2021'e girerken


İncittin bizi 2020. Hakkında ne söylesek boş. Aslında gelişin 2019’un sonundan belliydi. Avusturalya 5000 deveyi katletti sonrasında aynı kıtada birçok can ve mal kaybına sebep olan ve 6 ay süren orman yangını yaşandı. Peşi sıra gelen depremler, çığ felaketleri derken korona belası. Yaşamayı bıraktık hayatta kalmaya çalışıyoruz artık. Psikolojiler alt üst. 

Psikoloji demişken yıllık psikolojik durum grafiğim de aslında bloğumdan çok net anlaşılıyor. Akıp giden zaman kısmına bakıldığında normal seviyede başlayan paylaşımlar senenin ortalarına doğru artan stres seviyesiyle birlikte düştükçe düşmüş. Öyle bir içine kapanıklık işte. Sonra bakmışım ki bitecek gibi değil sarılmışım tekrar kitaplara. Arap atı gibi sonradan açılmışım ama yılbaşında amaçlanan seviyeye ulaşmak nerde? 

Hedef deyince geriye dönüp baktığımda baya havalıymışım ha diyorum. Öyle kendime günlük ödev vermem havaları, yok okuduğum kelimelerin altını çizerek ve sindirerek okumak istiyorumlar, yok kitap listesi oluşturmam canım o dönem ne isterse onu okurumlar falan. Noldu Abdullah, olmadı mı? 

Olmadı, olmuyor. Bu sene ödev veriyorum kendime. Küçük küçük ilerlemek üzere planlar oluşturuyorum. Çünkü yapılan bir araştırmaya göre (muhtemelen İsveçli bilim adamları yapmıştır) yılbaşında gaza gelinerek yapılan hedefler ortalama 19 Ocak’a kadar yapılıyormuş. Hadi bakalım. Ömrümüz varsa 2022’de de buradayız. 

Son söz olarak, yazıyı sonuna kadar sabırla okumayı başaran değerli arkadaşım, sevdiklerinle beraber mutlu, huzurlu, sağlıklı ve bol kazançlı bir yıl geçirmeni diliyorum. Sevgiyle kalın…

İncittin bizi 2020. Hakkında ne söylesek boş. Aslında gelişin 2019’un sonundan belliydi. Avusturalya 5000 deveyi katletti sonrasında aynı kı...

Yaşanamayan Yasak Aşkın Öyküsü - Eylül



Mehmet Rauf’un Eylül’ü yaşanamayan yasak aşkın hikayesini anlatır. 

Yazar, okurunu batılılaşma akımlarının yoğun olduğu dönemde boğazdaki yalısında yaşayan karı-koca ve hizmetçiden oluşan bir ailenin evine konuk eder. Anlatıda olay yok denecek kadar azdır ve hikayenin tamamı psikolojik betimlemelerden oluşur.

Hikayemiz özetle şöyle: Suat kocası Süreyya ile birlikte Süreyya’nın babasının evinde yaşar. Bizim karı koca bir süre sonra kendi evlerine çıkmaya karar verirler ve yeni aldıkları yalılarına taşınırlar. Suat’ın tek uğraşı piyano çalmaktır ve batı müziğinden büyük zevk alır. Süreyya ise kolay kolay bağlanamayan, kendi alışkanlıklarından ödün vermeyen bildiğimiz özgür tiplerden. Suat’a karşı ilgisizliği yetmezmiş gibi onu evde yalnız bırakarak tek başına denize açılmalar gibi yalnızlık aktiviterine kapılır. Bir süre sonra yalıya Süreyya’nın kuzeni Necip gelir. Necip aslında kadınların güven duymadığı hovarda tiplerdendir ama Suat’a karşı tüm samimiyetiyle ilgi duymaya başlar. Aslında Suat’ta ona karşı boş değildir. 

Romanın uzun bir bölümü Suat ile Necip’in bakışmalarından ve tebessümlerinden edindikleri çıkarımları konu alır. Bu durum olay romanlarını sevenleri fazlasıyla sıkabilir ama duygu betimlemeleri durum romanlarını sevenleri fazlasıyla doyuracaktır.

Mehmet Rauf’un Eylül’ü yaşanamayan yasak aşkın hikayesini anlatır.  Yazar, okurunu batılılaşma akımlarının yoğun olduğu dönemde boğazdaki ya...

Fareler ve İnsanlar


İnsanlar yaşama gücünü büyük oranda kurduğu hayallerle besliyor. Nobel Edebiyat Ödüllü yazar John Steinbeck'ta bu çıkarım üzerine kurguladığı hikayesini 1937 yılında kaleme alıyor. Hayal dünyası örtüşen iki arkadaşın serüveni anlatıyor.  

Hikaye büyük bunalım yıllarında geçiyor. Uyanık olan George Milton ile saf ama güçlü olan Lennie Smal'ın hayallerinin peşinden koşuşunu okuyoruz. Hayal kurmanın aslında insanın bu dünyada kendine yer edinme gayreti olduğunu anlıyoruz. Ve sonunda sevgi her zaman iyilik yapılarak gösterilemezi görüyoruz.

Aslında uzun zaman önce okuduğum bu hikayeyi hem akılda kalmamış olması hem de blogda yer almaması nedeniyle bir kez daha okuyarak blog arşivine yerleştiriyorum. 

İnsanlar yaşama gücünü büyük oranda kurduğu hayallerle besliyor. Nobel Edebiyat Ödüllü yazar John Steinbeck'ta bu çıkarım üzerine kurgul...

Eski Türk Mitolojisi


Jean Paul Poux 1295 - 2009 yılları arasında yaşamış Fransız bir akademisyen. İlk olarak doğu dilleriyle ilgilenmeye başlasa da 1950 lerden sonra Türk tarihi ve dilleri üzerinde derin çalışmalar yaparak peş peşe kitaplar yayımlamaya başlar. 



Vikipediadan öğrendiğim kadarıyla Jean Paul Türkler hakkında yaptığı araştırmalardan sonra şu kanıya varıyor...

Türkler dışarıdan evlenme eğiliminde oldukları ve eşlerini Türk olmayanlar arasından seçtikleri, rastladıkları her kavimle kaynaştıkları, dilleri çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğu ve pek çok topluluk da bu dili ve kültürü benimsediği için Türklerle ilgili karakteristik denilebilecek fiziksel [buna biyolojik, ırksal da denebilir] herhangi bir özellik saptama olanağı kalmamıştır. (...) Türklerin hiçbir ırksal özelliği yoktur. Dolayısıyla kendi içinde bir Türk ırkından söz edemeyiz. Belki sadece Orta Asya'nın ücra dağlarından dünyanın herhangi bir yerine, Türklerin damarlarında, eski Türk kanından elmacık kemiklerini çıkık yapan o kandan daha çok, yabancı - Moğol, Çinli, İrani, Sami, Rum, Kafkas, Slav, hatta Afrikalı- kanı akmaktadır. Çünkü Dünyada en çok yayılan ve gittikleri bölgelerdeki yerli halklarla en çok karışan millet Türkler'dir. Türklerle ilgili olarak kabul edilebilecek tek tanım dilbilimsel olandır. Türk; Türk diliyle konuşandır 

Benim okuduğum Eski Türk Mitolojisi çalışması ise tam bir sözlük niteliğinde. Eser ilk olarak Türk kavramına Theophylaktos Simokatta tarafından aktarılan en eski belgelerden birinde geçen T'u-küeler kavramından bahseder. Bu esere göre de Türkler Çin hanedanının egemenliği altında yaşayan bir gruptur. Ancak bazı kaynaklara göre Türklerin Nuh peygamberin oğlu Yafes'in soyundan geldiği bilgisini de atlamaz. Kitabın ilerleyen sayfaları ise bol dipnotlarla ve sözlük olarak ilerler. Tabi sık sıkta Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lügat-ı Türk sözlüğüne atıf yapar. Kurt, köpek, kartal gibi havyanların kültürümüzde ne anlama geldiği ve kültürümüzle ilgili daha bir çok kavramı Türklerin hangi anlamda kullandığını açıklar.

