Gerçek Mesih Gelseydi Ne Olurdu?


Peygamberler tarihine bir göz atarsanız modern insanın anlamakta zorlanacağı bir çok konuyla karşılaşırsınız. Kutsal kabul edilen metinlerin yüzeysel anlatımı ve rivayetler üzerinden anlatılagelen olaylar hep biraz masalsı gelir. Belki kulaktan kulağa gelen anlatılarda sahihliğini (gerçekliğini) kaybeden ya da araya karıştırılan uydurma anlatıların da bunda payı çoktur, bilemiyorum. Ama tüm bu muğlaklığın içinde İsa/Mesih peygamberin kıyamet öncesi ortaya çıkacağı inancı yaygındır. Hatta İsa peygamberin (bu arada İsa peygamber ile Mesih farklı kişiler olabilirmiş ama biz boğulmamak için o derinliğe inmiyoruz.) gelişinden sonra iyi ile kötünün son büyük savaşının (Armageddon)  yaşanacağına inanılır.

Peki ama geleceğine inanılan ve biz göremeyiz öngörüsüyle beklenen Mesih bu gün gelseydi nasıl karşılanırdı? İstihbarat örgütlerinin tepkisi ne olurdu?  


Dizi de tam bu olasılıklar üzerinde ilerliyor. İlk kez Suriye'de ortaya çıkan Mesih bir kum fırtınası ile ülke içerisindeki kargaşaya son veriyor. Kendisine inanan küçük bir grupla İsrail sınırına doğru hareket edince de binlerce kilometre uzaktaki Amerika'nın dikkatini çekiyor. Sonra bir anda Amerika'da ki küçük bir kasabada meydana gelen hortum felaketinde ortaya çıkıyor. O güne kadar cahil Arap insanını etkileyen ve CIA tarafından yeni bir Usame Bin Ladin geliyor beklentisiyle takip edilen Mesih, bir anda modern Amerikan vatandaşlarının da ilgisiyle büyüyor....


Teknolojinin bu kadar ilerlediği bir dönemde, İsa/Mesih'in insanlığın kendisine inanması için neler yapacağını ya da kendisini nasıl göstereceğini bilemiyoruz. Ama Netfilix'in yavaş ilerleyen ve ilk sezon için on bölüm yayımlanan dizisiyle konuşmaya hatta düşünmeye bile korktuğumuz bir konuyu hatırlıyoruz. Mucizeler yaratan adamın gizemine zaman zaman şüpheyle yaklaşıyoruz.


İzlemenizi tavsiye ederim.

Peygamberler tarihine bir göz atarsanız modern insanın anlamakta zorlanacağı bir çok konuyla karşılaşırsınız. Kutsal kabul edilen meti...

Tembellik Sanatı Oblomov İle Başlar


Rus yazar Gonçarov taa 1857'de Oblomov isimli uzunca bir roman yazmış. İnternetten bakındığım kadarıyla 1849'da bir dergiye yazdığı "Oblomov'un Rüyası" öyküsünün genişletilmiş haliymiş. Hatta hatta daha öncesinde de buna benzer bir romanı varmış ama araştırmadığım ve okumadığım konulara girerek dağılmak istemiyorum.

Bizim de Yusuf Atılgan'ın yazdığı Aylak Adam'ımız vardı. Babadan kalan mirasın üzerine konmuş, kahvede arkadaşlarla muhabbet, sinema, tiyatro, resim galeri gezen, çalışmakta hiç gözü olmayan bir adamdı. Valla saygı duyulacak adammış. Oblomov ise bildiğin yaşayan tabut. Romandaki adı İlya İlyiç Oblomov ama ona kısaca oblomov diyoruz. Zengin Oblomov ailesinin yaşayan son ferdi. Aslında iyi bir eğitim almış. Kendine bağlı köyleri ve köylüleri var ama köylerinden uzak çiftlik evinin karanlık bir odasında yaşamayı tercih ediyor. Bir tane de Zahar adında yaşlıca hizmetçisi var, O da sürekli söylenen tembelin teki. Oblomov okumayı sevmiyor, yazmayı sevmiyor, çalışmayı sevmiyor, planlar yapıyor ama uygulamıyor. Odada geçirdiği rutin hayatın dışına çıkmak onu korkutuyor. Hayatı ise her gün bir adım daha geriye gidiyor. Bir kadınla sevgili oluyor ama aşk yaşamak bile zor geliyor.


