Teknolojinin Yeraltı Dünyası - StartUp

Bir kaç yıl öncesine kadar herkesin dikkatini çeken dijital para birimleri furyası vardı. Bitcoin olarak duyulsa da bilinmeyen bir çok alt para birimi ile ortaya çıkmıştı. Parayı devletlerin kontrolünden çıkarmayı amaçlayan bu teknolojik atılım, yeraltı dünyasına da yeni bir seçenek sunmuştu. Ah bir mucize olsa da parayı bulsam sevdalılarının gözlerinin büyümesine neden olmuş hatta çiftlik işletmek için para toplayan milli tosuncuğumuzun da yeni bir sektöre açılım yapmasını sağlamıştı.


StartUp "Yaratıcı teknolojik fikirlerin yanlış kişiler tarafından finanse edilmesi sonucunda ortaya çıkabilecek suçları ve tehlikeleri anlatacak." sloganıyla, tam da kripto para birimlerinin sükse yaptığı 2016 yılında izleyicisiyle buluşmuş. Dizi benim de ilk kez duyduğum Crackle (Netfilix gibi  bir platform) platformunda yayımlanmış ama tabi ki artık internetin her köşesinde bulunabiliyor.


İlk sezonda klasik yöntemle kaçırılmaya çalışılan kara paranın kripto para birimine çevrilerek saklanmasını izliyoruz. Kara paranın serüvenini takip ederken de, kendi halindeki bir yazılımcının köşeyi dönme çabasını, kenar mahalle kabadayısı bir siyahinin iş adamı olma hevesini ve iyi bir şirket çalışanının patron olma sevdasını gözlemliyoruz. 


Dizinin 2. ve 3. sezonun konusunu ise kripto paranın yerine darp web olarak bilinen internetin karanlık dünyası oluşturuyor. Bu şerit değiştirmeyi kripto paranın etkisini kaybettiği dönemde diziyi ayakta tutma çabası gibi algıladım. Buna rağmen iş adamı görünümlülerin karanlık dünya bağlantılarını, fırsatı paraya çevirmedeki cesaretlerini ve gözü dönmüşlüklerini ilgiyle seyrettim. Tabi ki vicdan ile para arasında sıkışmışlığı yeterince kanıksadım.


Teknolojik gelişmeler ve bilim kurgu ilgi alanlarımın zirvesinde. Bu nedenle bilgisayar eksenli dizi ve filmleri izlerken kolay kolay sıkılmıyorum. 3 sezon ve 30 bölümden oluşan StartUp'ı izlerken de keyif aldım. 

Bir kaç yıl öncesine kadar herkesin dikkatini çeken dijital para birimleri furyası vardı. Bitcoin olarak duyulsa da bilinmeyen bir çok alt...

Işık Bahçelerinden Çıkan Manyak


Milattan sonra II. yüzyılda başlıyor Mani'nin hikayesi. 4 yaşından 24 yaşına kadar babasının yüzünden Işık bahçeleri olan bir tapınakta kalıyor. Buradaki beyaz giysilileri sindiremese de sabrediyor. Kendini bulabilmek için bir ağacın altında inzivaya çekiliyor. İç sesiyle, romandaki adıyla ikiziyle ilk tanışması da 13 yaşında burada gerçekleşiyor. 24 yaşına geldiğinde ise ikizinin çağrısıyla bu tapınaktan ayrılarak kendi yolunu çiziyor.

Mani, topal ve yaşıtlarına göre çelimsiz biri. Bunun yanında bilgili, feraset sahibi ve tıp konusunda da iyi. Yolculuğu boyunca halkın bilgelere bakacağı inancıyla üzerindeki kıyafetlerden başka bir şey almıyor yanına. Öngörüsü de doğru çıkıyor ama seyahati sırasında çevresine toplanan insanlara yaptığı konuşmalar zamanın krallarını rahatsız ediyor. Bir gün insanlar arasında tanrı, tanrılar arasında insan olan, krallar kralı Şapur'un üvey kızını iyileştirmesi ile onun koruması altına giriyor. Böylece dini ve havarileri hızla yayılıyor. Bu durum kral Behram dönemine kadar devam ediyor. Kral Behram döneminde ise Mecusi müneccimi Kartir'in etkisi ile 1 ay kadar acı çekmesi için herkesin görebileceği bir yere hapsediliyor. Ölümünden sonra da cesedi ibret olsun diye kalenin duvarına asılıyor. Ama müritleri o duvarı tapınak haline getiriyor.