Jean Paul Poux 1295 - 2009 yılları arasında yaşamış Fransız bir akademisyen. İlk olarak doğu dilleriyle ilgilenmeye başlasa da 1950 lerden s...

Jack London'un Gözünden İnsanlığın İlk Evresi


Amerikalı yazar Jack London 1906 - 1907 yıllarında Everybody's Magazine dergisine seri halinde bir hikaye yazar. Dilimize Adem'den Önce olarak çevrilen hikaye, insanlığın ilk evresine hem günümüzden hem de dönemin içinden bakmak gibi özellikleri barındırır.


Yazar hikayesinin daha başında insanların aslında iki farklı zamanda hayat sürdüğü gibi bir çıkarımda bulunur. Reenkarnasyondan farklı olarak her iki kişilikte insanın içinde yaşamaya devam eder ve ikinci karakteri güçlü olanlar önceki hayatı da yaşıyormuş gibi hisseder. İlk kişilik günlük deneyimlerimizle şekillenirken ikinci kişilik atalarımızdan gelen genlerle şekillenir ve çoğunlukla rüya olarak algılanır.


Yazar gerçekten böyle mi düşünüyordu yoksa hikayesine farklı bir gizem mi katmak istemişti bilemiyorum. Ama reenkarnasyon olayına bu güne kadar duymadığım hatta aklıma bile gelmeyen farklı bir bakış açısı kattığı gerçek. 


Kitabın daha başında günümüz insanı olarak yukarıdaki fikirleri savunan baş karakter, hikaye ilerledikçe insanlığın evrimleşmeden önceki hayatını ikinci karakteri olarak anlatıyor. Bu çift kişilikli karakter mağaralarda ve ağaç dallarında yaşayan, ateşi yeni keşfeden ve birbirlerini hayvanımsı güdülerle avlayan canlıları hem olayın içinden hem de günümüzün gözünden yorumlamaya çalışıyor. Böylece anlatı, hikayeyi kimi zaman uzak geçmişini anlatan bir ihtiyarın hatıralarına kimi zamanda tam bilinçlenmemiş bir maymunun zihninden geçenlerin anlatıldığı bir öyküye evriliyor.


Benim için ilginç bir okumaydı.  

Amerikalı yazar Jack London 1906 - 1907 yıllarında Everybody's Magazine dergisine seri halinde bir hikaye yazar. Dilimize Adem'den Ö...

Yalnız Gezerin Düşleri



Yoluma blogsözlüğün son seçkisiyle devam ediyorum. 

J.J. Rousseau'nun Yalnız Gezerin Düşleri sözlük tarafından okumaya layık görülmesine rağmen meristokrasi arşivinde vasatlar kategorisinde yerini alıyor. Bu ilginçlik biraz kafa karıştırsa da konu eninde sonunda zevkler ve renkler meselesine geliyor.  Her neyse...

J.J. Rousseau bu deneme kitabında büyük oranda gençliğin tabiriyle birilerine diss atmış yani ağır eleştiri içeren cevaplar vermiş. Önce yazdıkları kitapları basılmadan önce kendisine okutmak isteyenlerden dert yanmış. Sonra kendi yazdıklarını ölümünden sonra sanki Rousseau'nun basılmamış eseriymiş gibi piyasaya süreceklerden hayıflanmış. İlerledikçe mutluluğu kendi içinde, yalnızlığında ve doğada bulduğunu anlatmış. İnsanlığın öğrenmek için değil öğrendiğini göstermek için çabaladığı gibi dahiyane bir tespitte koymuş ortaya...

herkes, bilmek değil de bildiğini göstermek kaygısına düşer ve ormanların ortası bile, kendini beğendirmek isteyenlerin beceri ve yetenek sahnesi durumunu alır.

Sayfalar ilerledikçe mutlak doğru olmanın gerekliliği, doğru olmada kar zarar ilişkisi gibi pozitif insan özelliklerini irdelemiş. Sonra çevirmiş madalyonu yalan, yalanın gerekliliği ve yalan ile uydurma arasındaki farkı irdeleyen görüşlerini paylaşmış...



Dikkatli ve dingin kafayla okunduğunda zihin besleyici bir kitap. 

Yoluma blogsözlüğün son seçkisiyle devam ediyorum.  J.J. Rousseau'nun Yalnız Gezerin Düşleri sözlük tarafından okumaya layık görülmesine...

İnci Aral Yazmanın Büyüsünü Anlatmış


1944 Denizli doğumlu İnci Aral'ın bu güne kadar altı öykü altı da roman kitabı yayımlanmış. Ölü Erkek Kuşlar romanıyla Yunus Nadi Ödülünü, Mor romanıyla da Orhan Kemal Roman Armağanını kazanmış. Ancak ismine bu kadar aşina olduğum yazarın bu güne kadar hiç bir kitabını okumamış olma şaşkınlığını yaşıyorum. Blogumda aratıyorum, akıp giden zamanı kontrol ediyorum, yok. Hayret bir şey.... Neyse tesadüfen de olsa isminden etkilenerek okumaya başladığım Yazma Büyüsü ile yazarla tanışmış oldum. 


Yazar denemelerine okuruyla sohbet edercesine başlıyor. Kendi kriterlerinden ve yazarların üstlenmeleri gereken sorumluluklardan bahsederek yoluna devam ediyor. Cumhuriyet dönemi, 1950 li yıllarda ortaya çıkan yenilikçi akım, yenilikçi - gelenekçi çatışması gibi edebiyat serüvenimizi irdeliyor. Sonrasında genç yazarların çıkmazlarından, yazarların konu bulma ve üretken olmak için nerelerden beslenebileceğinden örneklerle bahsediyor. İyi bir yazarın cesur olması gerektiğinden dem vuruyor.


Yaklaşık 170 sayfalık kitap yazmaya meraklıların okuması gerekenlerden.   

1944 Denizli doğumlu İnci Aral'ın bu güne kadar altı öykü altı da roman kitabı yayımlanmış. Ölü Erkek Kuşlar romanıyla Yunus Nadi Ödülün...

Peygamber Enok'un Kitabı


İskoç araştırmacı James Burus 1773 yılında Habeşistan'daki bir manastırda saklanan ve 1500 yıldır kayıp olduğu düşünülen kutsal bir kitap bulur. Peygamber Enok'a ait olduğu düşünülen bu kitap üzerinde araştırmalar yapılır. İlk bölümleri MÖ 300 lü yıllarda son kısımları ise MS 60 lı yıllarda yazıldığı sonucuna varılır. Bu nedenle ve kitabın içeriğindeki anlatım farklarından dolayı iki farklı Enok tarafından yazılmış olabileceği değerlendirmesi yapılır. Bunun dışında Enok'un farklı kaynaklarda Hanok, Hermes ve Hz. İdris isimleriyle anılan kişi olabileceği de değerlendirilir. 


