Kız Kardeşin İçin Ne Kadar Dayanabilirsin?


Herkesin haklı olduğu bir anlaşmazlıkla karşılaştınız mı hiç? Hoca misali herkese haklısın deyip hiç bir çözüm üretememek. İşte öyle bir kitap Jodi Picoult'un kaleminden çıkan Kız Kardeşim İçin.

Kız çocuğunun akut lösemi olduğunu öğrenen bir aile çözüm arayışına giriyor. Aile bireylerinin kan uyumu tutmuyor. Ülke çapında donör bulunabilmesi için listeye girmeleri gerekiyor. Ancak kızları Kate'nin bunun için zamanı yok. Anne ve baba bir karar veriyor. Kate'e uyumlu yeni bir çocuk yapmak. Ve proje çocuk Anna dünyaya geliyor. Kate her rahatsızlandığında Anna göreve çağrılıyor. Her iki kardeş içinde inanılmaz sancılı bir süreç. Anna 13 yaşına geldiğinde artık donör olmak istemediğine karar vererek kimseden habersiz bir avukata başvuruyor.

Kitap boyunca her iki kızını da düşünmek zorunda kalan anne ve babanın, acı çeken Kate ve Anna'nın, olaya müdahil olan avukatın, aile danışmanının ve hakimin olaya bakışını okuyoruz. 

Ben kitabı zaten tavsiye edeceğim ama isterseniz bir de çok iyi yazılmış tanıtım bültenini okuyun. Sonrasında zaten 450 sayfalık kitabı okumaya karar vereceksiniz... 


Siz olsaydınız, ne yapardınız?
Anna hasta değil ama ön üç yaşına dek sayısız ameliyat, nakil ve operasyon geçirdi, iğneler vuruldu. Hepsi ablası Kate'in çocukluğundan beri yakasını bırakmayan lösemiyle mücadele edebilmesi için.
Kate ile tam doku uyumu olması için laboratuvar ortamında genleri özel olarak seçilen özel üretim bir çocuk olan Anna, ablasına ilik verebilmesi için dünyaya getirilmişti, rolünü ve hayatını hiç sorgulamadı… bugüne dek.
Şimdi ergenlik çağındaki çoğu genç gibi Anna da gerçekte kim olduğunu sorgulamaya başlıyor ve sonunda çoğu insan için akla getirmesi bile mümkün olmayan bir karar alıyor; ailesini paramparça edecek ve sevdiği ablası için belki de ölümcül sonuçlar doğurabilecek bir karar.
Anna proje çocuk olarak yaşamını sürdürmeyi kabul mu etmeli, yoksa kaderinin yönetimini eline mi almalı?
Hayat geride kurbanlar bırakacak kadar değerli mi?
Sevgi nerede başlar ve hangi noktada nefrete dönüşür?
Çok önemli etik tartışmaları körükleyen kışkırtıcı bir roman olan Kız Kardeşim İçin, bir ailenin ne pahasına olursa olsun verdiği hayatta kalma mücadelesini ve ibret alınacak bir ahlak öyküsünü anlatıyor.


Sevgiyle kalın... 

Herkesin haklı olduğu bir anlaşmazlıkla karşılaştınız mı hiç? Hoca misali herkese haklısın deyip hiç bir çözüm üretememek. İşte öyle b...

Christopher Jhonson Mccandless'in Yabana Doğru Yolculuğu


Bu dünyadan Christopher Johnson Mccandless adında bir maceraperest geçer. "Bence kariyer denen şey 20. yüzyıl icadıdır ve ben bir kariyer istemiyorum" diyerek kendine yeni bir yol çizer. Emory üniversitesini bitirdiğinde herkes onun iyi bir işe girmesini beklerken o hayalinin peşine düşer. Önce okurken biriktirdiği 25000 Amerikan dolarını bir hayır kurumuna bağışlar sonra aracına binerek çıkar yollara...


