrabalık yok. Cinsel ihtiyaçlar size uygun eşlerle ve belli zamanlarda verilen kartlarla sağlanabiliyor. Sadece bu dönemde perdeleriniz kapanabiliyor. Bunun dışında zaten kimsenin gizleyecek bir şeyi olamayacağına göre perdeye ne gerek var. Sanatsal faaliyetlerde farklı kombinasyonlara göre makinelerce yapılıyor. Makinelerden daha iyi müzik yapmak ya da resim çizmek zaten mümkün değil. Sonuç olarak robotik ve sağlıklı bir insan modeliyle doldurulmuş toplum. Bunun yanında seçimlerde gizli oy kullanmayı istemek tedavisi mümkün olmayan bir hastalık, toplumdan bağımsız kendin gibi yaşamayı istemek ise çürümüşlük olarak kabul ediliyor...

208 sayfalık eserin güzelliği ise günlüğün ilerleyişinde saklı. Fanusun içindeki muazzam hayatın aslında distopya içinde yok oluş olduğunun fark edilmesinde... Yazarken düşünmenin ya da yaşadığını yazmanın verdiği bilinçlenmede... 

Oldukça etkileyici bir kitaptı...

Teknolojinin aklınıza gelebilecek her şeyi kontrol ettiği, felaketlerin yaşanmadığı ve insanların robotikleştiği tarihi bilinmeyen bir gelec...