1947 yılında keçi çobanı Muhammed El Hamid Eriha kentinin 13 km güneyinde Ölü Deniz yakınlarında kaybolan keçisini ararken derin çukurlardan birine taş atar. Aşağıdan testi kırılma sesi gelmesi üzerine de aşağıya inerek meşhur Ölü Deniz Yazmalarını bulur. İbranice ve Aramice dillerindeki bu yazmalarla beraber yaklaşık 10 yıl süren araştırmalar sonucunda 11 mağarada daha benzer yazmalar bulunur. Yazmaların incelenmesi sonucunda MÖ 1 yüzyıl ile MS 2 yüzyıl arasında Ölü Deniz çevresinde yaşayan dini toplulukların güncel hayatı konusunda önemli bilgiler elde edilir. 1773 yılında bulunan peygamber Enok'un kitabı da bu bilgiler ışığında daha da değerlenir. 


Enok'un kitabı uzun yıllar Yahudi din adamları tarafından yazıldığı kabul edilen ve Hristiyanlığın kutsal kitap külliyatı olarak tanımlanan Eski Ahit'in (Tevrat) en önemli kitaplarından kabul edilir. Ancak Ms 325 yılında yapılan ve Hristiyanların kutsal kitaplarının belirlendiği meşhur 1. İznik Kolonisinde bu kitabın Hristiyanları yoldan çıkardığı gerekçesiyle Eski Ahit'ten (Tevrat) çıkarılır. Ancak kitabın ön sözünde halen 13. dereceye gelen masonlara bu kitabın bazı bölümlerindeki bilgilerin verildiği belirtilir.



Kitabın içeriğinden anlaşıldığı kadarıyla Enok, Nuh peygamberin büyükbabası ve onu büyük tufan konusunda uyaran kişidir ve bu kısım ayrıntılı anlatılır. Anlatıya göre gökyüzündeki bazı melekler dünyadaki kadınların güzelliğinden etkilenir. Ve iki yüz melek geri dönmemek üzere aralarında anlaşarak yer yüzündeki Hermon Dağına (Lanetli Dağ) iner. Kadınlardan kendilerine eş seçerek ilişkiye girerler ve 135 metre boyunda dev yaratıklar dünyaya getirirler. Ayrıca bu meleklerin liderleri insanlara toprak ve metallerden savaş aleti yapmayı, başkalarını nasıl öldürebilecekleri, ayın ve bulutların hareketleri, büyü gibi gökyüzünde kalması gereken bilgileri öğretirler. Böylece kısa bir süre sonra yeryüzüne kötülük hakim olur. Dev yaratıklarda önce diğer canlıları sonra da insanları ve birbirlerini yemeye başlar. İsyankar melekler bunun üzerine peygamber Enok'tan yardım isterler ve tanrıya okuması için ona bir özür mektubu yazarlar. Ama tanrı bu özrü kabul etmez ve meleklerin çocuklarının sadece 500 yıl yaşayabileceğini ve hepsinin gözleri önünde öleceğini söyler. Sonrada 4 büyük meleğini göndererek isyankar melekleri kıyamete kadar yerin altında zincire vurdurur. Sonrasında gelen büyük tufanla dünya tüm kötülüklerden temizlenir.


Kitap bazı bölümleri oldukça ayrıntılı anlatırken insanlığın yaratılış kısmından ise neredeyse hiç bahsetmez. Sadece Hz. Adem ve Havva'nın cennetteki bilge ağacının meyvesinden yedikten sonra bilgilendikleri ve çıplak olduklarının farkına vardıkları yazılır. Bu ağacın tasvirinden ise üzüm benzeri meyveleri olan bir ağaç anlaşılır. Oysa biz bu ağacı elma (yasak elma) olarak biliyorduk. 


Enok'un kitabının sıkıntılı kısmı ise dünya ile ilgili olan bölümleri. Dünyanın düz olduğundan bahseder ve 12 kapısı ayrıntılarıyla anlatılır. Bir yıl 364 gün ve 12 ay olarak hesaplanır ve o tarihte gezegen olarak bilinen ayın 14 günde bir yenilendiği yazılır. Hatta bu kısımdaki dipnotta günümüzdeki yeni ay teriminin de buradan geldiği söylenir. Bu bilgilerin kutsal addedilen bir kitapta ayrıntılarıyla yer alması bilimsel gerçeklikle kutsal kitap arasında sıkışma sorunu çıkarıyor.


Benim için güzel bir okumaydı.

İskoç araştırmacı James Burus 1773 yılında Habeşistan'daki bir manastırda saklanan ve 1500 yıldır kayıp olduğu düşünülen kutsal bir kit...

Bizanslı Gözüyle Türkler


1204 yılının Mart ayında Venedik Dükü Enriko Dandolo ile haçlı ordusu komutanları Bizans İmparatorluğunu parçalamak için Partitio Terrarum İmperii Romanie adı verilen gizli bir antlaşma yapar. Anlaşma neticesinde Latinler 4. Haçlı Seferini düzenleyerek Konstantinopolis'i işgal eder. Ancak Latin İmparatorluğu, Konstantinopolis Latin İmparatorluğu ya da haçlıların Romanya adını verdiği bu devletin ömrü sadece 57 yıl sürer. İznik İmparatoru VIII. Michael 1261 yılında Konstantinopolis'i tekrar alarak bu devletin varlığını bitirir.

4. Haclı seferi sırasında Yeorgos Pahimeris'in (ismi kaynaklarda farklı yazılıyor - Yeoryos Pahimeris, George Pachymeres gibi) babası Nikea'ya yani günümüzün İznik'ine mülteci olarak gelir. Pahimeris'te 1242 yılında gözlerini İznik'te dünyaya açar. VIII. Mikhael'in Konstantinopolis'i geri almasıyla Phimeres'te şehre gelir ve kiliseye girer. Sonrasında hukuk eğitimi de alarak kilisenin baş savcısı, sarayın da baş yargıcı olur. 



Tarih isimli çalışmasındaki portesini gördüğünüz bu adam yaşadığı dönemdeki gözlemlerini kaleme alarak 13 ciltlik Bizans Tarihini yazar. Ve bu eser 1302 Befaus Savaşı (Koyunhisar Muharebesi) nedeniyle Osmanlılardan bahseden ilk Bizans kaynağı olur. 

Pahimeres'in gözlemlerinden anladığımız kadarıyla 4. haçlı seferi sonrasında Bizans zaten çok zayıflamıştı. Üstelik korumasını amacı sadece zengin olmak isteyen paralı askerler yapıyordu. Haliyle bu askerler paraları ödenmediğinde ortadan kayboluyorlardı. Tatar Türkleri yani Moğollar ise doğuda taş üstünde taş bırakmıyorlardı. Moğollara yenilen Selçuklu Devleti zayıflamış, başına buyruk Türk Beylikleri ise Moğollardan korktukları için batıdaki Bizans sınırına kadar dayanmışlardı. Hayatta kalabilmek için cesur askerleriyle Bizans'ın paralı askerlerine sık sık saldırarak istediklerini alıyorlardı. Haliyle her beyliğin ya da imparatorluğun kendi içinde de taht kavgaları oluyordu. Tahtı kaybeden de düşman da olsa kendine kucak açan diğer devlete sığınıyordu. İttifaklarda evlilikler aracılığıyla sağlamlaştırılmaya çalışılıyordu. 

Bizanslının gözlemleri oldukça etkileyici. Alıntı olarak sadece Yeoryos Pahimeris'in Tatar Türklerinin (Mogollar) başarısının sırrı olarak tespit ettiği bölümü bırakıyorum. 