Mani öğretilerinde herkesin kendi tanrısına inanması gerektiğini, savaşların anlamsız olduğunu, insanlar arasındaki sınıf ayrımının olmaması gerektiğini savunur. Bu nedenle İsa'ya da Zerdüşt'e de saygı duyar. Kralların tüm dinlere saygılı olması gerektiğini söyler. Tam bir günümüz aydını...

Ancak yazara göre, Mani'nin ölümünden sonra kilisenin etkisiyle Mani ve Maniheizim değersizleştirilmeye çalışılarak bu kavram neredeyse hakarete dönüştürülmüş. Manyak (mani-yak) gibi...

Kitabı iyi bir kitap okuyucusu olan Gül hanımın blogundaki yazısından etkilenerek okuma listeme almıştım. İyi ki almışım.  

Milattan sonra II. yüzyılda başlıyor Mani'nin hikayesi. 4 yaşından 24 yaşına kadar babasının yüzünden Işık bahçeleri olan bir tapı...

Kahve Severler İçin Jugar Con Fuego



Dizi aslına ufuk açacak ya da meraktan çatlatacak bir şeyler anlatma derdinde değil. Bizde ki Behlül benzeri çapkın bir gencin hayatını anlatıyor. Kahve çiftliğinde yetenekleri sayesinde rahat takılan, bu arada da komşu çiftlik ağasının karısıyla yasak aşk yaşayan arkadaşımız, gün geliyor kendi ağasının kızı ve karısıyla da takılmaya başlıyor. Dominant üç kadın arasında kalan jön, ağaların durumu fark etmesiyle de hayatını kurtarma derdine düşüyor.


Anlatımımla diziyi fazlaca pembeleştirdiğimin farkındayım. Bu kimseyi yanıltmasın, büyük bölümü vıcık vıcık seviyorumlardan ziyade, takılalım ama evlenmeyelim rahatlığında... 


Diziyi yaklaşık 40'ar dakikadan 10 bölüm çekmişler. Bir haftasonuluk işi var ve tadı damağında kalıyor insanın. Ayrıca çok hızlı bir yayın politikası izlemişler. 22 Ocak 2019 da yayına başlayıp 04 Şubat 2019'da final yapmışlar. Bu hızla ne yapmak ve nereye varmak istemişler, anlamadım. Belki anlatacakları bitti belki de paraları. Olsun, diziyle beraber İspanyolları daha bir yakın hissetmeye başladım kendime. Bu arada İspanyollar yapmış ama Amerikan bir kanalda yayımlanmış, sonrasında Netfilix konmuş diziye.


Anlatımını yüzeysel bulduğum bir aşk dizisini izlemezdim ama introyla beraber başlayan kahve merkezli anlatımına hayran kaldım. Kahveyle güne başlamalarını, ellerindeki kahveyle tartışmalarını, kahve çuvalları arasında saklanmalarını, kahve tarları arasında gezinmelerini, kovalamacalarını ve manzaralarını çok sevdim. Benim gibi tüm kahve severler de Fabrizo Ramirez'i izlerken büyük keyif alacaklardır...

Dizi aslına ufuk açacak ya da meraktan çatlatacak bir şeyler anlatma derdinde değil. Bizde ki Behlül benzeri çapkın bir gencin hayatı...

Yarının Kısa Bir Tarihi: Homo Deus


Maymundan evrilerek dünyayı ele geçiren Sapiensleri gelecekte nasıl bir serüven bekliyor olabilir? İsrailli akademisyen yazar Harari, evrim teorisi referanslı ikinci kitabı Homo Deus'ta bu soruya cevap arıyor. 

Yazar insanlığın geleceğine kafa yorarken, ilk kitapta yeri geldikçe değindiği tanrının olmadığı tezini ikinci kitabında merkeze oturtmuş. Neredeyse her konu dönüp dolaşıp aynı yere geliyor. "Babil, İnka, Mısır gibi medeniyetlerin ihtişamlı günlerindeki büyük tanrılarının bu gün hiç bir değeri olmadığı gibi, şimdiki tanrılarınızın da gelecekte anlamı olmayacak. Bu gün inandığınız tanrılar size sonsuz yaşamın olduğu ahireti vaat ediyor. Ama insanlık ölümsüzlüğü bulduğunda ahiret inancı da yerle bir olacak... Geleceğin dini ise dataizm olacak. Bunun için özel hayatımızdan feragat edip tüm özelimizi ve verilerimizi paylaşıma açmalıyız..." Bilinç altına yapılan saldırıya bakar mısınız!!! 