Peki ama bu kadar boş bir adamı okunur kılan hatta okuru kendisine hayran bıraktıran büyüsü nerede? Tabi ki oblomov'un doğaçlama düşüncelerinde. Kimi yerde yazarları eleştirirken, roman kahramanlarının ruhsuzluğunu göstererek yaraya parmak basıyor, kimi yerde de aşkın bile kapitalizmin oyuncağı olduğundan dem vuruyor. Boş tenekeden çıkan dolu sese hayran bıraktırıyor. 

Eser basılı yayınlarda 632 sayfa (e kitap olarak 400'ün biraz üstündeydi sanırım) Kalınlık biraz korkutabilir ama kitabın içine girdiğinizde, kızgınlık, üzüntü, mutluluk duyguları arasında savrulup duruyorsunuz.  Okunmaya değer güzel bir kitap.

Sevgiyle kalın...

Rus yazar Gonçarov taa 1857'de Oblomov isimli uzunca bir roman yazmış. İnternetten bakındığım kadarıyla 1849'da bir dergiye ya...

2020 Hedeflerim - MİM


Neredeyse 1 yıl olmuş mimlenmeyeli. Giderek izleyici konumuna evrildiğim blog dünyasında, Cafe Tigris'in mimi şaşkınlıkla beraber mutluluk getirdi. Hatırladığı için teşekkür ediyorum kendisine...

2020 Hedeflerim


Hedef olayını en iyi kurgulayan youtuber Barış Özcan olmalı. Her yıl bir adım daha ilerlettiği Zinciri Kırma motivasyonuyla zirvede adam. Takipçilerine önce bir hedef belirletiyor, sonra bu hedefi yarıya düşürüyor, gerçekleştirdiği her gün için de takvime bir çarpı atıyor. Takvimdeki çarpılar zamanla zincir görüntüsünü alıyor. 

Elbette çok başarılı bir yöntem. Geriye dönüp baktığınızda, aldığınız yola hayran kalıyorsunuz. Adım adım geliştiğinizi görüyorsunuz. Ama bir yerden sonra her adımınızın yüzeyselleşmesi tehlikesiyle başbaşa kalıyorsunuz. Her gün yüz sayfa okumak gibi bir hedefte, beğendiğiniz cümlelerin altını çizememe yani içselleştirememe yani bam teline dokunan yazarla gönül rahatlığıyla konuşamama handikapına düşebiliyorsunuz. Bu nedenle bu sene yapmadım.

Haa bir de tam senelik spor salonu üyeliği yapmayı planlamıştım. Ama sporcu birinin sosyal medya hesabından "yılbaşı geldi diye senelik spor salonu üyeliği yaptırmıyoruz" iğnesi beni hoplattı. Sonradan görme gibi hissettim. O da öyle kaldı. 

Sonuç olarak bu sene için hedefleri küçültmeyi planladım. Yıllık değil ama belki haftalık... Yıllık okuma listesi hazırlamak yerine hep 2 kitap sonrasını belirleme gibi bir yol var önümde. Ruh halime göre...

Umarım tembelliğime bahane üretmiyorumdur.

Sevgiyle kalın...

Neredeyse 1 yıl olmuş mimlenmeyeli. Giderek izleyici konumuna evrildiğim blog dünyasında, Cafe Tigris'in mimi şaşkınlıkla beraber...

Bu Ay İzlediğim Filmler - Ocak 2020

Biz Böyleyiz


Sondan başlayayım. 10 Ocakta Sinemalarda yayımlanmaya başlayan filmi daha dün, neredeyse bomboş bir sinema salonunda izledim. Caner Özyurtlu hem yazıp hem de yönetmiş. Oyuncu kadrosu ise simaen tanıdık yüzlerden kurulu. Duayen sanatçı Hümeyra'nın yanında Özge Özpirinççci, Engin Öztürk, Şebnem Bozoklu gibi genç oyuncular boy gösteriyor. Filmde tam olarak başrolden bahsedemesek de oyunculuğunu sevemediğim Berrak Tüzünataç bir tık öne çıkıyor. 