Kibar şeylerden uzak dur, önüne gelenden memnun ol, halkını gözet, geçim uğruna onlara acı verme, İğrenmeden her şeyi ye, birçok kadınla yaşa ama onların ihtiyaçlarını eksik etme çünkü soyumuz çoğalmalı, toprağın olsun ve ona gecikmeden evler inşa et, faydalı şeyler için gel ya da git, eğer ihtiyacın olursa at avlamak ya da yakalamak için ok kullan ve onun kanını iç eğer daha katı bir yiyeceğe ihtiyacın varsa bu kanı koyun tulumunun içine koy ve tulumu da eyere yerleştir; böylece ısıyla birlikte yavaş yavaş pıhtılaşarak katılaşacak ve yemek olacaktır; eğer kumaş parçası bulan biriyle karşılaşırsan kıyafet dik ama gerekmedikçe kıyafet değiştirme, amaç elde etmek ve ihtiyacı olana götürmek; eski alışkanlıkların üzerine yenilerini eklemekten utanç duyma. Kendi köşende otururken eyerin, kıyafetlerin ve erzaklarınla idare et savaşta ise başkasınınkini almaktan çekinme.


Bu etkileyici eseri önsözden anladığımız kadarıyla İlcan Bihter Barlas akademik kariyeri için çeviriyor. Ama çevirisinin yanında kitaptaki anlatıları dipnotlarla beslemesi ve Türk tarihiyle desteklemesi eseri önemli bir kaynağa çeviriyor. 

1204 yılının Mart ayında Venedik Dükü Enriko Dandolo ile haçlı ordusu komutanları Bizans İmparatorluğunu parçalamak için Partitio Terrarum İ...

Muhammed'i Öldüren Adamlar


 

Allah Allah kim öldürmüş acaba? 


Tüm okuma sebebim bu sorunun cevabını bulmaktı ama tuzağa düştüm. Kitabın ismiyle içeriğinin bir bağlantısı yok. Belki de ismini de içerik olarak düşünmüş olabilir yazar. Çünkü tek cümlelik ilginç çıkarımlarla dolu anlatıları. 


Sonuç olarak zamanda yolculuk bulunsa da yolculuk yapanın hayatı dışında hiç bir şeyin değişmeyeceğini anlatıyor. Bana çok mantıklı geldi. Ayrıca yazar konuyu süsleme gereği de duymamış. Bilimkurgu serisi yapılabilecek konuyu 18 sayfada kesik kesik cümlelerle anlatıvermiş.   


Bir insan ne zaman geçmişte değişiklikler yaparsa bu yalnızca kendi geçmişini etkiler, başka kimseninkini değil. Geçmiş hafıza gibidir. Bir insanın hafızasını sildiğin zaman onu da silersin. Ama başka kimseyi silemezsin. Sen ve ben kendi geçmişimizi sildik. Diğerlerinin tek dünyaları dönmeye devam ediyor. Ama biz kendi varlığımızı yok ettik. Anlamlı bir şekilde durduk.

  Allah Allah kim öldürmüş acaba?  Tüm okuma sebebim bu sorunun cevabını bulmaktı ama tuzağa düştüm. Kitabın ismiyle içeriğinin bir bağlantı...

Ahmet Ümit'in Kısa Cinayet Öyküleri



Ahmet Ümit benim okuduğum en iyi Türk polisiye yazarı. Tarihi mekanlarla cinayetleri birbirine bağlayarak okurunu zamanda gizemli bir yolculuğa çıkarmasını çok severim. Aynı mekandaki geçmişi ve şimdiyi okumak ayrı bir haz verir. 
 
Agatha'nın anahtarında da beklentim aynıydı. Ama ters köşe oldum. Kitap kısa kısa öykülerden oluşuyor. Bu nedenle derinleşmek ve katili tahmin etmek oldukça zor. Sürpriz sonlu hikayelerde de zaten başrol tesadüflerin.

Kitapta yer alan öykülerin içeriğini de çeşitliliğini de beğendim.

Ahmet Ümit benim okuduğum en iyi Türk polisiye yazarı. Tarihi mekanlarla cinayetleri birbirine bağlayarak okurunu zamanda gizemli bir yolcul...

Bir Başkadır Tam Bizlik



Netflix 12 Kasım da sıradan insanların sıradanlaşan öykülerinin anlatıldığı 8 bölümlük Türk Yapımı yeni bir dizi yayımladı. Dijital platformda olmasına rağmen yerinde edilen küfürler dışında aile izlenebilecek türden. Neredeyse tamamının diyalogdan oluşması aksiyon severleri sıkabilir ama içine girildiğinde Bizimkiler ya da Mahallenin Muhtarları'ndaki samimiyeti almak mümkün.  


Bir Başkadır'ın psikolojik alt yapısı oldukça güçlü. Bastırılmış duygularımızı yüzümüze vuruyor. Sahi herkesin içinde sakladığı ve kimseye göstermek istemediği hatta kendine bile anlatmaktan korktuğu bastırılmış duyguları yok mudur? 




Dizinin en dikkat çeken oyuncusu diğer karakterlerin de ortak bağlantısı Meryem'i canlandıran Öykü Karayel. Kiminin hastası, kiminin akrabası, kiminin temizlikçisi, birinin de sevdiği. Sindirilmiş Anadolu kızı örneği. Abisinden korkan ama alttan alttan düşüncelerini söyleyen, cami hocasına sadık, gelecekten beklentisi olmadan kaderini bekleyen ama rahatlamak için gizlice gittiği psikoloğuna açılmayı ihmal etmeyen mükemmel bir karakter.  




Dizideki tüm karakterler hayatın birer yansıması gibi ve çok iyi. Bu nedenle tek tek anlatmak abesle iştigal olur. Ama Ruhiyye rolündeki Funda Eryiğit'in de oyunculuğuna hayran kaldım. Kendisini seven iyi bir kocaya sahip olmasına rağmen geçmişi nedeniyle içi içini yiyor ve delirme noktasına geliyor. Her sahnesinde içim ezildi...


Kimseyi yargılamadan olanı anlatmak her babayiğidin harcı değildir. Dizinin belki de en büyük sırrı bu.

Netflix 12 Kasım da sıradan insanların sıradanlaşan öykülerinin anlatıldığı 8 bölümlük Türk Yapımı yeni bir dizi yayımladı. Dijital platform...

Kumarbaz



Oysa bu aralar Rus edebiyatını okuma havamda değildim ama bloglarda da aman aman bu kitabı mutlaka okuyun tarzında tavsiyelere rastlamadım. Bu nedenledir ki uzun zamandır takip edemediğim blogsözlüğün tavsiyesine sarılmak zorunda kaldım.


Dostoyevski Suç ve Cezayı bitirdikten sonra yayın eviyle yatığı anlaşma gereği 25 gün içerisinde yeni bir roman yazmak zorunda kalmış. Bu nedenle olsa gerek sadece bir kasabada hatta tek bir kumarhanede geçen Kumarbaz'ı kaleme almış. Kendisiyle fazlaca özdeşletirilen roman kahramanı Aleksey İvanoviç'e anlattırdığı hikayesinde kasvetli mekan betimlemeleri yerine kültür çeşitliliğinin ön planda tutmuş. Fıkralarımızın başlangıcı gibi içerisinde bir İngiliz, bir Fransız, bir Alman ve bir Rus'un bulunduğu hikayeye üzerinden dersimizi vermiş. 


Tüm hikaye boyunca soylu ve zengin görünümlü kişilerin aslında maddi sıkıntı içinde olduklarını, kendilerini kurtarmak için çıkış yolları aradıklarını ve durumlarını herkesten gizleme gayretlerini okudum. Kimisi miras, kimisi zengin koca peşinde koştu, bazıları da çözümü kumarda buldu. Yazar da ilginç bir şekilde kumarda kazanmayla ticarette kazanmayı, kumarda kaybedenle de iflas eden iş adamını aynı kefeye koydu. 