Yazara göre insanlığın ölümsüzlüğü bulmasının üç yolu olabilirmiş. İlk yol evrim. Maymundan insana evrilerek dünyaya hükmeden insanlığın yeni bir evrim geçirip başka bir türe dönüşmesi yani homo deus. Bu üst insan ölümsüzlüğü bularak kainata da hakim olabilirmiş. İkinci yol teknoloji ile siborg türünü oluşturmak. Zaten bedensel engelli insanlara uygulanmaya çalışılan mekanik kol ve bacakların tüm organlarda uygulanmasıyla oluşacak insan beyinli robotlar kainatı ele geçirebilirmiş. Üçüncü yol ise tıp. Gelişen teknoloji ile 50-60 yıllık insan ömrünün 90-100 yıla kadar uzatıldığı, 2100 lü yıllarda ise ölümsüzlüğün kapısının aralanabileceğiymiş...

Kitabı okurken yazarın akıl yürütmelerini anlamlandıramadığım bir çok konu oldu. Mesela insanların aslında hiç bir hareketinin bilinçli olmadığını iddia ediyor. Eş seçerken, yemek seçerken ya da istediğimiz herhangi bir şeyi yaparken bilincimizle değil vücudumuzun doğal seçilimi ile hareket ettiğimizi savunuyor. Yani aslında herhangi bir hayvandan hiç bir farkımız yokmuş. Sadece bizim işletim sistemimiz biraz daha karmaşıkmış. İnsanın kendisinin bilinçsiz olduğunu düşünmesi ayrı bir paradoks gibi geldi bana... 

İlk kitabı okuduysanız ve huzursuz olduysanız bu kitabı okurken iğnelerin vücudunuza battığını hissedeceksiniz. 

Maymundan evrilerek dünyayı ele geçiren Sapiensleri gelecekte nasıl bir serüven bekliyor olabilir? İsrailli akademisyen yazar Harari, ...

İstanbul'un Fethine Ortadan Bakmak


Bir kelebek düşünün, o kelebeğin gövdesidir İstanbul ve Dünyanın bir başkenti olacaksa bu İstanbul olmalıdır övgülerini kazanan, İstanbul mutlaka fethedilecektir, Onu fetheden komutan ne güzel komutan o ordu ne güzel ordudur hadisi ile müjdelenen şehir. Bu motivasyonla o güne kadar 23 kuşatma atlatmış, aşılamaz surları sayesinde 24. kuşatmaya direnmeye kararlı bir şehir

Netfilix'in 6 bölümlük belgesel dizisi anlatıcılarının akıllara kazınan bu betimlemeleri ile başlıyor. Her iki tarafın yorumcuları olayı yaşamışcasına aktarıyor, anlatırken yaşatıyor. Tuba Büyüküstün, Selim Bayraktar, Birhan Sokullu ve Ushan Çakır gibi oyuncularıyla izleyicileri o günlere götürüyor. 

Bu güne kadar izlediğiniz kahraman Osmanlı Ordusunun fethi filmlerini bir kenara bırakın. Biliyorum zor gelecek. Ama düşünün... Düşmanınızın 10 katı askerimiz ve o güne kadar bilinmeyen bir silahımız var; Macar Urban ustanın yaptığı, Ortaçağ'ın kapanıp Yeniçağ'ın açılmasını sağlayan, kale arkasına saklanan şehir planlamasını bitiren Top. Yıkılmaz denilen surlar etkisini kaybetmiş. Rumeli Hisarı ile İstanbul'un deniz bağlantısı neredeyse kesilmiş. Buna rağmen direnmiş İstanbul...


Dizi ana hikayede savaşı anlatırken her iki tarafın iç işlerini de yan hikayelerle süslüyor. 12 yaşında padişah olan II. Mehmed'in Haclı Ordusunun toplandığını öğrenmesi üzerine, babası II. Murad'a tekrar tahta geçmesi için gönderdiği rivayet edilen mektubun esamesi bile okunmuyor. II. Murad'ın tahtı kendi isteği ile aldığı hatta II Mehmed'in bundan Sadrazam Çandarlı Halil Paşayı sorumlu tuttuğu ve kin beslediği görülüyor. II. Mehmed'in fazlasıyla Büyük İskender olma hayali de akıllara kazanıyor. Bizans tarafının ise birlik olma yetilerini kaybettiklerini, Ortodoks Katolik ayrışmasının nefrete dönüştüğünü görüyoruz. İstanbul can çekişirken bile savunmayı Giustiniani komutasındaki paralı askerlere bırakıyorlar ve Venedik'lilerin ihanetiyle düşüyorlar.