Amerikayı bir uçtan bir uca gezme hayali için ilk adımlarını aracıyla atar. Ancak yolculuğu sırasında bir gece çölde dinlenirken fırtınaya yakalanır ve arabası çöle saplanır. Mccandless arabayı kurtarmak yerine hem arabasını terk eder hem de cebindeki tüm parayı yakarak kaldığı yerden devam eder. Aslında bir isyanın eşiğindedir. Bu yolculuğunda fazlasıyla etkilendiği yazar Jack London'un eserlerini kendine rehber edinir. Toplumun kuralları yerine doğanın kanunlarıyla yaşamayı hedefler. Ailesinin kendisine ulaşmasını engellemek ve kendilerine berduş denen 60'lı yılların otostopçu akımından da etkilenerek, ismin Alexander Supertarmp yapar. O artık Aleksander Süperberduş olmuştur ve 2 yıl boyunca Amerikayı bir baştan bir başa dolaşır. Ancak yetmez...


Alaska'ya gitmeye, balta girmemiş ormanlarda yaşamaya karar verir. Bunun için bir süre çalışarak para biriktirir ve otostopla Alaska'ya gider. Tüm uyarılara ve yetersiz teçhizatına rağmen ormana dalar. Burada haritası bile tam olarak çıkarılamamış ormanda haritasız yaşamaya karar verir. Yaklaşık 64 kilometrelik yürüyüş ve Teklanika nehrini geçmesinin ardından terk edilmiş bir otobüs bulur. Bu otobüste yaklaşık 3 ay yaşar. Bu süre içerisinde ormanda avladığı hayvanlarla beslenir. Temmuz 1992'de geri dönmeye karar verir. Ancak ormana girerken dingin olan Teklanika nehrinin suyu yükselmiş ve geçilemez olmuştur. 


Mccandless tekrar otobüsüne dönmeye karar verir. Ancak kış gelmek üzeredir ve doğa kabuğuna çekilmeye başlamıştır. Avlayacak hayvan bulamaz. Topladığı tohumlarla beslenmeye çalışır ve hastalanır. Doğanın acımasızlığıyla yüzleşen maceraperest son bir ümitle yardım notları bırakmaya başlar.

Dikkat muhtemel ziyaretçiler. S.O.S. Yardımınıza ihtiyacım var. Yaralıyım, ölmek üzereyim ve buradan çıkmak için yeterince gücüm kalmadı. Tek başımayım ve bu bir şaka değil. Tanrı aşkına, beni kurtarın. Yakınlarda meyve topluyorum ve bu akşam dönmeliyim. Teşekkür ederim, Chris McCandless. Ağustos?


Ormanda yaşadığı 112 gün boyunca günlüğüne not alır. Ölü bulunduğunda sadece 30 kilodur ve son pozunda bile korkusuzca gülümsemektedir. Son notunu ise 12 Ağustos günü bırakır. 

Harikulade Böğürtlenler.

Yazar Jon Krakauer, Outside dergisinin Ocak 1993 sayısında "Masumların Ölümü" başlıklı makalesinde Mccandless'i anlatır. Derginin bu makalesine hiç olmadığı kadar ilgi duyulur ve çok fazla geri dönüş alır. Bazı okurlar hayran kalırken bazıları yerden yere vurur. Yanına harita almayan Mccandless'in bir kaç kilometre yakınındaki avcı kulübelerini fark edememesini intihar olarak görür. Bir kısmı gereksiz özgüveniyle nehrin yükseleceğini öngörememesini eleştirir. Bir kısmı da en zor anında ormanda yangın çıkararak fark edilebileceğini ve yangın söndürme ekiplerince kurtarılabileceğini öne sürer. Onlara göre ölümün sebebi kendi yetersizliğidir.

Yabana Doğru kitabı ise Mccandless hakkında yazılan Masumların Ölümü makalesinin genişletilmiş halidir. Hayatı sorgulamanıza yardımcı olur. Kesinlikle tavsiye ederim. Bu arada 2007 yapımı bir de filmi varmış ama ben henüz izlemedim.

Sevgiyle kalın... 

Bu dünyadan Christopher Johnson Mccandless adında bir maceraperest geçer. "Bence kariyer denen şey 20. yüzyıl icadıdır ve ben bi...