Herhangi bir şeyden olduğu gibi kumar oynamaktan da para kazanılabilir ve ben de kazanmaya bakarım. Hem niçin başka bir şeyden kazanılan para, kumarda kazanılandan üstün olsun? Niçin kumar ticaretten daha kötü olsun? Doğrudur, salona giren yüz kişiden sadece bir tanesi kazanır ama tüm işlerde böyle değil midir bu?


Beklentimin üzerinde iyi bir hikayeyle karşılaştım.

Oysa bu aralar Rus edebiyatını okuma havamda değildim ama bloglarda da aman aman bu kitabı mutlaka okuyun tarzında tavsiyelere rastlamadım. ...

Kütüphanem Cepte Uygulaması ve İntibah


Uzun zaman önce tavsiye edilmişti aslında. Ama kitabı aramakla uğraşmadığım, armut piş ağzıma düş beklentisinde olduğum için bu güne kadar okuyamadım. Beklentim de gerçekleşti. Arkadaşın telefonuna bakarken Kütüphanem Cepte uygulamasını gördüm. Arkadaş bile ne olduğunu tam anlayamamışken indirdim telefona. Valla Kültür ve Turizm Bakanlığı güzel iş çıkarmış. Önce kimlik numaranızla e-devlet üzerinden bir kütüphaneye üye oluyorsunuz. Sonra cebinize indirdiğiniz uygulama üzerinden yüzlerce kitaba erişim sağlıyorsunuz. Gördüğüm kadarıyla kitapların tamamı pdf formatında. Ekranı istediğin kadar büyütememe, bilgisayardan e-kitaba ulaşamama gibi nedenlerden dolayı okurken bir hayli zorlandım. Bir de kaldığın sayfayı işaretleme özelliğini göremedim. Muhtemelen yan tarafa koydukları not ekleme kısmı bunun için.  Fikir çok güzel ama uygulamanın daha da geliştirilmesi lazım. Ayrıntılı incelemek isteyenler burdan buyursun




Namık Kemal'in İntibah'ını da Kütüphanem Cepte uygulaması üzerinden okudum. Nedense bu kitap Tanzimat dönemi yanlış batılılaşma algısıyla dalga geçen bir roman olarak aklımda kalmış. Hani Araba Sevdası'ndaki kadar gülerim beklentisindeydim. Ama olmadı. Kitabın Son Pişmanlık ve Sergüzeşti Ali Bey isimlerinden daha iyi anlaşılacağı üzere bildiğin dram kitabı. Araba Sevdası'nı bırak Yaprak Dökümü resmen. 


Namık Kemal romanı 1873 - 1876 yılları arasında sürgünde olduğu Kıbrıs'ın Magosa kalesinde Osmanlıca'nın roman yazmak için uygun bir dil olduğunu göstermek için yazmış. Tabi ki Türkçe okuduğum için Osmanlıca roman yazmak için uygun mudur bilemiyorum. Ama mükemmel bir kurguya sahip olduğunu ve detaylarda bile rüştünü ispatladığını söyleyebilirim. Okurken Ali Bey ile beraber cam fanusun içinden çıkıp fahişe Mahpeyker'e kapıldım. Sonra da hayal kırıklığıyla Dilaşup'a tutunmaya çalıştım. 


Üstadım nasıl bir kurgu, nasıl bir son yazdın öyle. Ahh ah...

Uzun zaman önce tavsiye edilmişti aslında. Ama kitabı aramakla uğraşmadığım, armut piş ağzıma düş beklentisinde olduğum için bu güne kadar o...

Parayı Vuranlar



Temel amacın parayı vurmak olduğu geniş zaman diliminde ne garip şeyler yaşadık. Öyle furyalar geldi ki girdabın içine düşenler kendini fazlasıyla aptal hissetti. Belki de geçen onca zamana rağmen hala sinirleri bozuluyor ve o günleri hatırlamak dahi istemiyorlardır ama dışardakiler için eğlenceli günlerdi. 

O günleri tekrar hatırlatmak isteyen Blu Tv, 140Journos'un 2018 yılında hazırladığı, her biri yaklaşık yarım saatten oluşan 3 bölümlük belgesel yayımladı. İzlerken çok eğlendim ve o günlere gittim. Kusura bakmasınlar ama gülmeden edemedim.

İlk Bölüm  Jet Fadıl


Adam para toplamaya doymadı. Gitti geldi para topladı. Kadir İnanır'ın bilindik sert ve dürüst adam tavrıyla sıradan müteahhiti azarladığı "sana verdiğim parayla Jetpa'dan iki daire alırdım" lı reklamlarıyla topladı. Yetmedi fabrikası bile olmayan yerli otomobil İmza'nın çekilişini yaparak yine topladı. Siirtsporla inanılmaz bir pr çalışması yaptı. Sonra ülke de yer yokmuş gibi belki de hiç gitmediği Dubai'den de bir yerler sattı. Tüm bunlara rağmen dolandırıcılıktan yargılanmadı. Ah be fadıl, yeşil sermaye senden ne çekti...



İkinci Bölüm 900'lü hatlar. 


Bir anda kabak çiçeği gibi açıverdiler. Ara beni konuşalım diyen Tarkan'ı, Hülya'yı, Emrah'ı mı görmedik. Yav süperstar bile ordaydı. Hadi bizim aramamızı bekleyen ünlüleri anladım da Süleyman Demirel, İnönü, Ecevit gibi isimleri neden aradık acaba?  Muhtemelen karşımızdakinin kaset olduğunu düşünmeden dahiyane fikirlerimizi dinlediklerini zannettik ve ülkemizi kurtarmaya çalıştık. Ha bir de Tanju gitsin diyorsanız 0900 900.... gitmesin diyorsanız 0900 900... arayın. Lan kim napsın senin fikrini... Sonrasında konu bir anda erotik hatlara döndü ve kendi sonunu getirdi. Tabi gelen telefon faturaları da bir çok kişinin canını yaktı. Olayı bir de bu fikri düşünüp uygulayanlardan dinlemek çok iyiydi.




Üçüncü Bölüm Saadet Zinciri


Saadet zinciri olayını dansöz kızlara para saçılan bir doğum günü partisinden hatırlıyorum. Aslında bu günden baktığımda o paraların saçılmasındaki asıl amacı çok daha iyi anlıyorum. Zincirin sondaki halkalarına bizi takip ederseniz para derdiniz kalmaz mesajı bundan daha güzel verilemezdi. 

16 bin kişiyi dolandırmaktan yargılanan Kenan Şeranoğlu'nun anlattıkları ise yabana atılır türden değil. Hem kaderin insanı nerelere savurduğunu hem de dönem basınının neler yapabileceğini tekrar yaşayarak anlattı.   



Zenginlik böyle bişey üstadım. Çekemezler adamı...

Temel amacın parayı vurmak olduğu geniş zaman diliminde ne garip şeyler yaşadık. Öyle furyalar geldi ki girdabın içine düşenler kendini fazl...

Yarım Kalan Aşklar


Dizinin ilk bölümü 10 Eylül 2020 tarihinde Blu Tv platformunda yayımlandı. 50 dk'lık bölümlerden oluşan dizi 8 bölümde bitiyor. İsmiyle pembe dizi beklentisi oluştursa da öykünün içeriği öyle değil. Hatta fantastik Türk dizilerine alışmaya başladığımız bu dönemde hayli de ilginç bir konusu var. 