Son olarak dizinin danışmanlığını da yapan Celal Şengör hocanın heyecanlı anlatımını da buraya not etmeliyim. Üstad'ın İstanbul'un fethedildiği bölümdeki kahkahasını unutamıyorum.


Dizi sizleri rahatsız eder mi bilmemem ama ben fazlasıyla gerçekçi buldum. Hatta izlediğim en iyi İstanbul'un fethi dizisi/filmiydi diyebilirim.

Sevgiyle kalın

Bir kelebek düşünün, o kelebeğin gövdesidir İstanbul ve Dünyanın bir başkenti olacaksa bu İstanbul olmalıdır övgülerini kazanan, İstan...

İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi - Sapiens


Mutlaka okunması gereken kitaplar listesinde sıkça karşıma çıkan ama okuma konusunda tereddütlerim olan bir kitaptı Sapiens. "Hayvanlardan Tanrılara" ve "İnsanlık Tarihinin Kısa Bir Özeti" gibi iki farklı alt başlıkla içeriğini anlatırken merak uyandırmayı da başarıyor aslında. Bunun yanında neredeyse hiç bir bilgimin olmadığı evrim teorisi temelli olması töbe estağfurullah dinden çıkmayalım endişesini de körüklüyordu. Neyse okuduk.

Eser Darwin'in kaleme aldığı ve evrimi anlatan Türlerin Kökeni kitabının tefsiri niteliğinde olmuş. Anladığım kadarıyla büyü büyük büyük atamız olan tek hücreli canlıların mutasyona uğraması sonucu bir sürü canlı meydana gelmiş. Bu canlılar meydana gelirken de her biri farklı bir yol çizerek türleri oluşturmuş. Dünyamızda yaşama şansı olmayanlar yok olurken diğer türler yoluna devam ederek hem kendi içinde çeşitlenmiş hem de yeni türler oluşturmuş. Bir çok farklı köpek cinsi olmasının yanında aslan, kaplan, çita ve çakal türlerinin ortaya çıkması gibi. Sonra köpek türlerindeki gibi çeşitlenen farklı maymun türleri oluşmuş. Bu türler hayatta kalma mücadelesi gereği yavaş yavaş bilinçlenmeye başlamış ve evrilip maymundan ayrılarak sapiens yani insan türlerini oluşturmuş. 


Homo Sapiens'ler yani bizler Afrika kökenliymişiz. Neandertal ise Avrupa kökenli insanmış. İşte bunun gibi Homo Erectus, Habilis, Foresiensis gibi farklı bölge insanları da varmış. Ama tüm bu süreç boyunca hakimiyeti ele geçiren Homo Sapiens diğer tüm yakın akrabalarımızı yok etmiş.


Peki ilk başlarda besin zincirinin ortalarında olan ve sonra zirveye çıkan Homo Sapiens bunu nasıl başarmıştı. Küçük balık büyük balığı yutar düzeninde, bazen av bazen avcı olan bir tür sadece avcı olabilmeyi nasıl başarmış? Dedikodu sayesinde... Evet evet, dedikodu yaptıkça beyinleri daha iyi çalışmaya başlamış ve diğer türlere göre çok daha iyi organize olmaya başlamış. Diğer canlı türleri en fazla 40 kişilik grup oluşturabilirken Homo sapiens günümüze kadar ohooo...


Homo Sapiens'in bilinçlenmesi ve dünyayı hakimiyeti altına almasıyla da tanrılar oluşmaya başlamış. İlk başlarda her toplumun kendi tanrıları varken sonrasında kralların tanrıya dönüşdüğü görülmüş ve sonunda da en büyük, en yüce ve tek tanrıya dönüşmüş.

Sonuç olarak dört yüz küsür sayfalık eser akıcı anlatımıyla kolay okunabilen ve derinliğiyle de fazlasıyla doyuran bir kitap olmuş. İnanıp inanmamak size kalmış. Ben kitabın devamı olan Homo Deus'u da yarıladım, haberiniz olsun...

Herkese bol kitaplı günler... 

Mutlaka okunması gereken kitaplar listesinde sıkça karşıma çıkan ama okuma konusunda tereddütlerim olan bir kitaptı Sapiens. "Hay...