Rehabiltasyon Testi Olarak Sanal Gerçeklik - The I-Land


Cezaevlerinin amacı konusunda anlayamadığım şeyler var. Yargılamanın tamamıyla hukuki ve verilen cezanın yerinde olduğu varsaysak bile yerine oturmayan taşlar var. Öncelikle suçu nedeniyle içeriye giren kişiden yaşattığı acıları kendisin de yaşamasını mı, yoksa bu zararlı kişiliği bir yere kapatarak toplumu korumayı mı ya da hastalıklı olduğunu düşündüğümüz şahsı rehabilite ederek topluma kazandırmayı mı amaçlıyoruz?

Yaşattığı acıları yaşatmak için birini içeri tıkmak mantıksız geliyor. Yani bir nevi kısasa kısas ise yaptığımız, malımızı çalanın malını, canımızı çalanın canını çalmamız gerekir. Ki bu durumda cezaevlerine gerek kalmaz. Toplumu korumak bu çıkarımın yanında çok daha mantıklı. Ama ne zamana kadar? Yani baklava çalan 15 yaşındaki çocukları ömür boyu içeri atamazsınız ya. Öyleyse asıl amaç rehabilite etmek olmalı...

Peki bir insanın hatalarından ders çıkardığını ve gerçek anlamda rehabilite olduğunu nasıl anlayacağız? İçeriye giren ceza süresi bitene kadar mı bekletilecek? Peki bu süre kime veya neye göre belirlenecek? Yoksa filmlerde gördüğümüz gibi bir komisyon ikna edilerek mi çıkılacak? Bu soruların cevabı benim için tam bir muamma...  


The I-Land dizisi ise işte bu noktadan yola çıkıyor. Hafızaları silinen mahkumlar ıssız bir adaya gönderilerek izlemeye alınıyor. Buradaki davranışlarından aynı hatayı tekrar edip etmeyecekleri yani rehabilite olup olmadıkları gözlemleniyor. Sanal gerçeklik bu amaçla kurgulansa da zamanla farklı amaçlar için de kullanıldığı şüpheleri beliriyor. 


Çıkış noktasını beğendiğim The I- Land, 2019 Abd yapımı ve ilk sezon için 7 bölümden oluşuyor. Her bölüm yaklaşık 45 dakika. Başlangıç için gençlik dizisi tadı verse de sanal gerçeklik gibi konuların meraklıları için izlemeye değer.

Sevgiyle kalın...

Cezaevlerinin amacı konusunda anlayamadığım şeyler var. Yargılamanın tamamıyla hukuki ve verilen cezanın yerinde olduğu varsaysak bile...

Dostoyevski'den Kara Mutlu Son; Amcanın Rüyası


Kitabı Sevkoz'un tam bizlik olarak tanımladığı paylaşımından sonra okudum. Haklıymış. Meğer farklı coğrafyalarda farklı kültürlerin etkisinde büyüdüğümüzü zannetsek de, temel çıkarlarımızın peşinden koşarken herkesleşiveriyormuşuz.

Hikaye, Rusya'nın Mardasov kasabasında geçiyor. Kasaba hayatından kurtulmak için öz benliklerini yitirip çıkarları peşine koşan insanları konu alıyor. Kasabaya sakat ve yaşlı bir kont geliyor. Herkes bu adamın peşinde. Onu kapan hayatını kurtaracak...

Betimlemeler ve anlatım da çok güzel. Ayrıca bu eser tiyatro oyunu olarak da sergilenmiş haberiniz olsun.

Sözün özü menfaat dünyasında yaşıyoruz ancak bu kadar güzel betimlenebilirdi

Okuyalım...   

Kitabı Sevkoz'un tam bizlik olarak tanımladığı paylaşımından sonra okudum. Haklıymış. Meğer farklı coğrafyalarda farklı kültürler...