Başrolleri Dilan Çiçek Deniz ile Burak Deniz paylaşıyor. Burak Deniz, Kadir Başkomiser karakteriyle yakışıklı jön beklentisini alt üst ederken oyunculuğunu konuşturuyor. Cem Davran ve Ezel Akay da oyunculuklarıyla diziyi seyrine doyulmaz hale getiriyor. Dilan ise güzel kız rolünden tam sıyrılabilmiş değil.



Her ne kadar mantık hataları barındırsa da oyunculuklar ve komedi unsurlarıyla izlenebilecek bir dizi.


İzlemediysen okuma - Spoiller


İzlemediysen okuma - Spoiller


İzlemediysen okuma - Spoiller


Eğer uyarlama değilse gazeteci Ozan'ın ölümünden sonra berbat bir bedenin içinde dirilmesi, kendi cinayetini çözmek isterken içinde bulunduğu kişiyi de tanımaya çalışması hatta onunda sorunlarını çözmek zorunda kalması mükemmel bir fikir. Bunun yanında kirli ilişkiler güzel bağlanmış. Ama Kadir Başkomiser karakteri fazlasıyla absürt kaçmış. Adamın cazibesiyle ayarladığı her kadını yatağa atmasını anlayabilirim ama emniyetin içinden para kaçırması, kullandığı araç delik deşik olmasına rağmen bir Allah'ın kulunun bunu sormaması, nezaretteki bir şahsı elini kolunu sallayarak götürmesi gibi saçmalıklar olmamış. Final bölümü ise en kötü finaller yarışmasını açık ara farkla alabilecek kadar kötü. Yan hikayeleri bırakın ana hikaye bile bağlanamamış...

Dizinin ilk bölümü 10 Eylül 2020 tarihinde Blu Tv platformunda yayımlandı. 50 dk'lık bölümlerden oluşan dizi 8 bölümde bitiyor. İsmiyle ...

Babil Kitaplığı - Kardinal Napellus



Gustav Meyring'in yazdığı Kardinal Napellus, Arjantinli yazar Jorge Luis Borges'un fantastik edebiyat seçkilerinden oluşan Babil Kitaplığı serisi içerisinde yer alan kitaplardan. Üç öyküden oluşuyor ve sadece 70 sayfa kadar. Ayrıca okuması da bir o kadar zevkli.

Zamanın Sülükleri öyküsünde yaşam ve ölüm kavramlarını sorguluyor. Bir avukatın ya da memurun kapısının önünde ümitle bekler gibi hayat geçirdiğimizden dem vuruyor ve bundan kurtulma yolları öngörüyor. Hikayedeki VİVO sembolü de etkileyici bir ayrıntı...

Kardinal Napellus ise tarikattan kaçışın öyküsü. Uzun yıllar önce Kardinal Napellus'un kurduğuna inanılan ve ölüme yaklaşan müritlerin kendini öldürdüğü tarikatın iç yüzünü tarikattan kaçan birinden dinliyoruz. Kurtboğan bitkisini Haşhaş'a, Mavi Kardeşler tarikatını da Haşhaşilere benzetmemek elde değil. 

Ay Biraderleri öyküsü ise dünyaya yön veren gizemli bir tarikatın anlatısı. İnsanların mükemmelleşme peşinde koşarken mekanikleşmesi (robotlaşması) ya da kendi yaptığı makineleri tamir etmek için köleleşmesi gibi bilim kurgu öngörüleri içeriyor.  Bu öykü diğerlerine göre daha distopik.

Fantastik severlerin listesinde olmalı...

Gustav Meyring'in yazdığı Kardinal Napellus, Arjantinli yazar Jorge Luis Borges'un fantastik edebiyat seçkilerinden oluşan Babil Kit...

Samuel Beckett - Proust


Deneme kitaplarına neredeyse hiç zaman ayırmadığımı fark ederek okumaya karar vermiştim Proust'u. Ama topu topu 80 sayfalık bir kitapta bu kadar zorlanacağımı hiç düşünmemiştim. Ön sözün de bile zorlandım. Hani geçmişe ve geleceğe takılmayın, gününüzü yaşayın gibi bir ana fikre varmasam (ki bu çıkarımımın da doğru olduğundan emin değilim) hiç bir şey anlamadım der kapatırdım.


Özet olarak çok fazla isim var. Ben bu kadar ismin kim olduğunu ve fikirlerinin ne olduğunu bilmiyorum. Felsefeyle de o kadar içli dışlı değilim. Bu nedenle kitabı okurken yine birine laf soktu galiba tahminleriyle ilerledim. Felsefesine güvenen buyursun, okusun...


Dip not: Kitabı okuduktan sonra şöyle bir bakındım nete. Bu kitabı okumadan önce bir seri bitirmek lazımmış ki kitap daha iyi anlaşılabilsinmiş. Aman aman kalsın...

Deneme kitaplarına neredeyse hiç zaman ayırmadığımı fark ederek okumaya karar vermiştim Proust'u. Ama topu topu 80 sayfalık bir kitapta ...

Arzın Merkezine Seyahat


Hikaye aslında bizdeki definecileri anımsatıyor. Hani seyahat arzın merkezi olmasa cuk defineciliğimizin tarihçesi ortaya çıkacak. 


Macera kısaca şöyle; Hamburg'da yaşayan Alex, idealist, sinirli ve çıktığı yoldan dönmeyen profesör amcası Otto Lindenbrock'un yanında çalışan bir kıza aşık. Madenbilimci ve jeolog amca günün birinde 16. yüzyılda yaşamış İzlandalı bilgin Arne Saknussemm'un şifreli haritasını bulur. Bizim Alex aşkının da gazıyla şifreyi çözerek dünyanın merkezine gitmeye razı olur. Macera dolu yolculukları boyunca çok çok değerli madenlerle, nesli tükendiği zannedilen devasa canlılarla karşılaşırlar. Yerin altındaki okyanuslarda ve adalarda oradan oraya savrulurlar.... 


Hani biraz zorlasam yazarın dünyanın merkezine indikçe sıcaklığın arttığı, yer tabakasının giderek sertleştiği gibi öngörüleri sorguladığı, hatta arzın merkezine inilmeden yapılan bu tespitlere inanmadığı sonucuna varacağım. Ama zorlamıyorum...


Son söz olarak eser ilk kez 1864'te yayımlanmış olmasına rağmen türü bilim kurgu gibi gelmedi. Daha çok fantastik macera olmalı... 

Hikaye aslında bizdeki definecileri anımsatıyor. Hani seyahat arzın merkezi olmasa cuk defineciliğimizin tarihçesi ortaya çıkacak.  Macera k...

Beyaz Zambaklar Ülkesinde


Finlandiya'nın eğitim sistemi konusunda belki de Dünya'nın en iyisi olduğunu daha önce de duymuştum. Biraz abartı biraz da bana çok uzak geldiği için umursamadığım bu bilgiyle bir kez de takip ettiğim bir blogda karşılaştım. (kusura bakmasın, linkini eklemek için aradım ama bulamadım) Hayranlık dolu bu blog okumasından sonra kitabı okuma listeme aldım.


Meğer Finlandiya öyle kendi kültürleri, uygarlıkları olan bir millet filan değilmiş. Uzunca bir süre sömürge olarak yaşamışlar, sonrasında da kimsenin göz dikmeyeceği bataklığın ortasında bir yeri yurt edinmişler. Hikayeleri de bundan sonra yani 1800'li yılların sonlarında başlamış. Liderleri Johan Vilhelm Snellman kendi toplumunu analiz ettikten sonra tüm sorunları eğitimle aşabileceğine inanmış ve kendisine inanan bir avuç aydınla eğitim seferberliği başlatmış. Kışladan tutun da gezici kütüphaneler, gönüllü gezici öğretmenlerle yurdun her köşesine eğitimi ulaştırmış. 