Hikaye bir sahil yerleşkesinde yabancı uyruklu hizmetçisiyle yaşam süren Nezihe'nin rahatsızlanmasıyla başlıyor. Hizmetçi Yulduz'un çocukluklarını Nezihe'nin yanında geçiren bir grup arkadaşa haber vermesiyle hikaye sahil kasabasındaki gençlik filmine evriliyor. 


Komedinin, sıkıcı ve kasvetli olması beklenen bir ortamda bireylerin zekasından çıkması oldukça güzel. Birilerinin çıkıp o sıkıcı ve kasvetli ortamı muhabbetiyle renklendirmesi gibi. Bu durum kısmen durum komedisi gibi algılanabilir. Yer yer sakarlıklardan doğan komedi unsurları da tabi ki var ama özellikle izleyiciyi güldüreyim şebeklikleri yok. Boran Kuzum'un esprileri filmin en zirvesi, karaoke bardaki sahnelerle filmin sonunun sündürülmesi en dip noktalarıydı bence...

Elbette bir Cem Yılmaz kalitesinde efsane espriler yok ama beklenti yükseltilmeden izlenebilir.

Yıldızlara Doğru


Bu aralar büyük bir zevkle takip etmeye çalıştığım TRT 2' nin yanlış hatırlamıyorsam 2019 yılının en çok izlenen filmler listesindeydi. Aç parantez, kültür sanat kanalı TRT 2 kalitesiyle benden büyük bir alkışı hak ediyor kapa parantez. Filmi ne izlesem arayışındayken TRT 2'nin etkisiyle izledim.

Brad Pitt'i koy ne olsa izlenir gibi mi düşündüler bilemiyorum. Ama Santra Bullock'un oynadığı ve 7 dalda oscar alan Gravity/Yerçekimi filmini fazlasıyla hatırlattı. Özellikle uzay istasyonunda meydana gelen kazalar, uzay boşluğundaki savrulmalar klişeleşti. Sanırım bu tip sahneler devasa sinema ekranlarına görsellik katıp bol adrenalin salgılatmak için çekiliyor.


Brad Pitt'in oyunculuğu ise çok iyi. Özellikle her ne yaşarsa yaşasın dinginliğini koruması farklı bir insan profili oluşturmuş. Daha doğrusu paniklememe özelliğinin insanı süperkahramana dönüştürmesi güzel bir vurgu olmuş. Bunun yanında ay'a çıkılıp çıkılmadığı tartışmalarında "eğer çıkılsaydı oraya çoktan bir üs kurulmuştu" argümanını güçlendirecek ögeler var. Ay'ı bir ara istasyon hatta hava alanı gibi kurgulamak uzaya açılmış insanoğlunun yapacağı en doğru karar olurdu zaten.  

Büyük bir ekranda izlenilirse zevk alınabilir. Yine de bu tip filmler Asimov'un hayal gücünün çok ama çok gerisinde...

Anna


Bu filmi de ne izlesek arayışındayken bir internet sitesinin tavsiyesiyle izledik. Filmde Anna özel yetiştirilmiş Rus bir ajanı canlandırıyor. Hem güzel hem seksi olan ajanımız aynı zamanda her türlü silahı kullanabiliyor ve korkusuz. Zaten bir ajan da aynen böle olmalı. Geçmişin Tom Raider'i yani. Film bol aksiyonlu klasik bir istihbarat filmi gibi duruyor. Ama bizce film 2010 yılında baya bir sükse yapan hatta facebok profilinden İstanbul'umuza da geldiği anlaşılan Anna Chapman'ı anlatıyor. Filmin başrolünün gerçek Anna'ya benzemesi de bizi destekliyor.