Teknoloji Tutkunlarına Bir Film ve Bir Minimini Dizi

Önümüz arkamız, sağımız solumuz, içimiz dışımız teknoloji artık. İstesek de istemesek de kaçamıyoruz. Faydalı olması bir yana ancak toplumun faydalı faydasız her ürünü kanıksaması sorunumuz. Neredeyse okur yazarlık seviyemiz teknolojiyi kullanabilme düzeyimizle ölçülür hale geldi. Aç parantez ki bence bir an önce teknoloji okur yazarlığı ilk gündemlerimiz arasında olmalı.) İşte bu keşmekeşin içinde işimizi oldukça kolaylaştıran, adeta her kullanıcısını asiste eden ve herkeste bağımlılık yapan teknolojinin kurbanı olabileceğimizi hiç düşündünüz mü? Evet açılış şifresi olarak kullandığımız parmak izlerimiz ve yüzümüz firmanın hafızasında depolanıyor. Onlar için inanılmaz bir veri girişi ve para kaynağı. Bkz: Cambridge Analytica olayı. Bu konu bir yana... Biz şimdi bizi olmasını istedikleri bireyler hale dönüştürmek için teknolojiyi geleceğin uyuşturucusu yapmaya çalışıyor olabilirler mi konusuyla ilgileniyoruz. Geleceğin Hasan Sabbah'ları olayı...

İşte konumuz bu. Teknolojinin bizi nasıl kölesi haline dönüştürebileceği öngörüsü üzerine kurgulanmış bir film ve bir diziden bahsedeceğim.

Her / Aşk

Film 2014 yapımı olmasına rağmen ben adını yeni duydum ve izledim. Filmden bahsetmeden önce başrol oyuncusunu fena halde antipatik bulduğumu söylemeliyim. Bıyıklı mıyıklı, teknolojinin t'sinden anlamayan bir tip. Joaquin Phoneix abi seni tanımıyorum, büyük oyuncu olabilirsin ama kusura bakma. Bir de yanına koydukları kızlara bak. Amy Adams, Rooney Mara. İnsanın çıldırası geliyor. Neyse. İşte bu adam başkalarının yerine mektup yazan bir şirkette çalışıyor. O söylüyor, bilgisayar yazıyor filan. Bir gün yeni bir işletim sistemi almaya karar veriyor. Ve başlıyor işletim sistemiyle konuşmaya. Iphonecilerin Siri'si işte ama yapay zekanın gelişmiş versiyonu. Sürekli ve kendiliğinden öğrenebiliyor. Bizim eleman bununla işi pişiriyor ve aşık oluyor. Sanal seks filan da yapıyor. Hatta arkadaşlarıyla tanıştırıyor, pikniğe gidiyorlar. Öyle mutlu yani. Kendini buluyor. Ama sonrasında işlerin hayalindeki gibi olmadığının farkına varıyor.



Film neredeyse tamamen diyalogdan oluşuyor. Aksiyon filan beklemeyin. Başrol de zaten uyuz. Süresi de koskoca 2 saat 6 dakika. Ama bir şeyler sizi ekrana bağlıyor. Sanırım konunun burnumuzun dibinde olması başımıza gelecekleri merak ettiriyor. 


Bu arada çok anlamasam da filmin görsellerini sevdim. Kıyafetler ve mekanlar çok iyiydi. Sonuç olarak biraz olsun teknoloji merakınız varsa sarılın, pişman olmayacaksınız.

Future Sex

Bu belki de hayatımda izlediğim en garip dizi. Bu minimini dizi de 2018 yılı Abd yapımı. Sadece 5 bölümden oluşuyor her bölüm 10 dakika ile 13 dakika arasında değişiyor. Evet yanlış okumadınız. ON dakikalık bölümleri olan dizi mi olur. Bari film yapsaydınız diye başlarken anladım meseleyi. Her bölüm başka oyuncularla, aynı konuya başka pencereden bakıyor. Black Mirror gibi yani.


İlk 2-3 bölüm bildiğiniz erotik film tarzında ama boş değil. Teknolojinin insanları cinsel hayatlarından yakalayarak nasıl kendisine bağımlı hale getirebileceğini anlatıyor. Partnerleriyle birlikte gözlük takarak istedikleri insanları hayal edenlerden tutun da robotlaştırılan seks kölelerine kadar farklı yaklaşımlar var. 

Ben bu dizinin cesaretini, bakış açılarını, anlattıklarını ve anlatımını çok sevdim. Ama +18 uyarısı var dikkat edin...

Sevgiler. 

Önümüz arkamız, sağımız solumuz, içimiz dışımız teknoloji artık. İstesek de istemesek de kaçamıyoruz. Faydalı olması bir yana ancak toplum...