Konunun bir başka ilginçliği de şahlanışı Rus yazar Grigori Petrov'un dünyaya duyurması. Muhtemelen Snellman'ın ülkesindeki çalkantılı siyasi konumu ve yaşantısı yaptıklarını fazlasıyla gölgelemiş. Buna rağmen Rus yazar sayesinde Snellman bir çok kişiye ilham olmayı başarmış. Hatta eserden Atatürk'ün de etkilendiği ve askeri okullar müfredatına konulmasını istediği rivayet edilmiş. 


Sonuç olarak eğitimle nelerin başarılabileceğini gözler önüne seren okunası kitaplardan. Okul, kışla, iş dünyası ayrımı yapmadan herkesin elinin altında bulunmalı.

Finlandiya'nın eğitim sistemi konusunda belki de Dünya'nın en iyisi olduğunu daha önce de duymuştum. Biraz abartı biraz da bana çok ...

Yıldızın Parladığı Anlar


Stefan Zweig kısa ve etkileyici hikayeleriyle tanıdığım bir yazardı. Amok Koşucusu, Satranç vs. Bu kitapla yazarın yeni bir yönünü daha tanımış oldum. Tarihi olayları kendi görmüş, tarihe nam salan kişilerle karşılıklı konuşmuşçasına betimlediği oldukça etkileyici bir denemesi de varmış.


1927 yılında yayımlanan yaklaşık iki yüz elli sayfalık kitapta insanlık tarihinin domino taşı niteliğindeki tam on iki olayına parmak basmış. Üstelik kendi kitabını da kendisi o kadar güzel özetlemiş ki üstüne laf söylemek abesle iştigal olur...


Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate, çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireylerin yaşamında ve tarihin akışı içinde çok ender rastlanır. Ben böyle anları İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar diye adlandırdım; çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi, hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadırlar. İşte bu kitabımla, değişik zamanlara, değişik bölgelere ait kimi önemli anları, İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar'ı anımsatmaya çalıştım. Kitapta yer alan tarihsel olayları anlatırken, gerçekleri hiçbir biçimde değiştirmedim, katkılarımla renklendirip zenginleştirmedim. Çünkü tarih, kusursuzluğa ulaştığı böylesine eşsiz anlarda, kendisine yardım için uzanan ellere gereksinim duymaz


Stefan Zweig'e göre insanlığın yıldızının parladığı anların listesi:


  • Bizans'ın Fethi: Fatih Sultan Mehmet ve Bizans'ın fethinde açık kalan kapı.
  • Ölmezliğe Sığınış: Vasco Nunez de Balboa ile Büyük Okyanus'un keşfi.
  • Haendel: Yeniden hayata geliş, besteci George Friedrich Hândel.
  • Bir Gecelik Dâhi: Marseillaise. Rouget de Lisle ve Ren ordusu için hazırladığı beste.
  • Dünya Çapında Saniye: Napoleon Waterloo'da. Napoleon'un yardımcısı General Grouchy yardıma gelecek mi?
  • Goethe: Marienbad Elejileri.
  • J.A.Suter: Eldorado'nun Keşfi. San Fransisco'nun sahibi beş parasız John August Suter.
  • Dostoyevski: Bir yiğitlik anı.
  • Okyanusu Aşan İlk Söz: Cyrus W. Field ve okyanusa döşenen telefon hattı.
  • Tolstoy: Tanrıya sığınış.
  • Scott: Güney Kutbu için Mücadele
  • Lenin: Mühürlü Tren

 

Not: 2020 tüm acımasızlığıyla saldırmaya devam ediyor. İnsanlık macera filminde gibi sanki. Herkes yaşamayı bırakmış, sadece hayatta kalmaya çalışıyor. Yetmezmiş gibi daha dün İzmir, kimine göre 7 kimilerine göre de 6.6 şiddetinde depremle sallandı. Ve ilk kez deprem sonrası oluşan tusunamiden dolayı can kaybı yaşadığımız yazılıyor sosyal mecralarda. Ölenlere Allahtan rahmet, yakınlarına ve kalanlara sabır diliyorum.  


Selametle kalın...

Stefan Zweig kısa ve etkileyici hikayeleriyle tanıdığım bir yazardı. Amok Koşucusu, Satranç vs. Bu kitapla yazarın yeni bir yönünü daha tanı...

Ateşten Gömlek


Başarı hikayeleri her zaman geçmişi anlatır. Belki de bunun tek istisnası Halide Edip Adıvar'ın Ateşten Gömleğidir.   


Halide hanım iyi bir hatip ve ilk kez 1919 yılında İstanbul Sultan Ahmet Meydanı'nda işgale karşı halkı harekete geçirmek için yaptığı konuşmayla tanınır. Ayrıca Kurtuluş Savaşında milli mücadele saflarındadır, Anadolu Ajansının kuruluşunda da yer alır. Sivil olmasına rağmen kendisine rütbe verilerek savaş kahramanı sayılır. Halide onbaşı olarak bilinmesi de buradan gelir.



Yazar 1922 yılında, daha savaş bitmeden arkadaşlarına ithafen cephe gerisini hikayeleştirir ve Kurtuluş Savaşını anlatan ilk roman ortaya çıkar. Savaşı, İzmir'in işgali sırasında eşi ve oğlu öldürülen hemşire Ayşe, İstanbul'daki akrabası Peyami ve Binbaşı İhsan'ın üzerinden aşk sarmalıyla birleştirerek anlatır. Peşinden gelenlerse hep geçmişi anlatmaya devam eder... 

Başarı hikayeleri her zaman geçmişi anlatır. Belki de bunun tek istisnası Halide Edip Adıvar'ın Ateşten Gömleğidir.    Halide hanım iyi ...

İki Dizi Bir Film


Son dönemde izlediğim ve blogumda yer verme konusunda kararsız kaldığım iki dizi ve bir filmi tek postta kısaca paylaşma kararı aldım. Vatana millete hayırlı olsun...


BioHackers

Diziyi bilişim konusunda izleyecek bir şeyler ararken buldum. 2020 yılı, bilim kurgu, dram türünde ve Almanya yapımı dizi sanırım ismindeki hackers kelimesi yüzünden karşıma çıktı. İlk sezon için 6 bölüm ve her bölüm yaklaşık 45 dakikadan oluşuyor. 



Konusu aslında çok ilginç. Günümüz teknolojisinde embriyo üzerinde DNA incelemesi yapılabiliyor.  Dizi ise bunun yetişkin bireyler üzerinde yapılması üzerinde duruyor. Bireylerinde genetik rahatsızlıklarını, rahatsızlığı olması bile yetersizliklerini DNA dizilimi üzerinde oynayarak çözme hayaliyle yola çıkıyor. Ancak ilerledikçe aslında DNA üzerinde yeterli çalışmanın olmadığını ve virüs yayarak mükemmel insana ulaşmaya çalışıldığını anlıyoruz. 



Hemen aklınıza corona'nın geldiğinin farkındayım. Olabilir. Ama benim aklıma coronanın yanında Yuval Noah Harari'nin Yarının Kısa Tarihi Homo Deus kitabı geldi. Yazar burada sapiens maymun türünün büyük bir sıçrayışla evrim geçirip dünyaya hakim olması gibi yeni bir sıçrama evrimle ölümsüzlüğü yakalayıp evrene hakim olabileceğini savunuyor. İnsanın kendiliğinden evrim geçirmesi beklemektense onu virüslerle zorlama fikri mantıklı geldi. 