Bu filmde bol aksiyonlu. Ama çok fazla zaman atlaması var. Bakın biz gösterdik ama siz görmediniz dercesine sahneleri tekrar izlettiriyor. İlk bir kaç seferde aaa şaşkınlığı olsa da sonlara doğru artık yeter beni salak yerine koyma alınganlığı oluşuyor.

Her üç filmi de izlediğim için pişman değilim. Yine de beklenti normal seviyede tutulup gevşeyerek izlenirse güzel olur. 

Sevgiler.

Biz Böyleyiz Sondan başlayayım. 10 Ocakta Sinemalarda yayımlanmaya başlayan filmi daha dün, neredeyse bomboş bir sinema salonunda izl...

Atiye'nin Anlatamadıkları


Atiye, Netflix'in Hakan Muhafız'dan sonraki Türk Yapımı 2. dizisi olarak yayımlandı. İlk sezon için 8 bölüm ve her bölüm yaklaşık 45 dakikadan oluşuyor. Ancak dizinin şu ana kadar anlattıklarına bakılırsa, 2 . sezonun gelmemesi fazlasıyla yarım kalmışlık hissi uyandıracaktır.

Türk ögeleriyle bezeli korku ve gizem, cin ve büyülerden oluşurken bunu ilk defa Hakan Muhafız'la kırmıştık. Kendi süper kahramanımızla kötü süper kahramanların sonsuz zamandaki mücadelesine tanıklık etmiştik. Öyle ki hem konu hem de giyim kuşam tarzının fazlaca avrupaileştiği ögelerde sadece dil ve İstanbul yerli kalmış gibiydi. 


Atiye ise konuyu biraz daha farklı pencereden alarak netflix avrupailiğinin yanına yerli ögeleri de serpiştirmeyi uygun bulmuş. Giyim kuşam ve yaşam tarzını yine Avupalı tutarken elimizde bulunan Göbekli tepe mirasının yanına Nemrut'u da koyarak doğunun gizemini zirveye taşımış. Sonsuzluk benzeri gizemli sembolün, Göbekli Tepe ile bağlantısı ise sonsuzluğun keşfine şahit olacakmışız heyecanı yaratmış. Bazen reenkarnasyon güzellemesiyle bazen de paralel evren çağrışımlarıyla sonsuzluk aralanmış. 


Aslına bakılırsa sığ ve hiç bir anlatısı olamayan yerli tv dizilerinin yanında oldukça başarılı. Yine de birçok konuda sana anlatacaklarım var ama anlatmıyorum arkadaş gıcıklığında yarım kalan konular var. Damat adayının gizemli babası, Şahmeran hikayesinin Atiye'nin güçleriyle ilgisi, bu gizemi önceden bilen gizli örgüt imaları gibi. Zaman sekmeleri de fazlasıyla özet izliyormuşuz kıvamında. Gizemli kadının bulunup bir anda Urfa'ya götürülmesi, Atiye'nin akıl hastanesinden ışınlanır gibi çıkması, aldatma kısmının yama gibi durması vs... Daha sakin anlatılabilirdi.


Diziyle bütünleşen Beren Saat ise oturmamış gibi geldi. Karakterden midir yoksa oyunculuktan mıdır bilemiyorum ama sürekli sarhoş kıvamında mıy mıy konuşan biriyle kuul tavırlar örtüşmemiş. Ne yaşarsa yaşasın aynı dinginlikle karşılaması da fazla geldi bana. Ayrıca rahat bir yaşam süren elitist bir soyut resim sanatçısının Nemrut'un gizemli mağaralarına hiç bir zorunluluğu yokken tek başına dalması, hep daha derinlere gitmesi de olacak şey değil...

Sonuç olarak Şengül Boytaş'ın Dünyanın Uyanışı eserinden uyarlama fantastik gerilim türündeki bu diziyi daha iyilerine ulaşmak için izleyelim ve izlettirelim.

İyi seyirler...

Atiye, Netflix'in Hakan Muhafız'dan sonraki Türk Yapımı 2. dizisi olarak yayımlandı. İlk sezon için 8 bölüm ve her bölüm yaklaş...