Maalesef bu kadar güzel bir konuyu hem oyunculuk hem de anlatım yönünden yetersiz kalarak berbat etmişler. Sıradan bir gençlik dizisine çevirmişler. İzlettirmesine izlettiriyor da usta ellerde başyapıt olabilirmiş...


Dark Desire / Oscuro Deseo

Bu dizide 2020 yılı ve Meksika yapımı. İlk sezon için 18 bölüm ve bölümler yaklaşık yarımşar saatten oluşuyor. Emniyet ve yargı içindeki kirli çıkar ilişkilerini, kurbanlarının mahvolan hayatlarını ve geride kalanların intikam çabalarını anlatan güzel bir dizi...



Dizinin polisiye konusunun yanında oyunculuklarını ve manzara çekimlerini de sevdim. Üstelik geçmiş aydınlatılmaya çalışırken çözmeye çalıştığımız olaylar sürekli yön değiştiriyor. Suçlularla masumların birbirine karışmasıyla seyir zevki yükseliyor. Bölümlerin kısa olmasının da etkisiyle akıp gidiyor.



Ama her bölümde erotik film kategorisine girebilecek kadar en az bir sahne bulunuyor. Hayallerin bile çekimi var. Bu nedenle her yerde ve herkesle rahatlıkla izlenemez....  


Yarına Tek Bilet

Haziran 2020 de Netfilix platformunda yayımlanan filmi Beyazperde Ankara'dan İzmir'e trenle giden iki yabancının yollarının kesişmesi olarak tanımlamış. Eskiden Ankara İzmir arası trenle tüm geceyi yolda geçirecek kadar uzunmuydu bilemiyorum. İzmir'e gittikleri doğru ama nereden bindikleri konusu tarafımdan anlaşılamadı...   



Her neyse detaya fazla takılmayalım. Bu iki yabancı aynı kompartımanda giderken tanışıyorlar ve aynı düğüne gittiklerini anlıyorlar. Bir buçuk saatlik filmin neredeyse tamamı trende geçen diyaloglardan oluşuyor. Diyalogların da tamamının altı boş. Tabi ki her insandan felsefe yapmasını beklemiyoruz ama hani biraz konuştuğunuzu dinlediğimize değseydi.



Özetle güzel bir kızla -ki Dilan Çiçek Deniz 2014 Miss Turkey güzeli-, yakışıklı bir çocuğun -kabul ediyoruz Metin Akdülger de yakışıklı çocuk- yakınlaşmasını izliyoruz. Aslına bakarsanız oyunculuklar sayesinde sıkılmadan da izleniyor ama bitince bomboş kalıyorsunuz. 


Sevgiyle kalın...

Son dönemde izlediğim ve blogumda yer verme konusunda kararsız kaldığım iki dizi ve bir filmi tek postta kısaca paylaşma kararı aldım. Vatan...

İlk İnsanın Hikayesi La - Sonsuzluk Hecesi



Nazan Bekiroğlu okumalarım devam ediyor. Daha önce yazarın hikaye ve deneme türünde iki kitabını okumuştum. Her ikisinde de yazarın okuru kitabın içine çekme başarısına hayran kalmıştım. Bu etkiyle La Sonsuzluk Hecesi romanını da okudum.

Yazar bu kez ilk insan Adem'in hikayesini anlatmış. Hikaye bilindik ama ayrıntıların etkileyiciliği bir sonraki sayfayı merakla çevirmenize neden oluyor. İlk insanın yaradılışı, meleklerin tepkisi, Azazil meleğinin kibri sayesinde şeytana dönüşmesi ve pazarlığı, Havva'nın yaradılışı, yasak elma, dünyaya sürgün ediliş, Habil ile Kabil'in Sidre aşkı ve ilk cinayetin detayları okuru dünyanın yaradılış anına götürüyor.

Yazarın en çok hangi yönünü sevdiğimi buldum sanırım. Ayrıntıları süsleme konusunda çok iyi. Kitaplarının büyüsü de buradan geliyor. 

Nazan Bekiroğlu okumalarım devam ediyor. Daha önce yazarın hikaye ve deneme türünde iki kitabını okumuştum. Her ikisinde de yazarın okuru ki...

Geçmişten Bir Akıl Hastanesi


Ratched 2020 yılı, Cinayet, Dram, Gizem, Suç türünde ABD yapımı bir Netfilix dizisi. İlk sezon için 8 bölüm ve her bölüm ortalama 50 dakikadan oluşuyor. Ayrıca dizi ikinci sezon onayını da almış. Dizi aslında Ken Kesey’nin 1962’de yazdığı ‘One Flew Over the Cuckoo’s Nest’ romanındaki hemşire Mildred Ratched karakterinin hikayesi. 1975 yılında dilimize Guguk Kuşu olarak çevrilen filmi de yapılmış ve olaylar 1940'lı yıllarda geçiyor. 



Hikaye travmatik bir çocukluk geçiren Mildred Ratched'in akıl hastanesinden sonra idama mahkûm edilmesi kesin gözüyle bakılan üvey kardeşini kurtarma mücadelesini anlatıyor. Ratched önce kendisini hemşire olarak hastaneye kabul ettiriyor ve yapılan ilginç deneylere tanıklık ediyor. Sonrasında karşısına çıkan tüm engelleri usta bir şeytanilikle bertaraf etmeye başlıyor.



Başroldeki Sarah Paulson'u ilk kez izledim ve hayran kaldım. Donuk bakışları ve soğuk kanlılığına bittim. Sharon Stone'yi izlemekte ayrı bir zevkti. Hikayenin gücü ve oyuncuların performansının yanında dönemin araçları, kıyafetleri ve dekorlarının etkileyiciliği dizinin seyir zevkini inanılmaz artırmış. 



Beklentiyi fazla yükselttiğimin farkındayım ama ben diziyi çok beğendim. Özellikle dönem dizisi ve gerilim severler kaçırmasın.

Ratched 2020 yılı, Cinayet, Dram, Gizem, Suç türünde ABD yapımı bir Netfilix dizisi. İlk sezon için 8 bölüm ve her bölüm ortalama 50 dakikad...

Beş Şehrin Hikayesi


Ahmet Hamdi Tanpınar'ın hayatının tesadüfleri olan ve anlatımında bir hayli zorlandığı rivayet edilen deneme türü kitabının adıdır Beş Şehir. Sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul'un anlatıldığı eser ilk olarak 1946 yılında yayımlanmış. Daha sonra yazar ekleme ve çıkarmalar yaparak 1957 yılında ikinci baskısını yayımlamış. 


Eseri salt bir gezi ta da tarih kitabı olarak yorumlamak hata olur. Çünkü anlatılarda şehrin konumunun, tarihinin ve mimarisinin yanı sıra fazlasıyla bilgi ve kültür birikimi var. Öyle ki yaşayanların ne hissettiğini bırakın tarihi binaların bile dile gelip anlatmaya başlayacağı hissine kapılıyorsunuz. Savaş kaybedip sarayına dönmeye yüzü olmayanları, şehrin yönetimini ahi teşkilatının başına kaptıranları, sultan olunca esir tutulduğu kaleyi yıktıranları, rejimin kendi çocuklarını tutsak etmesi gibi detayları okuyunca kitabın büyüsü zirve yapıyor.


Yazar ise kitabını "Beş Şehir'in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta birbiriyle çatışır görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir." diyerek anlatıyor.


Bir gezi rehberi nasıl olmalı sorusunun cevabı bu kitap. Okurken etkilenmemek, dünyanın boş olduğunu düşünmemek elde değil... 

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın hayatının tesadüfleri olan ve anlatımında bir hayli zorlandığı rivayet edilen deneme türü kitabının adıdır Beş Ş...